YAZARLAR

Biz sizin OHAL’inizi biliyoruz bayım

Biz çoğuz, çoğuluz ve birbirimizden çok farklı yaşıyoruz kendi OHAL’lerimizi. Bir yandan eve giren tek maaşla, küçücük asgari ücretle altı nüfus geçindirmeye çalışıp da “ya evde geçirdiğimiz sürede maaşımız hesabımıza yatmazsa, ya patron işten çıkarırsa” diye düşünenlerin OHAL’i var.

Şimdi siz diyorsunuz ki, “herkes kendi OHAL’ini ilan etsin”. Haklısınız bayım. Sizin OHAL’inizi gördük. İki yıl kadar sürdüğü söyleniyor ama bazılarımız için hâlâ devam ediyor. Yine de topluma örnek olsun diye olmalı, siz kendi yeni OHAL’inizin şartlarını bir güzel göz önüne serdiniz. Gerçi biz sizin OHAL’inizi tanıyor, biliyoruz zaten. KHK’larınız ve kapattığınız üniversitelerde, okullarda çalışanlar başka bir iş bulamadığı için yüz binlerce yeni işsiz yarattığınız OHAL’inizi.

Çok daha fazlasının cezaevine gittiği, yargılandığı, beraat etse dahi işine iade edilmediği OHAL’iniz. Şimdi şahsınızın yeni OHAL’inde korona için aldığınız önlemleri açıklıyorsunuz gün be gün. Önce dediniz ki kimi sektörlerde işverenin vergi borçlarını, kredi ödemelerini erteleyeceğiz, kredi şartlarını kolaylaştıracağız. Vatandaşı ise daha çok borçlandıracağız. Otellerin, havayolu şirketlerinin vergi oranlarını düşüreceğiz. Ne ala. Evlerindeki karantinadan sıkılan yurttaşlar kolayca sahillere akıp ucuza tuttukları otel odalarında karantina yaşayabilecekler demek ki. Ya da belki güvenlikleri için yeterli önlem alınmadığı ve açıkça risk altında bulundukları için virüs kapma ihtimalleri yüksek olan sağlık çalışanlarının hastalığı ailelerine de bulaştırmamak için kendilerine otel odası tutmalarını planlıyorsunuz. Bilinmez. Konut kredileriyle ilgili de düzenleme yapmışsınız. Sağ olun. Belki sizin gibi krizi fırsata çevirmek isteyen dar gelirli vatandaşlar, ederi 500 binin altında bir ev satın almak isteyecek bu darlık zamanında. Belli mi olur, salgın nedeniyle çalışamayan, işyerini, dükkanını açamayan, maaşını alamayan, çocuklarının karnını nasıl doyuracağını bilemeyen kimileri oturduğu evi satmaya mecbur kalacak. Kiminin felaketi, öbürünün fırsatına dönüşecek sizlerin bu öngörülü davranışı sayesinde.

Siz şimdi her akşam çıkıp yeni önlemlerden söz ediyorsunuz. Bir gün asker uğurlamayı yasaklıyorsunuz örneğin, tam da otogarda yüzlerce insan bir araya gelip asker uğurladıktan hemen sonra… Bedellilerin askere alınışını erteliyorsunuz, sağ olun. Parası olana OHAL güzel. Olmayandan ise birliğine sessiz sedasız gidip teslim olmasını istiyorsunuz. Sahi bir İdlib mevzusu vardı. Askerlerimiz vatan topraklarını işgalcilerden kurtarmak için savaşıyorlardı hani. Ona ne oldu? Pardon, artık şehit cenazelerinde de olağanüstü önlemler alıyorsunuz. Geçen gün törene gelenlere dezenfektan ve maske dağıtmışsınız, öyle diyorlar. Ha bir de yaşlılara kolonya ve maske dağıtacaktınız.

Affedersiniz, elimde değil, haberi okuyunca ister istemez gözümün önüne seçim zamanında otobüsün üzerinden seçmene 250 gramlık çay paketleri attığınız geldi. Kısa bir gaflet anında, sizi elindeki 200 ml’lik plastik kolonya şişelerini otobüsün üzerinden yol kenarında toplanmış geçişinizi seyreden yaşlılara fırlatırken düşledim. Neyse ki yetkililer, tüm yaşlılara kolonya meselesinin ciddiyetini fark edip tedarikçilerle görüşmeye başlamışlar. Yakında, pek yakında burası çokomelli bu önlem de hayata geçirilerek salgınla mücadelede sürü bağışıklığı gibi gayrı vicdani ve gayrı insani bir politika gütmeyi aklından geçirmiş İngiltere de dahil tüm dünyaya virüsle mücadele nasıl olurmuş göstereceksiniz. Ne şüphe!

Elbette bir kriz merkezi oluşturmuş ve pandemiyle mücadele konusunda atacağınız adımları öncesinden planlamışsınızdır. Gerçi biz faniler aklınızdan ne geçtiğini tam olarak anlayamıyoruz. Kimileri açıkça ilan etmeseniz de sürü bağışıklığı modelini uyguladığınızı söylüyor. Ama siz çıkıp kesinlikle böyle bir niyetiniz olmadığını açıklıyorsunuz. Bir gün camilerde Cuma namazını kaldırıyorsunuz. Ama hemen değil. Öncesi var. Okulları tatil ettiğinizde örneğin, Cuma namazlarının camide kılınmasını yasaklamamıştınız henüz. Üzerinden bir hafta daha geçmesini beklediniz. Korktunuz belki, yıllar sonra dili sivri bir siyasetçi çıkar da “bu AKePe zihniyeti camilerimizi kapattı, Cuma namazlarımızı yasakladı” der diye… Sonra peyderpey kafeleri, güzellik merkezlerini, kuaförleri, restoranları kapattınız. Umreden dönenlerin serbestçe girişine izin verdiniz önce. Hatta bizzat ziyaretlerine gitti il başkanlarınız. Sonra bazılarını karantinaya almak geldi aklınıza. Peyderpey. Yaşlılara sokağa çıkmayı yasakladınız en son. Ne âlâ. Ama birileri onların market alışverişini yapacak, birlikte yaşadıkları çocukları, torunları, gençler, evlerine girip çıkacak. Çünkü işyerlerini toptan kapatamıyorsunuz. Önlem paketinize bu süreç içinde insanların geçimlerini güvenceye alacak, bir gelir sağlayacak, elektriklerinin, sularının, doğal gazlarının kesilmesini önleyecek hiçbir şey koyamıyorsunuz.

Bu arada şahsi OHAL önlemleriniz de peyderpey geliyor. Bir hafta, on gün bekledikten sonra. Şimdi testleri yaygınlaştırmaktan söz ediyorsunuz. Her yerde yapılabilecekmiş bu testler. Ama her dileyene değil. Doktordan sevk alması lazım. Yani kendinden şüpheleniyorsa da, önce bir doktora görünmeli. Doktor deyince, muhatap almadığınız Türk Tabipler Birliği’nin ısrarla eldiven, maske gibi en temel güvenlik araçlarına dahi ulaşmada sıkıntı yaşadıklarını açıkladığı sağlık çalışanları. Hani her akşam saat dokuzda full kadro balkona çıkıp alkışlatıyorsunuz ya. Hemen ardından da alkışlar için teşekkür tweeti atıyorsunuz. Bir yandan da virüs taşıdığından şüphelenen kişiyi doğrudan teste yönlendirmeden önce bir sağlık çalışanıyla yüzyüze gelmesini şart koşuyorsunuz. Elinizde yeterince test olduğunu söyleseniz de, bu testler nerede, bir türlü göremiyoruz. 500 binini ABD’ye sattığınızı siz kendiniz söylediniz gerçi. Bir gün öncesine göre daha az test yapıp sonra da vaka sayısının azaldığından söz ediyorsunuz üstelik. Mesela 21 Mart günü 2 bin 953 test yaptığınızı açıklamışsınız. Oysa bir gün önce 3 bin 656 şüpheliye test yapmıştınız. Ne kadar az test, o kadar az vaka. Belki günü gelecek, hiç test yapmayacak ve bugün hiç vaka tespit edilmedi, salgını tüm dünyadan önce alt ettik deyivereceksiniz.

Daha çok laf götürür bu mevzu. Uzatmaya gerek yok. Biz sizin OHAL’inizi gördük; sizi tanıyoruz bayım. Krizi fırsata çevirenlerin, eğer ölmemeyi başarırsak kendi adlarına bu krizden bir fırsat çıkaracaklarını müjdeleyenlerin OHAL’ini. Siz de bizim OHAL’imizi görün isteriz. Biz çoğuz, çoğuluz ve birbirimizden çok farklı yaşıyoruz kendi OHAL’lerimizi. Bir yandan eve giren tek maaşla, küçücük asgari ücretle altı nüfus geçindirmeye çalışıp da “ya evde geçirdiğimiz sürede maaşımız hesabımıza yatmazsa, ya patron işten çıkarırsa” diye düşünenlerin OHAL’i var. Bir yandan günlerdir açamadığı dükkanının kirasını nasıl ödeyeceğini, işçisinin maaşını, sigortasını nasıl yatıracağını hesaplayanların OHAL’i. Geleni, gelmekte olanı görüp de hem canını kaybetmekten, hem ailesinin hayatını tehlikeye atmaktan endişe edenlerin, tatil edilmeyen işyerlerinde çok daha zor koşullarda çalışmaya devam etmek zorunda kalanların OHAL’i. Kendisi işteyken artık okula gidemeyen küçük çocuklarının evde bir başına ne yaptığını düşünmekten kendini işine veremeyenlerin OHAL’i. Eve kapanıp da sonsuz bir gündelik hayat döngüsü içine hapsolan, home-office hayalleri daha ilk günün sonunda sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği, bulaşık, çamaşır, temizlik trafiğine kurban gidenlerin OHAL’i. Marketten aldığı domatesleri 48-72 saat karantinaya alan, deterjanlı suyla yıkayanların, önüne çıkan her şeye dezenfektanlı solüsyon sıkanların OHAL’i. Çinlilerdi, mültecilerdi derken şimdi de nefret oklarını yaşlılara çevirenlerin, başlarına her gelen kötülüğün ardında dış güçler, komplo teorileri ve yeni nefret objeleri arayanların OHAL’i. Hastalanmaktan çok sayılar yüz binlere ulaştığında artık işlemez hale gelecek hastanelere düşmekten korkanların OHAL’i. Cezaevlerindeki en basit hijyen şartlarına, sağlık imkanlarına dahi ulaşamayan yüz binlerce hükümlünün, neyle suçlandığını bile bilmeden yıllarca hapis yatan tutuklunun, aynı davadan iki kez tahliye edilip üçüncü kez tutuklanan Osman Kavala’nın, Selahattin Demirtaş’ın, yüzlerce düşünce suçlusunun, gazetecinin OHAL’i…

Sağlık çalışanlarının, kuru bir alkışa minnet etmeye mecbur bırakılanların OHAL’i sonra. Tüm yüce gönüllülüğünüzle, OHAL’de işten attığınız, ekmeğinden ettiğiniz 15 bin sağlık emekçisinin salgın nedeniyle açılan pandemi hastanelerinde çalışmalarına izin vereceğinizi buyurmuşsunuz . İşe iade değil, yanlış anlaşılmasın. Diyorsunuz ki, ağaç kabuğu yemekten yorulduysanız, virüs kapıp hastalanana ya da ailenize, yakınlarınıza, evdeki yaşlılarınıza bulaştırana kadar, geçici bir süre biz sizi istihdam edebiliriz.

Siz başınıza, pardon başımıza gelen her şeyi, kendiniz için yeni fırsatlara dönüştürme peşindesiniz. Ama bizler de sizi biliyoruz bayım. Sizi görüyoruz.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.