YAZARLAR

Salgınla mücadelede bile göçmenlere yer yok

Yirmi birinci yüzyılın kavimler göçü, korona salgınıyla mücadele kapsamında görmezden geliniyor. Bu durum yarattığı insani trajedinin yanı sıra salgını önlemeyi zorlaştırıp, mevcut tabloyu da ağırlaştıran etkenlerden…

İzolasyon, gönüllü mahkumiyet. Arttırılmış sosyal mesafelenme ihtiyacı elzem. Evimize kapanıyoruz. Bu süreçte evsizler, yoksullar ve göçmenler arttırılmış kimsesizlikle yüz yüze. Ve tabii arttırılmış ayrımcılık. Özellikle ara bölgede unutulanları yenide gündeme taşıyor Hak İnisiyatifi. Türkiye Yunanistan Sınırı Göçmen Krizi Raporu'nu 20 Mart günü yayınlayarak, küresel salgınla mücadele esnasında gözden kaçanları hatırlattı yine hak savunucuları. Raporun tanıtımında yer alan şu satırlar yöntemi anlatıyor: “Bu raporda Hak İnisiyatifi Derneği olarak Türkiye-Yunanistan arasındaki İpsala ve Pazarkule sınır kapıları arasındaki sınır hattına ilişkin gözlemlerimiz ile takip ettiğimiz diğer gönüllü grupların gözlemleri aktarılarak değerlendirilmiştir.” Ülkedeki göç gerçeği de şöyle özetleniyor:

“27 Şubat 2020 tarihi itibariyle Türkiye’de geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı 3 milyon 587 bin 266’dır. 2019 sonu verilerine göre ise Türkiye’de 170 bin Afgan, 142 bin Iraklı, 39 bin İranlı, 5 bin 700 Somalili ve 11 bin 700 diğer ülkelerden gelen olmak üzere toplam 4 milyonu aşkın göçmen yaşamaktadır. Türkiye'de bulunan Suriyeliler geçici koruma statüsünde iken Afganlar, İranlılar, Tacikistanlılar, Iraklılar, İranlılar, Somalililer ise çoğunlukla uluslararası koruma başvurusu sahibi veya statüsüzdür. Bireysel olarak yaptıkları, çok uzun süren başvuru ve ispat süreci ile insani ikamet iznine sahip olabilseler de herkes bunu başaramamaktadır. 2016’dan itibaren Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) mültecilik başvurularını sonuçlandırma sürecinin kesintiye uğraması ve ABD’de Trump hükümetinin mültecilerin ülkeye girişini yasaklayan ‘seyahat yasağı’ olarak bilinen kararnameyi yürürlüğe sokması gibi sebeplerle binlerce mülteci Türkiye’de ne kadar süreceği belli olmayan bir süre boyunca beklemek zorunda bırakılmıştır.”

Dört yıl önce 18 Mart'ta AB ile yapılan geri kabul anlaşması Türkiye’ye düzensiz göçle mücadele yükümlülüğü getirmişti, malum. Türkiye’den Yunanistan sınırına geçişleri önlemeyi üstlenmişti hükümet. Buna karşılık AB, üç milyar avro ile maddi destek sağlayarak Türkiye’nin yükünü azaltacaktı. Mutabakatın imzalanması üzerinden dört yıl geçtiği halde AB tarafından yüklenilen maddi desteğin yerine getirilmeyişini gerekçe gösterdi Cumhurbaşkanı ve Türkiye’nin göçmenlerin geçişini engellemeyeceğini ilan etti. 27 Şubat'tan bu yana süren düzensiz göçün Türk-Yunan sınırına sıkışmış ara bölge hali de böylece başlamıştı. İki sınır arasında Türkiye tarafında göçmenlerin üç kademede yerleştiği bildiriliyor raporda:

“Pazarkule Sınır Kapısı bölgesi göçün ilk günlerinden sonra devlet tarafından üç kademeli bir güvenlik çemberine alındı. Sınıra en yakın çember sadece Valilik izni ile yetkili kurum ve şahısların girebildiği, göçmenlere sivil herhangi bir kimsenin yaklaşmasına izin verilmediği alandı. İkinci bölge akredite insani yardım kuruluşlarının girebildiği ve yardım dağıttığı alandı. Burada bu kurumlardan olabilmek için Valilik ya da Göç İdaresine başvurmak ve sakıncalı görülmemek gerekiyordu. Üçüncüsü ise sivillerin girip yardım dağıtabileceği alandı.”

Raporda Yasin Altıntaş’ın gözlemlerine göre sınır bölgesindeki göçmenler arasında İranlı rejim muhalifleri, de bulunuyor. Ağrı Geri Gönderme Merkezi'nde tutulurken yetkililerce otobüslere doldurularak sınır bölgesine getirildiklerini belirtmişler. Yine Altıntaş’ın gözlemiyle sınırı geçmeye çalışanların çoğunlukla Afgan ve Afrikalı gençler olduğunu öğreniyoruz:

“Nehri geçmeyi deneyenler ise genelde Afgan ve Afrikalılardan oluşan bekar genç gruplardı. Yılmadan, tekrar tekrar deniyorlardı. Çünkü şimdi sınırı geçemezlerse ileride insan kaçakçılarına birkaç bin dolar ödemek zorunda kalacaklarını, bu parayı biriktirmek için ise birkaç yıl daha Türkiye'de ağır şartlarda çalışmak zorunda olacaklarını biliyorlardı.” Hak İnisiyatifi'nin raporu, Erdoğan-Merkel görüşmesi sonrası sınırın ara bölgesindeki hayatta yaşanan değişimleri seriyor göz önüne:

“Pazarkule Sınır Kapısı’ndan 1 km. gerisine kadar 11 Mart itibariyle giriş çıkışın Valilik izniyle ve göçmenler için parmak iziyle yapıldığı bir kamp alanı oluşmuş. Bir yandan göçmenlerin yaşam koşulları iyileştirilerek bölgenin göçmenler için kalıcı bir kamp haline getirilmesine zemin hazırlanmakta, öte yandan göçmenlerden geçmeyi başaramayan veya dönmek isteyenlerin geri dönüşlerini teşvik edecek anonslar yapılarak Göç İdaresi tarafından İstanbul’a ücretsiz otobüsler kaldırılmaktadır.”

Sonuç bölümünde bir alıntıyla raporun tamamını okumak isteyenler için buraya bırakayım: “Hak İnisiyatifi Derneği olarak, Yunanistan’ın kendisine göçmek/kendisinden transit geçmek isteyen insanları ülkeye almak istememesi ve bu insanlara karşı şiddet ve orantısız güç uygulamasını şiddetle kınıyoruz. Bununla birlikte, göçmenlerin iradesini sakatlayarak ya da göçmenleri zorlayarak sınıra götürmek, bir şekilde sınırda yer alan göçmenlerin geri dönmesini engellemek ve çeşitli beyan ve politikalarla göçmenleri siyasi çekişmelerin aracı haline getirerek değersizleştirmek ve nesneleştirmek de kesinlikle kabul edilemez. Hak İnisiyatifi Derneği olarak tüm sınırların yapay ve tüm insanların -birbirleriyle tam da eşit şekilde- gerçek olduklarını ilgililere hatırlatma gereği hissediyoruz. İlerleyen süreçte de göçmenlere yönelik ihlallerin takipçisi olacağımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

Gözlemlerin gerçekleştirildiği tarihler henüz Türkiye’nin korona virüsü küresel salgınıyla yüzleşmediği zamanlara ait olduğu için salgınla mücadeleye dair izler yer almıyor raporda. Ancak orada, ara bölgede hâl'a göçmen gerçeğinin yaşanmakta olduğunu ve salgınla mücadele çerçevesindeki resmi açıklamalarda onlara yer verilmediğini biliyoruz. Yirmi birinci yüzyılın kavimler göçü, korona salgınıyla mücadele kapsamında görmezden geliniyor. Bu durum yarattığı insani trajedinin yanı sıra salgını önlemeyi zorlaştırıp, mevcut tabloyu da ağırlaştıran etkenlerden… Yeni hak ihlallerinin bizi beklediği ama hükümetlerin tek önceliğinin kendi iktidarını korumak olduğu öyle açık ki…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.