YAZARLAR

İhtiyat akçesi yok ama ‘ihtiyar kalkanı’ var

Türkiye’nin iktisadi ve siyasi yönetici sınıflarının salgın krizini yönetme stratejisi artık açıkça ortadadır. Sermaye birikimi açısından bir değeri olmayan kesimler ve ‘online’ çalışabilecek unsurlar eve kapatılmış, diğerleri ‘kalan sağlar yine çalışır’ mantığıyla dışarıda bırakılmıştır. Hizmet sektörünün ‘evden çalışması mümkün olmayan’ emekçileri, giderek artan şekilde kitlesel işten çıkarmalar ve ucu belirsiz ücretsiz izinlerle karşı karşıyadır.

Türkiye’yi yönetenlerin unutulmayacaklar kütüğüne, “2020 korona virüsü salgını sırasında yaşlılara ve çalışanlara yapılanlar” başlıklı bir plaket daha çakıldığını şimdiden söyleyebiliriz herhalde. Savaş, ekonomik kriz, depremler, afetler ve yıkıcı salgın hastalıklar, gerçeklikte bir tür büzüşmeye; hakikatin türlü yüzüyle temsili olaylarda ortaya çıkarak görünmesine yol açıyor. Covid-19 salgınına karşı 65 yaş üstü insanların sokağa çıkmalarının ‘sınırlandırıldığı’ 22 Mart Pazar gününden beri pek çok rahatsız edici görüntü saçıldı ortalığa: Kendisini almayan otobüsün önüne elindeki pazar torbalarıyla yatan bir yaşlı kadını bir yandan kayda alıp bir yandan “yaklaşma sen virüslüsün” diye ondan kaçanlar… Hastane önünde yolunu kestiği yaşlı adamı neredeyse tehditle durdurup başına kolonya dökerek alay edenler; balkonundan aşağıya alaycı bir sesle “yaşlılar, yaşlılar evinize dönün” diye bağıranlar…

Bunlardan bir tanesi daha çok dikkat çekti ve tepki topladı. Ankara Keçiören’de, neredeyse bir duvarın dibine sığınarak, yaşını zorlayan hızlı adımlarla evine dönmeye çalışan 80 yaşındaki Ali İhsan Yavaşça’nın yolunu kesen, onu tehdit ve alayla sindiren ‘Ankara bebeleri’nin çektiği görüntüler… Boynuna kadar fermuarlı, ucuz ama temiz bir beyaz trikonun üstüne suni deriden ceketi; başında belli ki işporta işi gri kasketi; yaşlılığın ve yoksulluğun birleştiği çaresiz üslubuyla İhsan Yavaşça bir ‘merhamet nesnesi’ne dönüştü bir anda… Türkiye’nin mevcut ekonomik, kültürel ve hatta siyasal tablosu, o kısa videoda o kadar berrak şekilde açığa çıkıyordu ki, iktidarın tepeleri de kayıtsız kalamadı bu duruma. Ortaya çıkan görüntünün vahametinin bir tür sezgisiyle olaya müdahale edip, onu münferit bir olaya, “şımarık bir gencin had bilmezliği” ile “yaşlı bir amcacığın mağduriyetine” indirgeyecek adımlar attılar. Evlere kaymakamlar gönderildi; videoyu çeken şahıs (yine rejimin bildik ‘terbiye’ usulleri kullanılarak) karakola çekildi vs… Münferit bir üzücü hadisenin telafisi gibi gösterilen bu zincirleme reaksiyon, esasen bir savunma refleksi olarak görülmeli. Rejim, sezgisel düzeyde bile olsa, Ali İhsan Yavaşça isimli 80 yaşındaki yurttaşın sokakta karşılaştığı muamelede kendi dolaysız yüzünü, yarattığı sosyal ve kültürel iklimin dümdüz bir sonucunu görmüş ve bu sonucu gizlemek, onu bağlaşık olduğu sistematik durumdan uzakta bir yerde konumlamak için savunmaya geçmiştir. Bunu biraz açalım öncelikle…

Olayın gerçekleştiği yer, Ankara Keçiören, bugünkü iktidar koalisyonunun, AKP ve MHP’nin hem tarihsel hem de güncel olarak en güçlü olduğu, sosyal yaşamına ve dokusuna en fazla nüfuz ettiği yerlerden biridir. İslamcı ve ülkücü sağcılığın kalelerinden biridir. Ve bu her iki ideolojik akımın sosyal ve kültürel çıktılarının bir tür laboratuvarı gibidir. 90’larda “A Takımı” adı verilen sokak örgütlenmeleriyle ilçenin üstüne çöreklenen bu kesimler, şu anda sadece Keçiören’in değil, bir ittifak halinde ülkenin de yönetimindedir. Videoyu çeken ve arada, “Biz Türkiye Cumhuriyeti tarafından korona hastalarını ceza kesme, eve gönderme” diye başladığı cümleyi “görevlendirildik” diyemeden bitiren Keçiören ‘bitirimi’ de –organik bağı bir yana– aslen o siyasi-kültürel çevreden biridir. Ortaya çıkan görüntü; ‘zayıfa’ karşı, devletin gücünü arkasına almaya gayretlenerek diklenen, ama bunu yaparken bile kendisi de hala devletten ve hiyerarşide kendi üstünde yer alanlardan çekinen bir ‘sokak kabadayılığı’ görüntüsüdür. Bu toy eşkıyaların Ali İhsan Yavaşça’da gördüğü ‘zayıflık’ sadece yaşı değil, belki bundan da önce gelecek şekilde yoksulluğudur.

Şöyle ki…

Örneğin, Erdoğan’ın ‘koronaya karşı ekonomik istikrar kalkanı’ paketini açıklarken “neşen yerinde” diyerek takıldığı TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu 1955 doğumludur ve 65 yaşındadır. Rifat Bey zaten Keçiören’in kapalı dükkânlarının kepenklerine omuz sürerek gizli gizli evine dönmeye çalışacak bir kişi değildir, ‘sınıfı’ bakımından… Ama Bağ-Kur emeklisi Ali İhsan’ı kepenk önünde kıstıran ‘delikanlılar’ hasbelkader TOBB Başkanı Rifat’a denk gelselerdi aynı cürete sahip olabilirler miydi?

Devam edelim...

Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı 65, başkanvekili Erol Sabancı 82 yaşında. Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç 90 yaşında. Bu muhteremlerin, ellerindeki kameralı telefonlarla, tiktok’a, şuraya buraya koymak için ıstırap videosu çeken vasati gençlerle ‘sokakta’ karşılaşma şansları yok elbette; ama diyelim ki karşılaştılar; o tiktokçular bunların yanına bile yaklaşabilir mi? Mesele burada da sadece ‘yaş’ ile ilgili değil, sınıflar ve siyaset ile ilgilidir. Ömrünün 30 yılını kilim dokuyarak ve satarak geçirmiş, 10 metrekarelik dükkânı ‘dönüşüm projesi’ ile başına yıkılınca emekliliğe çekilmiş ve bir Bağ-Kur emeklisi olarak, ocak zamlarının ardından 1800 lira civarı aylık maaş almakta olan 80 yaşındaki Ali İhsan Yavaşça ile onun karşısına “Türkiye Cumhuriyeti devleti” kalıbını bir ürkütme aracı olarak kullanmayı ‘öğrenmiş’ yeniyetme Keçiören lümpenini çıkaran siyasal iklim arasındadır. Türkiye’de bir süredir ‘yaşlılara yönelik uygunsuz davranışlar’ olarak kodlanan davranış biçiminin aslı, yoksul yaşlılara karşı faşist güdülenmedir.

Türkiye’yi yönetenler, salgın krizine karşı, hem çok dardaki ekonomiyi yüzdürecek, hem de salgının yol açacağı kayıpları, sağlık sistemini çökertmeden tolere edecek bir ‘hibrit’ yöntemde karar kıldılar belli ki… Ekonomik yaşama katılmayan çocukların okulları kapatıldı. Yine ekonomik yaşamın dışında olan yaşlılar eve hapsedildi. Erişkinlerden, olabildiğincesi evde kalsın isteniyor. Ama kalabalık servislerle işe giden, üretim bantlarının önünde yan yana çalışan, yemekhanelerde dip dibe yemek yiyen sanayi işçileri; en ilkel koşullardaki şantiyelere kapatılmış inşaat işçileri; daracık mekânlara tıkıştırılmış, tuvalete gidişleri bile denetlenen çağrı merkezi çalışanları; market kasiyerleri, özel güvenlikçiler, kuryeler, ekip biçmeye devam etmek zorunda olan köylüler ve diğerleri, sözcüğün tam anlamıyla kaderine terk ediliyor.

Türkiye’nin iktisadi ve siyasi yönetici sınıflarının salgın krizini yönetme stratejisinin yukarıdaki gibi olduğu artık açıkça ortadır. Sermaye birikimi açısından bir değeri olmayan kesimler ve ‘online’ çalışabilecek unsurlar eve kapatılmış, diğerleri ‘kalan sağlar yine çalışır’ mantığıyla dışarıda bırakılmıştır. Hizmet sektörünün ‘evden çalışması mümkün olmayan’ emekçileri, giderek artan şekilde kitlesel işten çıkarmalar ve ucu belirsiz ücretsiz izinlerle karşı karşıyadır. Daha dün “hayat eve sığar” sloganıyla ‘ulusa seslenen’ cumhurbaşkanının, tüm bu tablo karşısında bir işten çıkarma yasağı ve genel ücretli izin hakkı ilan etmek yerine, el yıkayıp kolonyalanmayı önermesi bunun teyididir. İşte tam da şimdi içinde bulunduğumuz zor zamanlar için saklanan ve geçen yıl Merkez Bankası kasasından ‘uçurulan’ ihtiyat akçesinin olmadığı koşullarda, salgınla mücadeleyi bir tür ‘ihtiyar kalkanı’ ile yönetmeye çalışan sermaye devletinin üreteceği sonuç, yoksul ihtiyarları aşağılayan lümpen milliyetçi gençlerin sokaktaki resmidir. Bu resmin yarattığı ‘duygusal’ süreçleri yönetme konusundaki mahareti iktidarın kendisini rahat hissetmesini sağlayabilir mi?

Sürü bağışıklığı bile değil, bir tür ‘işçi sınıfı alışkanlığı’ ile atlatmaya çalıştıkları halk sağlığı krizinin çok sürmeyeceğini ümit ediyorlar. Erdoğan dünkü ‘ulusa sesleniş’te şöyle diyordu nitekim: “Hastalığın yayılma hızını 2-3 hafta içinde kırarak, süreçten olabildiğince en kısa sürede ve olabilecek en az hasarla çıkacağız.” Peki böyle olmazsa? Yine Erdoğan’ın dediği gibi, “Aksi takdirde çevremizde pek çok örneğini gördüğümüz bir şekilde daha ağır sonuçlarla ve buna bağlı olarak daha ağır tedbirlerle karşılaşmamız kaçınılmazdır" koşulları ortaya çıkarsa?

Bir süredir, tek adam yönetiminin neredeyse ‘kendiliğinden söneceğine’ dair umut beslediği görülen merkez muhalefetin de yokluğunda, mevcut iktidar o ‘ağır sonuçları’ bile yönetme ehliyetine kavuşursa, sonuçların ‘kimin’, hangi sınıflar ve toplumsal kesimler için ‘ağır’ olacağı bugünkü ‘yaşlı tacizi’ videolarından görülebilir belki…


Hakkı Özdal Kimdir?

1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.