YAZARLAR

Tırmanan gerilim, taktik mi stratejik mi?

AKP iktidarı, savunma pozisyonuna çekildikten sonra hemen her alanda “sıkıştıkça abarttı, abarttıkça daha fazla sıkıştı”. Bu durum, bir tarafıyla kısır döngü, diğer tarafıyla sürekli dozu artan bağımlılık. Son bir yılın siyasi seyri de bu genel tabloyla uyumlu. Fakat dışarıda ve içeride uygulamaya koyduğu savunma stratejisi için tabanı harekete geçiremeyen ve destek devşiremeyen iktidar, son günlerde çok sık dile getirildiği gibi artık göbeğini kendisi kesmek zorunda.

Uzunca bir süredir ısrarla söylediğim -elbette başkaları tarafından da dile getirilen- bir durum bu: Yaklaşık 8-9 yıldır bu iktidarın bütün siyasi hamleleri, savunma reflekslerine ve stratejilerine göre biçimleniyor. İktidarın yaptığını, yapmak istediğini anlamak için gücüne değil zaaflarına, imkanlarına değil sıkıntılarına, niyetlerine değil mecburiyetlerine bakmak –en azından bunlara eşit ağırlık vermek- daha çok şey anlatıyor, daha açıklayıcı oluyor. Bu durum, sadece iç siyasette değil sırasıyla ekonomik, dış politik, toplumsal ve kültürel alanlarda da izleniyor. Rejimi değiştirdiği, gitmemek üzere yeni bir düzen kurduğu, geri dönülmez bir eşiğin geçildiği iddialarının en yükseldiği anlarda, keyfiliğin tavan yaptığı durumlarda bile, iktidarın ana siyasi motivasyonu ve önceliği hep savunma oldu. Bu konuda defalarca yazdığım için gerekçelerinin detaylarına tekrar girmeyeceğim. “Böyle iktidar etme biçimleri” için bunun aslında bir zorunluluk olduğunun - Türkiye ve şimdiki zamanla sınırlı olmayan- örnekleri de literatürde zengin bir raf oluşturuyor zaten.

İlk bakışta hüsnü kuruntu (wishful thinking) olarak etiketlenmeye çok müsait olan bu görüşün en güçlü kanıtı, yine bu süre boyunca asla kendisini güvende hissetmemiş olan ve bunu saklayamayan iktidar. Muhalefete –bizzat muhalefet tarafından da kabullenilmiş- yenilgiler yaşatması, keyfiliğinin önündeki engelleri birer birer temizlemesi veya yönetim sistemini değiştirmiş olması, iktidarın garanti altına alındığı hissini bir türlü sağlayamadı. “İktidarı bizden alacak güçte kimse yok” şeklindeki hayli inandırıcı kalkan, gömlek değiştirir gibi ittifak değiştirebilme ve bunu kabul ettirebilme lüksü, el rahatlatsa bile yürek ferahlatmaya hiç yetmedi. Rakiplerine veya karşısında yer alan herkese karşı –dışarıdan veya karşısından bakıldığında- en güçlü göründüğü zamanlar, baskısını veya saldırganlığını en yüksek seviyeye taşıdığı dönemler, endişelerin de tavan yaptığı dönemler oldu. Hatta endişesini saklamak yerine tabana yaymak için, “beka davası” adıyla korkusunu siyasi slogana dönüştürmeyi bile denedi.

Bu girizgahtan sonra, son bir yılda iktidarın savunma stratejisinde yaşanan dalgalanmalara, kullanım ömrü iyice kısaldığı için sürekli tazelenen taktik manevralara aynı pencereden bir bakalım: Geçen yıl bu tarihlerde yerel seçim için geri sayımın başladığı günleri yaşıyorduk. Devlet Bahçeli’nin çerçevesini çizdiği, Süleyman Soylu’nun asli sözcüsü olduğu “beka kampanyası” hayli yüksek perdeden devam ediyordu. Bir süre geride duran Erdoğan, yeniden sahne almaya başlıyordu. Muhalefetin, iktidarı gerilimde yalnız bırakma çabası fazla fire vermeden ilerliyordu. İktidarın saldırganlık dozu çok yüksek kampanyasının istenen verimlikte olmadığı ölçülmeye başlanınca, adaylar üzerinden daha yerel bir kampanya için yeni servis kapıları da aralandı. İktidar adayları, yumuşamayı muhalefetle alay etme sınırına veya oransızlığa dayalı vaat yarışına kadar ancak çekebildiler. 31 Mart’tan 23 Haziran’a giden, “hiçbir şey olmadıysa bile kesin bir şeyler oldu” döneminde ise daha kaotik bir sürece tanık olundu.

2019’un Nisan-Haziran ayları arasında, iktidarın savunma stratejisindeki yalpalamanın doruğa çıktığı izlendi. Bir tarafta CHP Genel Başkanı’na linç girişimine kadar tırmandırılan sertlik, diğer tarafta herhangi bir işareti olmamasına rağmen sürekli pompalanan “revizyon” beklentileri. “Çünkü çaldılar” sözüyle özetlenen seçim yenileme çıkışı da sistem ve devlet imkanlarıyla iktidarın korunabileceği fikrini muhalefete kabul ettirme denemesiydi. Muhalefet cephesinde de hayli taraftarı bulunan inanışa göre, iktidar kendi devamının “bir yolunu” mutlaka bulurdu. Yenilenen İstanbul seçimi, kontrol tablosundaki bütün düğmelere aynı anda basılmasının pek işe yaramayacağını, siyaset dışı tazyiklerin sanıldığı kadar etkili olmadığını, kışkırtmaların pek istendiği gibi işlemediğini, şapkada tavşan filan kalmadığını gösterdi. Hataları kabul etmeye dahi yaklaşmayanların revizyon vaadinin –üstelik “önce istenen sonuç” şartına bağlandığı için- pek inandırıcı bulunmadığı da anlaşıldı. İktidar stratejisindeki savrulma, sallanma, doğal olarak duvarlara çarpma, şarampole düşmelerle sürdürüldü.

2019 yaz ayları ve sonbaharın başına kadar olan dönemde iktidar, gündemi soğutan pasif bir savunmaya çekildi. Ekonomik kriz gündemini atlatmak, yenilgi havasının üzerine yapışmasını engellemek ve karşıdaki zafer moralini uyuşturmak için bir süre sessiz kalmak, pozisyonunu koruyarak beklemek gerekiyordu. Muhalefetin moral üstünlükten pozitif, iktidar tabanının revizyon ajitasyonundan negatif enerji üretmesinin engellenmesi gerekiyordu. Atak olmak için zemin, imkan ve yeterli enerji yoktu. Elverişli olan, “bir şey olduysa bile kesinlikle bir şey olmadı” havası vermekti. Ayrıca içeride ve dışarıdaki güç hesapları açısından mevcut durumun yarattığı hasar ve hesap tazeleme arayışlarının da tekrar test edilmesi lazımdı. Gerek tazelenen testlerden alınan –tartışmalı- cesaretlendirici sonuçlar, gerekse elde fazla bir seçeneğin olmamasının mecburiyetleri yüzünden, 2019’un son çeyreğinden itibaren tedrici ataklar başladı. Kayyım ve Suriye hamleleriyle, bildik muhalefeti sıkıştırma taktikleri geri çağrıldı.

Suriye başta olmak üzere Libya veya Kıbrıs’a kadar uzanan sert dış gündem, Kanal İstanbul’dan “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmalarına kadar yayılan iç gerilimlerle açılan 2020, yeni bir süreci işaret ediyor. Temalar önceden kullanılanlara çok benzese de yöntemler çok yeni olmasa da makasın değiştiği, başka bir hatta girildiği görülüyor. “Bunları daha önce de yaptılar” denilerek geçiştirilemeyecek bir yoğunlaşma olduğu açık. Siyasi hafızadaki “tahkikat komisyonları” hamlesini hatırlatan girişimler, muhalefet liderlerine ve özellikle CHP’ye yönelen suçlamaların yargıyı da işin içine katacak tehditlere yönelmesi, HDP’den sonra ana muhalefet liderinin de “milli güvenlik sorunu” olarak işaret edilmesi, kuşatma sınırlarını yeniden çiziyor. İlker Başbuğ’un açtığı tartışmanın tırmandırılma biçimi, gerilimin taktik hamle olmaktan ileri gideceğini düşündürüyor. Suriye’deki topçu birliğinin faaliyetlerini AKP sözcüsünün açıklaması, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’nın parti yöneticileriyle birlikte medya toplantısı yapması resmin diğer yüzü.

AKP iktidarı, savunma pozisyonuna çekildikten sonra hemen her alanda “sıkıştıkça abarttı, abarttıkça daha fazla sıkıştı”. Bu durum, bir tarafıyla kısır döngü, diğer tarafıyla sürekli dozu artan bağımlılık. Yukarıda özetlenen son bir yılın siyasi seyri de bu genel tabloyla uyumlu. Fakat dışarıda ve içeride uygulamaya koyduğu savunma stratejisi için tabanı harekete geçiremeyen ve destek devşiremeyen iktidar, son günlerde çok sık dile getirildiği gibi artık göbeğini kendisi kesmek zorunda. Kutuplaştırma üretmek için kışkırtmak, tehditlerin ciddiye alınması için parmak sallamak, sonuç almak için kuralsızlığı başkalarına uygulatmak yetmiyor. Dış politikada ve iç siyasette bedel ödemeden, riski başkalarına taşıtarak yürümek giderek güçleşiyor. İçeride ve dışarıda, rakiplerin karşılık verme kapasitelerini zorlayarak üretilen hikâyeler de bunlara hazır alıcı bulmak da artık daha zor. Bütün bunlar, stratejisini değiştirme şansı olmayan iktidarın savunma hattının iç surlara yaslandığını gösteriyor ve burası şimdiye kadar “boş yapmaya” izin veren söylem ile riskli gerçekliğin tehlikeli biçimde yakınlaştığı bir alan.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).