YAZARLAR

Giderek yalnızlaşan Erdoğan

Kılıçdaroğlu’nun dünkü konuşmasından sonra geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi’nde kritik görevlerde bulunmuş veya hâlâ partide yetkili makamlarda bulunan birçok kişinin derin bir nefes aldığını düşünüyorum. Erdoğan ise artık daha yalnız.

Önceki gün CHP Genel Merkezi’nde Kılıçdaroğlu’nun “FETÖ’nün siyasi ayağı”na ilişkin yapacağı konuşmanın izlerini sürerken “Genel Başkan hâlâ üzerinde çalışıyor ama tahminimce genel bir çerçeve çizecek, yakın tarihin bir özetini yapacak” demişti yakın çalışma ekibinden biri. Dediği gibi oldu. Kılıçdaroğlu 20 soru-20 cevapta FETÖ’nün damgasını vurduğu dönemin özetini yaptı ve tek bir isim verdi, “Devleti FETÖ terör örgütüne teslim eden kişinin adı Recep Tayyip Erdoğan’dır” dedi.

Eksikler olduğunu söyleyenler çıkacaktır ama Kılıçdaroğlu’nun konuşması iyi hazırlanmıştı. Erdoğan’dan başka hiçbir ismi hatırlatmaması bilinçli bir tercihti.

Ergenekon operasyonlarının çok daha öncesine, cemaatin yönlendirmesiyle operasyona hazırlık mahiyetinde yapılan yasal düzenlemelere gidildiğinde ve hatta devletin istihbarat örgütlerinin o zamanki adıyla Gülen Cemaati ile ilgili raporlarına ve Sıkıyönetim Mahkemesinde açılan davaya dönüldüğünde işin mazisi epey eski ve dolu. Ancak yakın tarihi takip edenler için Kılıçdaroğlu’nun yaptığı özet iyi bir özetti.

Bu süreci başından beri takip eden bir grup gazeteci ve siyasetçi ile telefonda hızlı bir durum değerlendirmesi yaptık. Çoğunluğun üzerinde hemfikir olduğu nokta, Erdoğan’ın bu işi daha fazla uzatmayacağı yönündeydi. Çünkü uzatırsa kendi başı ağrıyacak.

Peki Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, neden başta o kadar sert tepki göstererek tartışmayı buralara sürükledi ve şimşekleri üzerine çekti? Kaldı ki, AK Parti’nin tüm milletvekillerine İlker Başbuğ’a dava açmaları çağrısını yapmasına karşılık, AK Parti’de yapılan istişareler sonucu sadece 6 milletvekili, Başbuğ hakkında “hakaret”, eski CHP Milletvekili Dursun Çiçek hakkında da “iftira” suçlamasıyla suç duyurusunda bulundu.

Tansiyonu düşürmeye dönük atılan karşılıklı adımlara rağmen, top ayağına gelmiş Kılıçdaroğlu, bu meseleyi nasıl değerlendirdiğini grup konuşmasıyla göstermiş oldu.

Erdoğan açısından bunun bir taktik hata olduğunu söyleyen de var, birilerinin birilerine gözdağı verdiğini, Erdoğan’ın altta kalmak istemediğini öne süren de. Hatta “bir nevi prova yapıldı” diyenler de...

Böyle karanlık dönemlerde komplo teorileri, gücünü yitirmiş odakların güç devşirmesine olanak tanıyor. Bu nedenle komplo teorilerine itibar etmemek gerekiyor. Akla yatkın bazı çıkarımları göz önünde bulundurarak şunları söylemek pekâlâ mümkün:

Her geçen gün oyu eriyen, toplumda rıza üretemeyen, heyecan yaratacak siyasi hamlelerde bulunamayan Erdoğan iktidarının yumuşak karnı olan bu mesele giderek Erdoğan’ın şahsi meselesi haline dönüşüyor.

Kılıçdaroğlu, daha önce de partisinin grup toplantısında dile getirdiği, 25 Ağustos 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) imza altına alınan Gülen Cemaatine karşı bir eylem planı hazırlanması kararına ilişkin, eski Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in “Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu kadar Zor” adlı kitabından, şu alıntıyı yaptı konuşmasında, “Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye kararı Başbakanlığa bildirildikten sonra konuyu Başbakanımıza açtım. Gelen yazıyı dosyasına kaldırmaya karar verdik. Bu karar metni Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılmadı. Hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Konudan MGK toplantısına katılan bakanlar dışında kimsenin haberi olmadı. Bütün toplumsal ve siyasi riski hükümet adına Sayın Başbakanımız, hukuki riski ben üstlenmiştim”.

Kılıçdaroğlu’nun dünkü konuşmasından sonra geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi’nde kritik görevlerde bulunmuş veya hâlâ partide yetkili makamlarda bulunan birçok kişinin derin bir nefes aldığını düşünüyorum. Erdoğan ise artık daha yalnız.