YAZARLAR

Eski defterlerin açılması kimin işine yarayacak?

Bir zamanların kimsenin kendilerini yargılamayacağını zanneden muktedirleri, düşmanca ve hukuksuz uygulamalarla mağdur edildi; sonra onları mağdur edenler düşman ilan edildi, oradan “düşmanımın düşmanı dostumdur” ittifakları doğdu ve aklın sınırlarının zorlandığı yakınlaşmalara, onların ağır hasarlar veren sonuçlarına tanık olduk.

Cumhurbaşkanı ile CHP Genel Başkanı arasında alevlenen “FETÖ’nün siyasi ayağı kim?” kavgasında açılan sadece karşılıklı tazminat davaları değil. Eski defterler de ortalığa saçıldı.

FETÖ’nün siyasi ayağı tartışması, Erdoğan ile AK Parti’nin en iyi bildiği ve seçmenini can evinden vuran bir yere geldi: Askeri vesayete...

CHP bu süreci iyi yönetemezse AK Parti bu tartışmayı, İstanbul seçiminde elinden kaçırdığı ve siyasi iktidarla bağını her geçen gün daha sert sorgulayan dindar/muhafazakâr seçmeni yeniden konsolide etmenin bir aracı olarak kullanabilir; ki, bunu yapmaya başladı bile.

Birkaç hafta öncesine kadar iktidara yakın bazı köşe yazarları, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dindar/muhafazakâr kesime ulaşmasını irdeliyor, “Kılıçdaroğlu’na bu aklı kim veriyor?” diye sorguluyordu.

FETÖ’nün siyasi ayağı tartışmasıyla birlikte şimdi yazılıp çizilenlere bakalım bir de. Erdoğan’ın zamanında hangi komutana “kes ulan!” dediği, askeri vesayete karşı neler yaptığı anlatılıyor köşelerde, ekranlarda. O süreçte siyasi iktidarın, devlete paralel bir oluşumla kol kola girerek hukukun dışına çıktığı hiç sorgulanmıyor. AK Parti ve Erdoğan, bir krizi daha lehine çevirmenin yolunu medya desteğiyle bulmuş görünüyor.

İktidarın güdümünde olmayan az sayıdaki medya organında çoğunlukla geçmişin muktedirlerine sahip çıkıp bugünün muktedirlerine bayrak açanlar kalem oynatıyor. “Hepiniz oradaydınız, bugünlere gelinmesinde hepiniz suç ortağısınız!” diyen az sayıdaki ses ise geçmişte olduğu gibi bugün de duymazdan geliniyor.

Kimileri bu krizi açıklarken, siyasi iktidarın Suriye politikasının Rusya ile ilişkileri gerilime sürüklediğine işaret ederek “AKP-Avrasyacılar ittifakı çöküyor” varsayımında bulunuyordu. Şimdi eski defterleri de karıştırıyoruz.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un daha önce de dikkat çektiği bu meseleyi iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan “neden şimdi bu kadar büyüttü?” sorusunun yanıtında bu anlattıklarım da var mı? AK Parti’nin böylesi bir siyasi akılla hareket kabiliyetini yitirdiğini biliyor ve görüyorduk. Planlı programlı bir iş olduğunu düşünmek hiç mantıklı değil. Ancak gelinen noktada Erdoğan’ın önüne çıkan bu fırsatı sonuna kadar değerlendireceği kuşku götürmez bir gerçek.

Siyaset bilimciler ve siyasal iletişimciler bir süredir, Erdoğan’ın artık yeni bir söz söyleyemediğini, toplumu heyecanlandıracak bir hikâyesinin kalmadığını, rıza üretemediğini söylüyor. Son seçimlerde yaptığı gibi zaman zaman kamuda yakın tarihe kadar var olan başörtüsü yasağını hatırlatmaya ihtiyaç duyması, CHP’nin dinden uzak hatta din düşmanı bir parti olduğunu vurgulaması, Erdoğan’ın geçmişte kaldığının ve gündem yaratamadığının en çarpıcı örnekleriydi. Erdoğan’ın görmediği, AK Parti iktidarı dışında bir siyasi iktidar tanımamış olan genç kesimin bu meseleleri kendi kuşağı gibi dert etmediği. Çünkü ebeveynlerinin hafızasında tazeliğini korusa da bu gençler ne 28 Şubat’ı yaşadı ne de dindar olduğu için ayrımcılığa uğradı. Kamu kurum ve kuruluşlarının birçoğunda tam tersine pozitif ayrımcılık gördüler. Gelişen iletişim teknolojilerini sonuna kadar kullanıyorlar, dünyayı yakından takip ediyorlar.

Kamuoyu yoklamalarında AK Parti’nin ve Erdoğan’ın şahsi oyunun giderek eridiği görülüyor, özellikle kadınlardan ve gençlerden oy alamadığı ifade ediliyordu. Erdoğan’ın geçmişin hayaletlerini çağırması da işe yaramıyordu. Üstüne üstlük karşısında, asla yan yana gelemeyeceklerini sandığı partiler güçlü bir ittifak kurmuş ve o ittifakın yeni partilerle genişleme ihtimali de belirmişti.

Türkiye’de sorumlu makamlarda bulunanlar hiçbir dönem topluma verdikleri zararları kabul etmediler. Bir yüzleşme yaşanamadan bambaşka yerlere savrulup durduğumuz şu son 20 yılda da böyle oldu. Bir zamanların kimsenin kendilerini yargılamayacağını zanneden muktedirleri, düşmanca ve hukuksuz uygulamalarla mağdur edildi; sonra onları mağdur edenler düşman ilan edildi, oradan “düşmanımın düşmanı dostumdur” ittifakları doğdu ve aklın sınırlarının zorlandığı yakınlaşmalara, onların ağır hasarlar veren sonuçlarına tanık olduk.

Erdoğan’ın uzun süredir çağırdığı ama kimsenin yüz vermediği o eski hayaletler yeniden hortladı. Onlardan dindarlar ve muhafazakârlar çok ürküyor.

Bir yandan AKP de CHP de kendi saflarını sıklaştırmanın peşinde. CHP’nin CNN Türk boykotunu da böyle okumak mümkün. Bu hamle ile -kendine yeni iç düşmanlar yaratsa da- yola devam etmek, yaklaşan kurultay sürecinde genel merkezin elini rahatlatır. Orta vadede ise geçmişe dönük samimi bir iç dökme gerçekleşmedikçe Kılıçdaroğlu’nun yıllardır ulaşmaya çalıştığı dindar/muhafazakâr kesim tekrar AKP’nin saflarına yönelebilir.