YAZARLAR

‘Narcos: USA’ ne vakit?

Toplamda beş sezonun ardından “Narcos”ta anlatılanın değil, anlatıcının da kafa yapısı hakkında bizlere fikir veren bazı sonuçlar sıralayabiliriz artık. İlki bu kadar büyük arzı ortaya çıkaran şeyin ABD’deki büyük talep olduğu gerçeği. İkinci olarak, ortada dönen para büyüdükçe şiddetin de büyüdüğü. Üçüncüsü bu kolay paranın önce kazananları sonra kamu kurumlarını, ardından kamusal alanları ve giderek toplumu çürüttüğü. Dördüncüsü Escobar ya da Félix herkesin yerinin kolayca doldurulabildiği, bütün görkemlerine rağmen bu insanların gelip geçici olduğu gerçeği. Ve son olarak bütün bu denklem içinde “ABD’nin en masum olan” olduğu gerçeği! Yani en azından bu dizilere baktığımızda durum bundan ibaret.

Netflix’in 2015 tarihli “Narcos” serisi, tarihin en büyük uyuşturucu baronlarından birisi olan Pablo Escobar’ın yükselişi ve düşüşüne götürüyordu seyirciyi. Ardından, onun yerine alan Cali Karteli’nin izini sürdük.

Serinin gördüğü büyük ilgi iştah açıcıydı hiç kuşku yok ki. 70’li yılların ikinci yarısından 90’ların başına kadar yaşananları anlatan üç sezonluk dizinin ardından “o sırada başka yerde” olan biteni anlatan yeni bir seri karşıladı bizi: “Narcos: Mexico”. Yani Escobar ve Cali’nin Kolombiya’da üretilen kokaini ABD’ye nasıl soktuklarına dair bir hikayeydi bu. Kolombiyalı uyuşturucu baronları, ABD’ye ürünü sokabilmek için akıllara zarar yöntemler denemişler belli ki o dönemlerde. Milyar dolarların döndüğü ama bir o kadar da kanlı bir pazar olduğunu dizinin ilk dönemlerinde görmüş ve dehşete düşmüştük. “Narcos: Mexico” ise uyuşturucunun, Meksika üzerinden ABD’ye gidişinin ve bütün plazaları birleştirerek bunu organize eden adamın yükseliş ve düşüşünü anlatıyor.

2018’in 16 Kasım’ında yayınlanmaya başlayan “Narcos: Mexico” ilk dizide olduğu gibi yine ABD’li bir ajanın gözlemlerini takip ediyordu. Sıradan bir polis memuruyken önce esrar işine giren, büyük düşünüp büyük oynayan ve hızla büyüyen Miguel Ángel Félix Gallardo’yu takip ediyoruz asıl olarak. Félix’in ‘küçük işletmeleri’ bir araya getirip Meksika’nın en büyük tekeli haline gelmesi ve kendi tabirleriyle bir federasyona dönüşmesi oyunun kurallarını da değiştirmişti. Kolombiya- ABD hattının kontrolü bu kartele de büyük bir ekonomik güç sağlıyordu. Bu da emniyetten siyasete kadar önemli müttefikler anlamına geliyordu. İlk sezonun sonunda bir kırılma noktasında bırakmıştık karakterimizi. Geçen hafta itibarıyla yayınlanmaya başlayan ikinci sezon Félix’in büyüyen hırslarının ve sonunun habercisi aynı zamanda.

Toplamda beş sezonun ardından “Narcos”ta anlatılanın değil, anlatıcının da kafa yapısı hakkında bizlere fikir veren bazı sonuçlar sıralayabiliriz artık. İlki bu kadar büyük arzı ortaya çıkaran şeyin ABD’deki büyük talep olduğu gerçeği. İkinci olarak, ortada dönen para büyüdükçe şiddetin de büyüdüğü. Üçüncüsü bu kolay paranın önce kazananları sonra kamu kurumlarını, ardından kamusal alanları ve giderek toplumu çürüttüğü. Dördüncüsü Escobar ya da Félix herkesin yerinin kolayca doldurulabildiği, bütün görkemlerine rağmen bu insanların gelip geçici olduğu gerçeği. Ve son olarak bütün bu denklem içinde “ABD’nin en masum olan” olduğu gerçeği! Yani en azından bu dizilere baktığımızda durum bundan ibaret.

Ana akım ABD sinemasının (buna iyi televizyon dizilerini de ekleyiniz) belli bölge, kültür ve ideolojileri stereotipleştiren anlatısının devamlılığı esastır. Soğuk Savaş anlatılarında Sovyet Bloğu’nun gri tonlamaları, anti demokratik uygulamalar vs. bunlardan birisidir örneğin. Tabii ki bu ülkelerde yaşayan insanlar da kendi başlarına bir kimliğe dönüşmekten acizdirler, ancak hikayedeki Batılılarla temas kurduklarında bir karakter olma fırsatını yakalarlar. Bu estetik ve hikaye anlatısı başka bölgeler için de geçerlidir. Mesela orta ve güney Amerika’ya doğru gittikçe renk tonları ‘pis’ bir sarıya döner. Herkes her zaman terlidir ve tabii ki olabildikleri esmer olmak zorundadırlar. Eğer ana karakter değillerse kolay kolay onların dünyalarına giremeyiz, buna gerek de yoktur çünkü zaten onlar da tıpkı Doğu Bloğu insanları gibi tek tiptir. Narcos’ta da öyle. Ana karakterler dışındaki birçok kişi, dizi boyunca her bölümde karşımıza çıksalar da bir anlam kazanamazlar. Gözlerini para hırsı bürümüş, açgözlü, insan öldürmekten gocunmayan ve hatta bundan zevk alan bir sürü erkek birey. Ve ancak bir Amerikalı ile temas ettiğinizde kıymetlenebilirsiniz. Misal “Narcos: Mexico”nun ikinci sezonunda diğer erkeklerden hiç de az olmayan Pablo Acosta’nın ABD’li bir kadına âşık olduğu karakterindeki ‘incelikler’ görme fırsatını buluyoruz.

Bu serinin merkeze aldığı hikayenin dehşetini göstermekteki mahareti bir yana, bu dehşet döngüsünün algılanışıyla ilgili de birkaç kelam etmekte yarar var. Hakkını yemeyeyim, dizi uyuşturucunun Kolombiya’dan çıkıp karteller ve devletler işbirliğiyle ABD’ye nasıl sokulduğunu ve bunun yarattığı ekonomiyi, şiddet döngüsünü anlatmakta oldukça mahir. Ama zaten sorun ABD sınırlarının içinde ne olup bittiğine dair bize bir şey söylememesi. ABD’nin uyuşturucuyla mücadeledeki kolluk kuvveti DEA’nın ajanlarının gözünden görüyoruz belki olayları ama o göz de pek iyi görmüyor çoğu zaman. Ve evet, CIA’nin başta Nikaragua olmak üzere birçok ülkede solcu gerillalara karşı paramiliter güçleri uyuşturucu parasıyla (ya da kaçakçıların işbirliğiyle) fonladığı, desteklediğini fısıldıyor bir yerde. ABD’li politikacıların kimi göz yummalarına da anlatıyor. Yani “biz de biraz sorumluyuz” demeye getiriyor. Ve fakat uyuşturucu bütün bu yolculuk boyunca dokunduğu her şeyi çürütürken bunu ABD’de yapmıyor. Bütün DEA ajanları temiz, satın alınamıyor. Bu kadar büyük bir sermaye gücü ABD’de yerli işbirlikçiler bulamıyor, buluyorsa da bunu göremiyoruz. ABD’de kartellerin işine yarayan uygulamalar, birileri onları koruduğu için değil de, kurumlar arası çatışmaymış gibi gösteriliyor. DEA ve CIA’nın farklı öncelikleri nedeniyle misal. Yani CIA’deki adam uyuşturucu kartelleriyle iş tutuyor ama bir soralım bakalım niye? Çünkü komünistlere karşı savaşan paralı askerlere silah ulaştırmak zorunda!

“Narcos: Mexico”nun DEA ajanı Walt Breslin’in kardeşinin uyuşturucudan ölmesinin yarattığı dramanın onda birini dizideki başka bir karakter için görme şansımız da yok üstelik. Meksikalılar, onar onar ölürken ve hatta bu infazların bir kısmı DEA ajanlarının beceriksizlikleri yüzünden olurken bile bunun normal olduğuna dair bir ifadesi var dizinin. Bütün görkemine rağmen Narcos serisinin en büyük sorunu bu kadar büyük şiddetin (ki gerçek hayatta ta öyle) oralar için son derece normalmiş gibi gösterilmesi. Ve tabii, mesele Meksika olduğunda bu yapıların bu kadar çok destek bulmasını sağlayan politik ve ekonomik ortamın yaratılmasında ABD payına uçundan kıyısından girilmesi.

Tam da bu nedenle serinin şiddetle bir “Narcos: USA” sezonuna ihtiyacı var. Bütün bu yıllar boyunca “antikomünizm paranoyasının, bu ülkelerde sol iktidara gelmesin diye desteklenen çürümüş siyasetçilerin ve uyuşturucunun ABD’nin dört bir yanına yayılıp satılmasında ‘yerel unsurların’ etkisini de görmek isteriz tabii ki. Suçu Hispaniklere ve siyahlara atmadan ama!