YAZARLAR

51 yıl öncesinde yaşanan hadise: Kanlı Pazar

Tarihin farklı yerlerinde, Gazi Mahallesi’nden Sivas’a, Maraş’tan Ankara’ya karşımıza defalarca getirilmiş senaryonun bir örneği bu. İktidarlar değişiyor, senaryo değişmiyor: Provokasyon, saldırı ve katliam art arda geliyor; devlet olanları izlemekle yetiniyor. Bundan 51 yıl önce yaşanan, tam da böyle bir hikâye.

1969 yılının 16 Şubat günü, “kanlı pazar” olarak anılan gün. Üzerinden 51 yıl geçti. Yakın dönemde Grup Yorum tarafından da seslendirilen Ruhi Su imzalı “Ellerinde Pankartlar”, bugünü tarihe rapteden şarkı.

Sözlerini hatırlayalım: “Ellerinde pankartlar / Gidiyor bu çocuklar / Kalkın ayağa kalkın / Gidiyor bu çocuklar // Bu pazar kanlı pazar / Dert yazar derman yazar / Kalkın ayağa kalkın / Gidiyor bu çocuklar // Bu meydan kanlı meydan / Ok fırladı çıktı yaydan / Kalkın ayağa kalkın / Biz şehirden siz köyden!” “Ellerinde Pankartlar”, 1977 yılında Ruhi Su’nun Dostlar Korosu ile yaptığı “Sabahın Sahibi Var” başlıklı albümde yayımlandı ve dinleyicinin diline düştü. Şarkı, o günden bugüne alanlarda söylendi, halaylara eşlik etti. Acılara da tanık oldu: 2015 yılının 10 Ekim günü Ankara’da barış isteyen gençler bu dizeleri söylerken patlayan bomba, alanı kana, memleketi yasa boğmuştu.

Şarkıdaki “kanlı pazar” sözü, “Sabahın Sahibi Var”daki yeri itibariyle 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda yapılan katliamı işaret eder gibi görünür ama, 16 Şubat 1969’da yine Taksim Meydanı’nda yapılan bir mitinge, Altıncı Filo’nun gelişini protesto edenlere yapılan saldırıyı anlatır. Üniversitelerde faaliyet gösteren 76 gençlik örgütünün düzenlediği bir buluşmadır bu. O yılın 10 Şubat günü, yolunu üçüncü kez İstanbul’ düşüren Altıncı Filo, bir kere daha protesto edilecektir. Buluşma, iki gün öncesinde yapılan karşı çağrı sonrası harekete geçen ve kendilerini milliyetçi mukaddesatçı olarak tanıtan gençlerce kana bulanır.

Karşı çağrıyı yapanlar, Komünizmle Mücadele Dernekleri ve Millî Türk Talebe Birliği. 14 Şubat’ta toplu kılınan cuma namazı sonrasında düzenlenen “Bayrağa Saygı” mitinginde, pazar günü Taksim’de toplanacak “vatan hainleri”ne hadlerinin bildirilmesi doğrultusunda yapılan bu çağrı karşılık görür ve mitingin yapılacağı gün Taksim’de toplanan “inançlı ve vatansever gençler” protestocuların gelmesini bekler. Önce toplu hâlde namaz kılınır, sonrasında taşlar ve sopalarla, Beyazıt Meydanı’ndan yürüyerek gelenlere saldırılır. Ali Turgut Aykaç ve Duran Erdoğan, bıçaklanarak öldürülür. Bu esnada, mitinge gelenlerin güvenliğini sağlamak üzere meydana konuşlandırılan polis hiçbir şey yapmaz, olayları seyretmekle yetinir.

Tarihin farklı yerlerinde, Gazi Mahallesi’nden Sivas’a, Maraş’tan Ankara’ya karşımıza defalarca getirilmiş senaryonun bir örneği bu. İktidarlar değişiyor, senaryo değişmiyor: Provokasyon, saldırı ve katliam art arda geliyor; devlet olanları izlemekle yetiniyor. Bundan 51 yıl önce yaşanan, tam da böyle bir hikâye.

Hadisenin çıkış noktası, 11 Şubat 1969 günü Beyazıt Kulesi’ne çekilen bayrak. Bir yıl önce polis tarafından öldürülen Vedat Demircioğlu’nu anmak için çekilen bu bayrağın kimilerince tepkilere yol açması, “Bayrağa Saygı” mitinginin yapılmasına sebep. O gün, o mitingde, “kızıl bayrak” olarak nitelendirdikleri bu harekete kin kusanlar, iki gün sonra, iki insanı öldürdü. Komünizmle Mücadele Dernekleri Başkanı İlhan Darendelioğlu, o gün yaptığı konuşmada, şunları söylüyordu: “Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme zamanı gelmiştir.”

Dönemin İstanbul Valisi Vefa Poyraz, 1 Şubat 1987 tarihli Nokta’da, yaşananları “ani bir halk hareketi” olarak değerlendirmiş, müdahale edemediklerini söylemişti. Güldal Kızıldemir, Nadire Mater, Ayşenur Arslan ve Cengiz Kuşçuoğlu tarafından hazırlanan dosya, hadiseyi tüm çıplaklığıyla okura aktarıyor. O günün tanıklarından Yarbay Celal Küçük’ün anlattıkları, tüyler ürpertici: “Kürsüye İlhan Darendelioğlu çıktı. 'Pazar günü komünistler miting yapacak. Biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin' şeklinde bir konuşma yaptı. Ortalık bir anda elektriklendi.  'Bu uğurda ilk şehit ben olacağım', 'Hayır ben olacağım' diye bağrışmalar oldu. Resmen ölüm kokusu vardı havada.” Küçük, sonrasında yetkilileri uyardığını ancak cevap alamadığını söylüyor. Valinin tutumu, bunun karşılığı.

15 Şubat’ta, saldırıdan bir gün önce, Bugün gazetesi yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin “Cihada hazır olunuz” başlığıyla yazdıkları, Darendelioğlu’nun çağrısını tamamlıyor: “Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. ‘Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam’ deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de ayni silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır."

Sonrası, bilinen senaryonun tezahürü: Saldırdılar ve öldürdüler. Polis, müdahale etmedi ve hadiseyi uzaktan izledi. Bu noktada, öğrenci liderlerinden Harun Karadeniz’in anlattıklarını aktarayım: “İlk haber, Dolmabahçe Camii'nden geldi. Kalabalık bir grup cami çevresinde toplanmış namaz kılıyordu. Saat 10 sularında durumu bizzat görmeye gittim. Topluluğun çoğunluğu sakallı, bereli kimselerdi. Bize saldıracak olan bunlardı. Şehrin yabancısıydı, garip bir sessizlik içinde ve merakla çevrelerini seyrediyorlardı... Samimiler, inanmışlar sonuna kadar ve ölümü göze alarak kalkıp gelmişler buraya. Dini ve vatanı kurtaracaklar, can pahasına da olsa yapacaklar bu işi…” Karadeniz, 1975 yılında May Yayınları tarafından basılan “Olaylı Yıllar ve Gençlik” başlıklı kitabında, bu hazırlığı görmelerine rağmen barışçı bir tutum izlediklerini söylüyor: “Durum ne kadar sakıncalı olursa olsun biz silahlanmadan ve kendimizi kavgaya göre hazırlamadan yürüyecektik.”

Senaryo, burada bitmiyor ve beklendiği gibi gelişiyor. Başbakan Süleyman Demirel, meclise verilen önergeyi geçiştiriyor, hadiseyi unutturuyor. O kadar ki, Genç Sinemacılar Grubu tarafından saldırı sırasında Taksim’de çekilen filmi yok ettirmek için devletin bütün olanaklarını kullanıyor. O dönemde başarılı olsa da, yıllar sonra, Ruhi Su hatırlatınca, “kanlı pazar” yeniden gündeme geliyor.

Şarkıya döneyim: “Ellerinde Pankartlar”dan hemen önce dinlediğimiz şarkı, Vedat Demircioğlu anısına: “Bir sabah uykusunda / Polisi saldırttılar / Demircioğlu Vedat’ı / Coplarla öldürdüler / Coplarla yumruklarla / Vurdular öldürdüler // Gencecik çocuklardı / Belki siz de gördünüz / Ellerinde pankartlar / Yolda gidiyorlardı / Özgürlük istiyorlar / Özgürlük diyorlardı / Ellerinde pankartlar / Özgürlük diyorlardı // Altıncı Filo derler / Belki siz de gördünüz / Kıbrıs’ta karşımıza / Çıktılar durdurdular / Boğaz’da karşımıza / Çıktılar öldürdüler // Kurtuluş Savaşı’nda / Belki siz de gördünüz / Demircioğlu bir değil / Halkımız gibi çağıl / Geliyor çağıl çağıl…”

Hatırlatmakta fayda var; Altıncı Filo, öncesinde iki kere daha gelmişti. 7 Ekim 1967’de yapılan ilk ziyaret, Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun önderliğinde düzenlenen gösterilerde protesto edilmiş, askerlerin karaya çıkışı, Dolmabahçe rıhtımında toplanan gençler tarafından engellenmişti. O gün, dillerde, askerî bir marştan uyarlanan “Gün Doğdu” vardı: “Gün doğdu hep uyandık / Siperlere dayandık / Bağımsızlık uğruna da / Al kanlara boyandık // Yolumuz devrim yolu / Gelin kardaşlar gelin / Yurdumuza ‘yanki’ dolmuş / Vurun kardaşlar vurun…”

Demircioğlu’nun öldürülmesi, filonun ikinci ziyaretine tekabül ediyor. İlk ziyaret sırasında gerekli önlemi almayan polis bu kez işi sıkı tutuyor ve 17 Temmuz 1968’de İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu’ndaki yurduna düzenlediği baskında pek çok öğrenciyi gözaltına alıyor. Demircioğlu, bu baskında ölüyor. Görgü tanıkları, polisin, genç öğrenciyi dövdükten sonra yurdun penceresinden attığını söylüyor.

Bunları şarkılarına rapteden, Ruhi Su. Bugüne taşıyan ise Grup Yorum. Şarkıların, bu aktarımın önemi aşikar. Devlet unuttursa bile “kanlı pazar” ve Vedat Demircioğlu, bu sayede hiçbir zaman unutulmayacak, dilden dile, ağızdan ağıza kuşaklara aktarılacak.


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.