YAZARLAR

Eski başbakan, orda dur!

Gelecek Partisi’nin Twitter hesabından OrdaDur etiketiyle 7 video yayınlandı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yayınladığı videoları izleyen bizlerden yeni bir yola girdiğine inanmamızı bekleyen Davutoğlu’ndan samimi bir özür beklemek çok olmasa gerek. Peki Davutoğlu ne yapıyor? Her zaman yaptığını: İnkâr.

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, ne yaparsa yapsın, Türkiye’yi bugüne getiren koşulların inşasındaki rolüyle samimi bir yüzleşme yaşamadığı sürece geçmişin gölgesini hep üzerinde taşıyacak bir isim. Kendisi, biliyorsunuz her şeyin onun başbakanlığı sona erdikten sonra kötüye gittiğini iddia ediyor; hatta muhtemeldir ki, kişiliği gereği buna gönülden inanıyor. Ne var ki, kurucusu olduğu Gelecek Partisi’nin bir gelecek vaat etmesi ancak bu “yüzleşme” ile mümkün olabilecek. En azından başbakanlığı dönemindeki sorumluluğunu kabul etmesi ile. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yayınladığı videoları izleyen bizlerden yeni bir yola girdiğine inanmamızı bekleyen Davutoğlu’ndan samimi bir özür beklemek çok olmasa gerek.

Dün sabah Gelecek Partisi’nin Twitter hesabından OrdaDur etiketiyle 7 video yayınlandı. Bu 7 videonun beşinde üniversite mezunu olup da KPSS’ye girmesine rağmen bir işe yerleşemeyen, gazeteciyken Sarı Basın kartı iptal edilen, bir telefonla işten atılan, doktorken KHK ile ihraç edilen, yargılanan, beraat ettiği halde işine iade edilmeyen, ilkokul mezunu olup tazminatsız işten atılan, hakları gasp edilen kadınları görüyoruz. Bu 7 kadının ortak özelliği, -tıpkı Davutoğlu’nun partisi gibi erkek olan- dış sesin “şöyle yaptın, böyle yaptın”, “dış güçler, birlik dedin, beka, dava dedin, tehlike büyük, KHK dedin”, “şu vatan haini dedin, sana güvendi” diye hitap ettiği her kimse, onun yapıp ettiklerinin mağduru olmaları. Kadınlar, hiçbir şey yapmadan, dudaklarında müstehzi bir gülümseme, öylece kameraya bakarken dış ses onların hikayesini anlatıyor. Videonun sonuna gelindiğinde, o ana kadar söylenenleri dinlemekle yetinen bu kadınlar, sağ ellerini kaldırarak dur işareti yapıyorlar. Kırmızı bir etiket geliyor ekrana: Orda Dur, ünlem!

Kadınların bir ortak yanları daha var; bugüne kadar kendilerine söylenenlere “eyvallah” demiş hepsi de. Yani inanmış, ama sonradan kandırıldıklarını anlamışlar. Yine de her şeye rağmen bu kadınların 5’i bugüne kadar “kol kırılır yen içinde kalır” demiş. Dış ses öyle diyor. Yani şikâyet etmemişler. Atasözünün sözlükteki karşılığına bakacak olursak, “aile içindeki anlaşmazlıklar, kavgalar, bireylerin kusurları sır olarak aile içinde kalmalı, dışarıya duyurulmamalıdır” demişler. Anlayacağınız, tıpkı ortak olduğu suçlar karşısında yıllarca sessiz kalan Davutoğlu gibi, bu kadınlar da yıllarca maruz kaldıkları ve muhtemelen tanık oldukları tüm haksızlıklara ve sömürüye rağmen, itiraz etmemişler.

Diğer iki videoda ise mesele biraz daha karmaşıklaşıyor. Bunlar “kol kırılır yen içinde kalır” demeyen kadınlar. Dış ses, “kol kırılır yen içinde kalır demedi” diyor açıkça. Biri Şule, öbürü Betül. Hadi bunlara biraz daha ayrıntılı bakalım: Birinci video Şule’nin 28 Şubat mağduru olduğu bilgisiyle başlıyor. İlk cümle, bize, izleyiciye hitap ediyor. Sonrasında derdi muktedirle. Dış ses sen yaptın, ettin, diye konuşuyor: “Oy ver, mağduriyetin bitsin dedin, tamam dedi. Daha yeni geldik, sabır dedin, eyvallah dedi. Belediye taşeronlarında idare et dedin, sana güvendi. Sayesinde güçlendin. Liyakatsizlere paye verdin. Kol kırılır, yen içinde kalır, demedi. Bin yıl sürecek değil ya, senden hakkını istedi. Şule’yi 28 Şubat’la korkutmaya devam ettin. O 28 Şubat’a boyun eğmedi, sana hiç eğmez, çünkü çantada keklik değil. Orda dur!”

Siyasal iletişim bakımından ele alındığında, mesaj her yönüyle çok güçlü. Hem 28 Şubat mağduriyeti üzerinden seçmenin nasıl sömürüldüğünü, hem insanların biz olmazsak 28 Şubat’a geri dönülür” diyerek nasıl korkutulduğunu, hem taşeron adı altında hakların nasıl sömürüldüğünü, hem de bugüne kadar iktidar tarafından çantada keklik görünen seçmenin artık başka bir seçeneğinin bulunduğunun farkına vardığını iddia ediyor. Oysa bundan birkaç yıl önce, 7 Haziran seçimlerinde meydanlara indiğinde, 1 Mayıs’ta Çankırı’da, 5 Mayıs’ta Kars’ta seçmeninden oy isterken “Bir daha 28 Şubat zulmünün bu memlekete gelmesine izin verir misiniz? 28 Şubat zihniyetli Kılıçdaroğlu’na haddini bildirecek misiniz? İmam hatiplerin ortasını tekrar kapatmak için plan yapan Kılıçdaroğlu’na haddini bildirecek misiniz? Diyanet’i kaldıracağız diyen Demirtaş’a haddini bildirecek misiniz?” diyerek seçmenini 28 Şubat’la korkutan Davutoğlu’nun kendisiydi. 28 Şubat 2016’da, hâlâ başbakanken yayınladığı mesajda, partisinin “28 Şubat 1000 yıl sürecek” diyenlerin hedeflerini nasıl da boşa çıkardığıyla övünen de kendisiydi.

Gelelim diğer videoya. Kol kırılır, yen içinde kalır demeyen ikinci kadın: Betül. KHK ile üniversiteden atılmadan önce bütün hayatını öğrencilerine ve derslerine adamış, bilgiyi aktarmak, paylaşmak ve üretmek için çabalamaktan büyük zevk alan değerli meslektaşım, arkadaşım, Gazete Duvar’daki köşedaşım Nur Betül Çelik’le aynı adı taşıyor. Dış ses yine adını koymadığı muktedire sesleniyor: “Demokrasinin ışığı bilim dedin. Tamam dedi. Oku, araştır, yaz dedin. Eyvallah dedi. Düşünce özgürlüğü teminatım dedin, sana güvendi. Ben bilirim dedin, fikrini sormadın, hiç danışmadın. Kol kırılır, yen içinde kalır, demedi. İfade özgürlüğüm dedi, boyun eğmedi. Betül’ü üniversiteden attın. Farklı fikirlere kapıyı kapattın. Betül kölen değil. OrdaDur!”

Pek çok yönüyle sorunlu bir video. Betül adına konuşan erkek dış ses, onun iktidarla kurduğu ilişkinin niteliğinden emin görünüyor. Başlarda onun sözlerine güveniyor, onun talimatlarını kabul ediyor, ona tamam, hatta “eyvallah” diyor. Yani o da kandırıldığını sonradan anlayanlardan. Nihayetinde boyun eğmiyor, ifade özgürlüğünü savunuyor ve üniversiteden atılıyor. Dış ses, videonun sonunda Betül kölen değil, diye çıkışıyor muktedire. Yalnızca iktidarın çıkarlarına uygun düşen, ya da hadi hak yemeyelim, ters düşmeyen bilginin üretilmesine izin verilen üniversitelerin adım adım nasıl inşa edildiğine yakından tanık olan Betül’ün ne onun adına “orda dur” diyen bir dış sese ihtiyacı var oysaki, ne de kimsenin kölesi olmadığını ve olmayacağını ilan edecek başkasına. Biat etmeyen, iktidara boyun eğmeyen, doğru bildiğini söylemekten sapmayan kadın ve erkek akademisyenlerin bunca yıldır başlarına gelenler, bunun en açık göstergesi değil mi? Gelelim, Betül’ün adına konuşan erkek dış sesin işverenine. Bundan yaklaşık dört yıl önce, Betül’ün üniversiteden atılma sebebi olarak gösterilen -videoda açıkça belirtilmese de ifade özgürlüğü vurgusundan anlaşılabilecek- “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi yayınlanır yayınlanmaz, Cumhurbaşkanı akademisyenlere “aydın müsveddeleri” demiş ve YÖK gereğini yapacaktır” açıklamasını yapmıştı. Dönemin Başbakanı, kendisi de bir akademisyen olan Ahmet Davutoğlu ise TÜBİTAK’da katıldığı bir toplantıda bildiriden büyük üzüntü, hicap duyduğunu belirtirken “akıl dışı bir bildiri”, “fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez” buyurmuştu. Ertesi gün Dolmabahçe Sarayı’ndaki ofisinde YÖK üyelerine hitap ederken akademisyenlerin bildiriyi okumadan imzaladıklarını iddia etmiş ve “eminim birçoğu neye imza attıklarını, neyi imzalamış olduklarını zihinlerinde bir ölçüp tarttıklarını bu imzalarını geri çekeceklerdir” diyerek adeta akıllarıyla alay ettiği akademisyenleri imzalarını geri çekmeye davet etmişti. Sonrasında yaşananlar malum.

Davutoğlu’nun ağzından o günlerde söylediklerine dair en ufak bir pişmanlık ifadesi duymadık bugüne dek. Çok zor değil, “Hata ettim, büyük yanlış yaptım, meslektaşlarımın yanında durmadım, onların özgürlüklerini savunmadım, bütün bunlara sebep olanlar arasında ben de varım” demek. Yeni bir başlangıç için... Peki Davutoğlu ne yapıyor? Her zaman yaptığını: İnkâr. 7 Şubat’ta T24’e yaptığı açıklamada kendisinin bu konuda Erdoğan’la ters düştüğünü, bildirinin fikir özgürlüğü olduğunu söylediğini, Erdoğan’ın kendisine “teröristleri savunuyorsun” diye çıkıştığını söylüyor. O günlerde söylediği sözler ortadayken.

İşte şimdi Davutoğlu, üstelik de 8 Mart gibi bir günde, bugüne kadar yaptıklarından hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeksizin, bir özür bile dilemeden, atanamayan öğretmen, işsiz bırakılan gazeteci, akademisyen, hakları gasp edilen işçi, üniversite mezunu, “çantada keklik görülen” başörtüsü mağduru kadınlar hakkında konuşmaya cüret edip bir erkeğin dış sesiyle Orda Dur! diyor gözümüzün içine baka baka. Elimde değil, hem bir kadın olarak, hem de ifade özgürlüğünü kullandığı için işinden edilen, hakları gasp edilen bir akademisyen, yargılandığı davadan beraat ettiği halde işine iade edilmeyen bir KHK’lı olarak Davutoğlu’na en güçlü kadın sesimle “Davutoğlu, Orda Dur!” diyesim geliyor.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.