YAZARLAR

Yağmur Ormanı'nda bir pazar günü

Juliana gelirken kazandaki mancuyakaları alıp, yeşil tişörtün içine koydu. Sıcaktılar. Sonra birer tane bize verip, giydi tişörtü. Onundu zaten havlu olarak kullanmadığımız zamanlar. Islaktı ve mancuyaka parçaları vardı üstünde ve biraz boa yılanı pulu da belki. İki-üç yuka daha attı kazana. Dün toplamıştık, çoktular.

Bu günlerden ne dedi. Pazar dedim. Bilmiyordum ne günü olduğunu ama umrumda değildi. Onun da değildi. Kalkıp biraz ilerideki gölcükte boa yılanı hâlâ orada mı diye bakmaya gitti. Yeşil tişörtü de yanına aldı. Havlu olarak kullanıyorduk onu. Boa yılanı sudan çıkmışsa, yıkanacaktı çünkü orada. Yukarıdan kalın dala tutunup, çıkarken gördüm yılanı. Islakken daha güzel görünüyordu ve daha hızla kayıyordu ağaçta, galiba…

Biraz ilerde ateş yanıyordu. Kazan duruyordu üstünde yine. Üç-dört mancuyuka (tatlı patates) haşlanıyordu içinde. Aynı zamanda kahve yapıyorlardı aynı suda ya da kahve yaparken içine mancuyuka atıyordu Miguel. Kahveyi ayrı yapsak ya diyordum gülüyorlardı bana. Ağzıma kahveden biraz toprak tadı gelince, rom ekliyorlardı içine ve zaten ağzına kadar şeker dolu oluyordu kahve. Şeker kamışı desem daha doğru. Merdane gibi bir şeyde sıkıştırıyorduk onu. İçindeki saklı güneş rom oluyordu sonra.

Sabah yağmuru başlamak üzereydi. Boa yılanı görünmüyordu. Aynı dala yeşil tişörtü asmıştı Juliana, askılık gibi işte. Her şeyi var oluyor ormanda insanın ve en önemlisi hiçbirini satın almak zorunda değilsin. Biraz daha sudan çıkmazsa, kurulanması gereksiz olacaktı. Gelene kadar ıslanacaktı zaten. Bazen sadece, soyunup biraz kuytuda yağmurda duruyorduk onunla. Topraksızlar, ‘tuhaf bunlar’ diye gülümseyerek bize bakıyorlardı. Biraz sonra pek aldırmıyorlardı. Yağmur kokuyorduk sonra biraz, kahve içene kadar ve toprak geliyordu ağzıma, yalan söylediğim de oluyordu toprak kokuyor diye ve rom ekliyorlardı.

Yağmur, rom ve kahve kokuyorduk, şekerli…

Juliana gelirken kazandaki mancuyakaları alıp, yeşil tişörtün içine koydu. Sıcaktılar. Sonra birer tane bize verip, giydi tişörtü. Onundu zaten havlu olarak kullanmadığımız zamanlar. Islaktı ve mancuyaka parçaları vardı üstünde ve biraz boa yılanı pulu da belki. İki-üç yuka daha attı kazana. Dün toplamıştık, çoktular.

Dün çok çalışmıştık, sanırım iki saat kadar…

-Sao Paulo yakınında başka bir Topraksızlar komününde, sorumlu kadın arkadaşla konuşuyordum- O komünde içki yasaktı. Öyle karar vermişlerdi -Kuralları çiğneyen olursa ne yapıyorsunuz diye sordum. ‘Mesela şiddet kullanmışsa komünden atıyoruz’ demişti. ‘Daha ufak bir şeyse, ortak alanlarda çalışma cezası veriyoruz. Mesela otları biçiyor’ demişti. ‘Bir yandan emeği yüceltip, çalışma cezası vermek paradoksal değil mi ?’ dedim. Evet ama fonksiyonel dedi.-

Gelip hamağa uzandı Juliana. Yarın günlerden ne diye sordu. Pazar dedim…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...