YAZARLAR

Halep’in coşkusu İdlib’e ne söylüyor?

ABD’yle Kürtler konusunda tersleşip Rusya’yla ortaklaşan, rotası belli Rus troleybüsü kendi kapısından geçmeyince tekrar yüzünü ABD’ye dönen, sahanın yakıcı denklemi karşısında yeniden Moskova’nın kapısını çalan, “Zor oyunu bozar” mantığıyla oturduğu Rusya masasından hezimetle kalkınca yeniden ABD’nin ayartıcı vaatlerine oynayan bir döngü. 

Moskova ile pazarlıklar sonuç vermeyince Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “İdlib’i bırakmayacağız” diyor. Neden? Yoksa İdlib, Suriye seferinin ganimeti mi?

Türkiye’nin Suriye’de ne duruma düşürüldüğü, hamaset deryasında boğulurken anlaşılamaz. Öteki taraftan bakmalı. Leyramun, Anadan, Haritan, Kefr Hamra gibi Halep’in kuzeybatı kırsalı tamamen Türkiye destekli silahlı grupların elinden geri alındığında Halepliler sabaha kadar kutlama yaptı. Bazıları “Rejim yaptırdı” deyip beyin loplarının konforunu bozmayabilir.

2015’de Halep’e gittiğimde Leyramun’da 100 kişinin çalıştığı kimya fabrikasının sahibi Basil Nasri, doğrudan Erdoğan’ın Suriye siyasetinin sonuçlarına taalluk eden kişisel hikayesini anlatmıştı. “Fabrikamın başına ne geldiğini bilmiyorum. Ara sıra Google'dan uydu görüntüsüne bakıyorum. Bu terör bitsin aynısını hemen yeniden inşa ederim. Bu azim hepimizde var" diyordu.

Bu süreçte fabrikaların kaderi yağmalanmaktı, kendilerine devrimci diyen güçler tarafından. O zaman Şeyh Neccar Sanayii Kenti’nin bütün sokaklarını gezmiş, yağmalanmış fabrikaların halini görmüştüm. Herkesin hikâyesi aşağı yukarı aynıydı: Silahlı gruplar makineleri ve değerli parçaları söküp Bab el Heva-Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye götürdüler, orada sattılar.

Şeyh Neccar Sanayi Kenti Genel Müdürü Hazım Accan da “Buraya 2000’de 145 milyar Suriye Lirası yatırım yapıldı. 2005’te faaliyete geçti. 963 üretim tesisi var. Fabrikalar tekstil, gıda, kimya, ilaç, alüminyum, demir, plastik ağırlıklı. Şu anda bunların 366’sı çalışıyor. Geri kalanların tamamı zarar gördü. Elektrik ve su altyapısı da çöktü. Tesislerin yarısı tamamen söküldü, Türkiye’ye götürüldü” diyordu.

Yağmacının pazarı Kilis, Gaziantep ve Hatay’da dönüyordu. Makinelerin izini sürüp bulanlar vardı. Hatta parasını verip yeniden satın alanlar oldu. Türkiye’den kıymetli parçaların tespiti ve sökümü için ‘makine avcıları’ getirtiliyordu. Tabii buna ‘ganimet’ diyorlar, suçu suç olmaktan çıkarmak için! “Ganaimdir şükür, sual olunmaz!”

Şeyh Neccar’ı gezip fabrika sahiplerini dinledikten sonra Halep Sanayi ve Ticaret Odası’na gitmiştim. Binanın girişinde yere serilmiş ve üzerinde “Halep’in devşirme hırsızı… ” ifadesinin yazıldığı bir portreyi gördüğümde şaşırdığımı söyleyemem. Sokakta kulağımıza çalınanlar afişe yansımıştı. Sadece içim burkuldu, utandım. Suriye’nin ana atar damarı Halep ‘devrime’ katılmamış ama ağır bedel ödemişti. Öfkesi büyüktü. Adresi de belliydi.

Tarihi Halep çarşısının ihtişamlı günlerini bilip de tarumar edilmiş haliyle sarsılmamak ne mümkün! O zaman Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Batılı ortakların gözdesi İslamcı grupların çatı örgütü İslami Cephe tünellere yerleştirdiği bombalarla yol açtığı infilakın görüntülerini gururla servis ediyordu. Güya rejimin noktalarını havaya uçuruyorlardı. Carlton Hotel’i uçuran saldırıda 500 kilo patlayıcı kullanılmıştı. Bunun gibi tünellerden 4-5 şiddetinde deprem etkisi yaratan 13 büyük saldırı düzenlenmişti. Fransızlar döneminden kalma Hükümet Sarayı ve Sanayi Odası da tünellerden gelen dehşetle havaya uçmuştu.

900 yıllık Emevi Camii tamamen askeri karargâha dönüştürülmüş, kum torbaları ve bidonlarla mevziler yapılmış, karşı tarafa ateş açmak için borular yerleştirilmişti.

Mutfak tüplerinden yapılmış “Cehennem Roketleri” tarihi binaların bulunduğu sokaklardan yükseliyordu.

O zamanki Vali Muhammed Mervan el Ulabi ile görüşmüştüm. Binaya düşen mermileri makam odasında sergiliyordu. Birinin üzerinde "Şebbihaya hediyemizdir" yazılıydı. Vali, Halep’e atılan roketlerle 11 bin insanın öldüğünden bahsediyordu. Elbette devlet de bunlara karşı savaşını lazer ışıklarıyla yürütmüyordu! Derdim karşı taraftan görülen manzarayı azcık resmedebilmek. Halepliler neden sabaha kadar kutlama yaptı? İşte bunu anlamak!

***

O zaman Halep bölünmüş haldeydi. Doğu tarafı silahlı grupların elindeydi. Eski Halep’te de çatışmalar sürüyordu. Bölünmüş caddeler keskin nişancılara karşı perdelenmişti.

2016’nın sonunda Halep hükümet güçlerinin kontrolüne geçtikten sonra kentin sokaklarını karış karış gezdim. Yıkımın boyutları ürkütücüydü. Husreviye Camii, Han el Vezir, Adalet Binası, El Şabani Okulu, Nahasin Hamamı, Yalbuğa el Nasri Hamamı, Mihmandar Camii, Kemaliye Camii, El Zaviye el Sayadiye, Hotel Dar-Zamaria ve Sarraf Pazarı yıkılanlar arasındaydı. Harabeye dönen Emevi Camii’nin devamında Medine Çarşısı haraptı. 22 çarşı ve hanı içeren, sokaklarının uzunluğu 13 kilometreyi bulan Medine Çarşısı. Işıltılı koridorları artık kara birer dehlizdi. Kapı ve çerçevesi geride bırakılmış tek bir dükkân yoktu.

Halep’te çok suç işlendi. Ve bunlar Türkiye’nin hesabına da yazıldı. Burada yenilen gruplar İdlib’dekilere katıldı.

Silahların gölgesinde kalan insanlar için yaşamak belki cephe tutmayı gerektiriyor. Evinin önünde silahlı muhaliflerin barikatına kum torbası taşıyanlar, o barikat yıkılırken de askerlere el verenlerdi. Anlaşılmayacak hiçbir şey yok; basit bir hayatta kalma dürtüsü. Ancak genel olarak insanlar savaşın bütün vahşetini ve çirkinliğini yaşadı, silahlı grupların Suriye’ye vaat ettiği geleceği gördü. “Önce savaşı bitirelim sonra yapılacak çok işimiz var” sözlerini duymak da mümkün. Elbette Suriye 2011 öncesine dönemez. Burası ayrı. Bedel ödemiş bir halkın değişim talepleri farklı bir ağırlıkta olacaktır.

***

Biz Halep’i anımsarken Erdoğan, İdlib’deki örgütlere kalkan olurken “Kendi toprağını savunanlar mı terörist? Bunlar direnişçi” diye soruyor. Halep’in aynası bunun nasıl bir illüzyon olduğunu berrak şekilde yansıtıyor.

"ABD ile her an her türlü dayanışmamız olabilir. İdlib harekâtı artık bir an meselesidir” diye üsteliyor. Rusya da işin nereye gideceğini gösteren bir yanıt veriyor: “Suriye'deki meşru orduya karşı bir Türk askeri operasyonu olabilecek en kötü seçenektir.”

Türkiye’nin bugünü ve yarınına feci neticeler bırakan cari siyasetin dününü bir kenara bırakırsak zararın neresinden dönülerse kârdır hesabıyla belki en kestirme çıkış, Adana Mutabakatı temelinde geliştirilecek bir yol haritasıdır. Bu çerçevede Rusların masaya getirdiği harita beğenilmemiş! Alternatifi ne? Savaş mı? ABD, Britanya ve Almanya’nın üçlü açıklamasına bel bağlayıp "Savaşsa savaş" demeye devam mı edilecek? Bu savaş kimin için verilecek? Ve ne getirecek?

İçinde bulundukları illüzyon bir politikaya dönüşmese ya da kritik dönemeçlerde ülkeyi ateşe atan stratejik kararlara yansımasa basit bir değerlendirme diye kenara itilebilir. Lakin değil öyle.

ABD’yle Kürtler konusunda tersleşip Rusya’yla ortaklaşan, rotası belli Rus troleybüsü kendi kapısından geçmeyince tekrar yüzünü ABD’ye dönen, sahanın yakıcı denklemi karşısında yeniden Moskova’nın kapısını çalan, “Zor oyunu bozar” mantığıyla oturduğu Rusya masasından hezimetle kalkınca yeniden ABD’nin ayartıcı vaatlerine oynayan bir döngü. Bu savrulmuşluğu politik gerçeklikle izah edemiyoruz. Belki artık psikoloji imdadımıza yetişir.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.