YAZARLAR

Japon filmleri Hollywood’da: 'Korktun mu? Korkmalısın'

Japon kültürünün kendine has korku öğelerine yaslanan korku filmleri kendi kültürel dinamikleri içinde tutarlı ve etkileyici bir atmosfer kurarken, kültürel arka planı taşıyamayan gölgesiz Hollywood yeniden çevrimleri, Japon korkularının etkilerini pahalı yapımlara çevirseler de çoğu zaman yakalayamıyorlar. Japonların kendine has kültürel kodlara yaslanarak çektikleri yerel filmlerin, Hollywood’da neye dönüştüklerine bakmak istedim.

Geçen hafta vizyona giren Garez filmi, Japon sineması merkezli korku filmleri arasında artık bir klasik haline gelen Garez serisinin ikinci Amerikan yeniden çevrimi. Sadece Japon sinemasında 10’dan fazla Garez filmi var. Üstüne Hollywood yapımcıları da bu seriyi keşfedip 2000’lerin başında üç film de onlar çıkarmıştı. Yetmemiş olacak ki 2020 ürünü yeni bir Garez filmini piyasaya sürdüler. Garez serisi evde bulunan bir kötü ruhun eve gelenleri etkisi altına alması ve gittikleri farklı evlerde de aynı etkiyi yapması üzerinden inşa edilmiş bir yapım. Hollywood yapımlarının aksine kötü ruhların kazandığı bir savaşı anlatan seride; yok edilemeyen kötü ruh, esasen Japon inancında var olan yapılan yanlışların cezalandırılması yaklaşımından alıyor gücünü. Filmin analizini, derdini, tasasını, sıkılmış bir limondan arta kalanların neler olduğunu uzun uzun yazmak yerine Japonların kendine has kültürel kodlara yaslanarak çektikleri yerel filmlerin, Hollywood’da neye dönüştüklerine bakmak istedim.

TÜKENMEYEN KAYNAK KUROSAWA

Yeniden çevrimler, sinemanın her döneminde başvurulan bir döngü. Japon sinemasının unutulmaz ismi Akira Kurosawa da Hollywood tarafından kısa sürede keşfedilmişti. Bizim için Japon kültürünün önemli unsurlarını sinemaya taşıyan isim olarak görülse de Japonya’da Dostoyevski ve Shakespeare’den uyarlamalar yaptığı için yerel dinamiklerden uzak olduğuna dair eleştirilerle de karşılaşıyordu. Kurosawa’nın Yedi Samuray filmi samurayların insani yönlerine odaklanmış ve Japon kültürünün kadim geleneğinin geçirdiği dönüşümü resmetmişti. Kurosawa Yedi Samuray’da, sahipsiz kalmış samurayların karın tokluğuna yoksul köylülere yardım etmesinin hikayesinden; sınıf çatışmaları, samuray ruhu, kadın erkek ilişkileri, şehirleşme ve modernizm üstüne belli bir bilinçle görsel önermelerde ve tespitlerde bulunurken, 1960’ta bir western filmine kaynaklık edecekti. John Sturges’in yönettiği The Magnificent Seven, Yedi Samuray’ın serbest bir uyarlaması. Ancak John Sturges’in yönettiği The Magnificent Seven filminde Yedi Samuray’ın derinliğini göremeyiz. Meksika’daki zorda kalan köylüleri kurtarmaya giden Kovboylara dönüşen kahramanlar, ABD’nin sınır ötesi “kurtarıcılığının” sinemadaki ilk örneklerinden biriydi. Devam filmleri de çekilen The Magnificent Seven serisi, western filmlerinin klasikleri arasında yerini aldı. 2016’da aynı isimle yeniden sinemaya taşındı. Fakat önemli bir etki yapmadı.

Kurosawa’nın samurayları merkeze aldığı yapımlar farklı dönemlerde Batı ve Amerikan sinemalarında yeniden yaratıldı. Kurosawa’nın 1961’de çektiği Yojimbo bu filmlerden biri. 1800’lerde geçen film, orta sınıfın ortaya çıkışı ve hanedanlığın yıkılması ile sahipsiz kalan bir samurayın, şans eseri bir kasabaya gelişi ve olaylara karışması konu edilir. Filmde tabanca ile kılıcın savaşını izleriz. Filmin anti kahramanı Sanjuro ve tabancalı adam karşı karşıya geldiğinde kazanan geleneksel değerler olacaktır. Kurosawa modern topluma giden yolda yozlaşan değerleri, devletin köhnemişliğini, Japon toplumunun dejenere halini gözler önüne serdiği yapımı Yojimbo, üç filme kaynaklık etti. Sergio Leone tarafından 1964’te Amerikalı oyuncularla çekilen en iyi western filmlerinden biri A Fistful of Dollars’a, John C. Broderick’in çektiği fantastik filmi The Warrior and the Sorceress’e (1984) ve Walter Hill’in yönettiği Bruce Willis’in oynadığı Last Man Standing’e. (1996) Kendi başlarına başarılı sayılabilecek projeler olsalar da Yojimbo’nun katmanlı yapısı, derinliği, kültürel kodları bu yapımlarda göremeyiz.

GODZİLLA: YAŞLI VE HEYBETLİ

Japon sinemasının kendine has bütün kahramanları ve formları zaman içinde Hollywood’a taşındı. Kurosawa’nın samuraylarından sonra daha şehirli ve daha zalim bir figür de Hollywood’da kendine yer buldu. Sonunda Japon kültürüne ait bölgesel bir canavar da yapımcılar tarafından keşfedilmişti. 1950 sonrası ortaya çıkan Godzilla, Japonların müstakil bir canavarıydı. Sinema tarihinin ilk serilerinden biri olan Godzilla serisinin ilk filmi 1954 yapımı. Sinema tarihi açısından büyük bir yenilik olan Godzilla kavramı, Japonca goril ve balina kelimelerinden türetilmişti. Toplamda 30 civarı Japonya merkezli Godzilla filmi var. İlk Hollywood Godzilla filmi ise 1998’de yapıldı. 2014’te de ikinci ABD işi Godzilla’yı Gareth Edwards çekmişti. Toplamda üç Amerikan merkezli Godzilla yapımı var. Yeri gelmişken bahsini açalım. Kuzey Kore işi Godzilla da var. Pulgasari isimli devrimci Godzilla Güney Koreli yönetmen Shin Sang-ok’un kaçırılıp Kuzey Kore’de çektiği filmlerden en meşhurudur. Meraklısı bu köşede daha önce yazdığım Kuzey Kore’de Sinema yazıma bakabilir.

Kapalı ülkenin görsel hazinesi: Kuzey Kore’de sinemaKapalı ülkenin görsel hazinesi: Kuzey Kore’de sinema

HİDEO NAKATA UYARLAMALARI

Yeniden çevrilen Japon filmlerinin en ses getiren örneklerinin başında 1998 yılında Hideo Nakata’nın çektiği The Ring-Halka filmi geliyor. Korku filmlerine yeni bir anlayış getiren film, 2002’de Gore Verbinski’nin yönettiği Hollywood uyarlamasıyla karşımıza yeniden çıktı. İlkinden haberdar olmayan büyük bir izleyici kitlesi bu “yeni” filmi ilgiyle izledi. Serinin devam filmini yapımcıların daveti üzerine Nakata ABD’ye gidip kendisi çekti. Toplamda 2002-2017 arasında dört tane Hollywood merkezli Halka filmi çekildi.

Japon korku sinemasının ustası Hideo Nakata’nın çektiği başka bir film de yeniden Hollywood yoluna düşmüştü. 2002 yapımı Dark Water, üç yıl sonra 2005’te Walter Salles tarafından yeniden çevrildi. Ne var ki film orijinalinin yaptığı etkiyi yaratmaktan oldukça uzaktı.

Bazen Uzakdoğu merkezli filmlerin Hollywood yapımlarında Uzakdoğulu yönetmenlerin çalıştığını görüyoruz. 2004’te Taylandlı yönetmen Banjong Pisanthanakun’ın çektiği Shutter 2008’de aynı isimle Hollywood’da yeniden çekildiğinde yönetmen koltuğunda Japon yönetmen Masayuki Ochiai oturuyordu. Ancak filmin ilki kadar vurucu bir etkisi yoktu.

Japon kültürünün kendine has korku öğelerine yaslanan korku filmleri kendi kültürel dinamikleri içinde tutarlı ve etkileyici bir atmosfer kurarken, kültürel arka planı taşıyamayan gölgesiz Hollywood yeniden çevrimleri, Japon korkularının etkilerini pahalı yapımlara çevirseler de çoğu zaman yakalayamıyorlar. Ne var ki dağıtım ağlarının kuvvetiyle genel izleyici kitlesi bazen sadece Hollywood yorumuyla tanışıp Japon filmlerinden habersiz oluyor.


Rıza Oylum Kimdir?

1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, RadikalGenç, Birgün, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı, Sendika.org, ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri ve İran Sineması kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihâzırda bir vakıf üniversitesinde sinema tarihi dersleri veriyor. Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.