YAZARLAR

Altından kalkılamaz sahiden

Ortaya dökülenlere mâruz kalabilmemiz ve hiçbir şeyin yerinden kıpırdamayışı nasıl mümkün olabiliyor? Hep beraber kafa yoralım diye: Temeldeki, özdeki, ne diyecekseniz, eksiğimiz nedir? Siz de takılıyorsunuzdur buna; başka ihtimal zayıf. Gelin dolaşalım azıcık.

Ahlâk ve hukukun iptalinin yalnız ekonomik çıkar, toplumsal tahakküm, hak edilmemiş kazanç sağlamaya, muktedir keyfiyle asıp kesmeye, esip sallamaya yarayacağı sanıldı. Yanlıştı. Çok yanlış.

Hukukun iptali, devletin niteliğini değiştirdi. Elbette hukuk devleti değildi, ama en azından kısmen öyleymiş gibi gözükmeye çalıştığı şey -bir sınırlama!- kısmen de iyi kötü olmaya çalıştığı şey -bir hedef- ortadan kalktı. Eline kudret geçirmiş zorbaların keyfince zulmettiği yerde, şiddet tekeline sahip organizasyona devlet deseniz ne olur demeseniz ne olur. Herkes nasıl bir keyfîlikle karşı karşıya olduğunu, kaderinin çeşitli “iki dudak”lar arasına sıkıştığını biliyor. Böyle bir sıkışıklık, bilinmese de hissedilir, ona göre yaşanır. Böyle yaşanıyor.

Ahlâkın iptali de, son yılların tecrübesiyle, ne kadar var olduğu konusunda derin yanılgı içerisinde olduğumuzu idrak ettiğimiz Allah korkusunun uzun yıllar geri dönmemek üzere toplum hayatımızdan uzaklaşıp gidişine eşlik etti. Ne yazık ki, Allah korkusu veya göklerden bizi gözleyip denetleyen ulu önder gibi izahsız, elle tutulur gözle görülür dayanaksız sınırlandırıcı manevî güçler olmaksızın kendine çeki düzen verebilecek bir insan topluluğu değiliz. Kendine ve başkalarıyla olan ilişkilerine, başkalarıyla ortak hayatına. Ki, toplum dediğimiz de esasen kendine başkalarıyla bir arada varoluşuna göre çeki düzen vermekten ibarettir. Beraberce manevî zenginlik ve mutluluk aramaya, bu topraklarda, dünya yıkılıp yeniden kurulduğunda, beş asır sonra falan başlanabilecek sanırım.

Kalın kalın araştırma-inceleme eserlerine, ama daha çok da uzun uzun romanlara konu olması gereken bu mevzuları gazete köşesinde halletmeye kalkışmayacağım. İdrak ve izanımızı her geçen gün biraz daha kaybediyorsak da, bu kadar sapıtmadık henüz. Burada size yaşadığımız hayata yön veren bazı kahramanların bazı söz ve tavırlarını, son birkaç günde yaşadıklarımıza dair pek kısa hatırlatmalar ve minik sorular eşliğinde aktaracağım. Bunları topluca ortaya serdiğimizde oluşan manzaraya normal sayılabilir bir toplum hayatı diyecek varsa beri gelsin.

Muradım bundan ibaret değil. Kendini dünyaya az buçuk aklı erer, mâkûl, mantıklı, şu bu sayanlarımız çoktur. Muhtemelen her şeyi çözmüş ve hiçbir ek bilgiye, şüpheye, aynaya, başka insana ihtiyacı olmayan büyükşehir ahalisi kadar yer kaplamayı beceremezler, ama az değildir, hayatına yalnız kendi hakkındaki iddialarına göre yön vermeyenlerimiz. Onlara sunacağım alttaki eserimi. Orada ortaya dökülenlere mâruz kalabilmemiz ve hiçbir şeyin yerinden kıpırdamayışı nasıl mümkün olabiliyor? Hep beraber kafa yoralım diye: Temeldeki, özdeki, ne diyecekseniz, eksiğimiz nedir? Siz de takılıyorsunuzdur buna; başka ihtimal zayıf. Gelin dolaşalım azıcık.

GÜN-GECE İÇ-DIŞ, Bütün oyuncular ve figüranlar

Suriye ordusunun ilerlemesini durdurmak için, askerî-stratejik yönden önemli kasaba Serakib’in giriş çıkışlarına barikat kuran TSK saldırıya uğrar, beşi asker sekiz görevli hayatını kaybeder. Olaylar, bunu izleyen birkaç gün içinde geçmektedir, kimilerinin sırası karıştırılmıştır.

SAHNE 1

  • Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan: “30 ila 35 civarında karşı taraftan Suriyeli, o ekibin içerisinde, etkisiz hale getirilmiş vaziyette.”

(“O ekip” ne, takılmıyoruz. “Karşı taraftan” ise TSK taraflardan biri mi, takılmıyoruz. “Suriye ordusu” denmiyor, “Suriyeli” deniyor, takılmıyoruz. Çünkü meselemiz başka.)

  • Erdoğan: “F-16’lar ve obüslerle vurduk.”

(Tamamı şöyle: “Şu anda biz F16'larımız da dahil olmak üzere fırtına obüslerimiz, toplarımız…”

  • Erdoğan: “06.15 itibarıyla 46 rejim hedefine 122 fırtına, 100 havan mühimmatıyla atış yapılmıştır.”
  • Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar: “54 mevzi vurduk, 76 Suriye askeri öldürdük.”
  • Hulusi Akar: “Şehitlerimizin bir damla kanının bile hesabı soruldu.”

SAHNE 2

  • Rusya: “Türkiye Hava Kuvvetleri, Suriye sınırını ihlal etmedi.”

(F-16’larla vurma??)

  • Suriye ordusunun mevzilerine yönelik saldırı tespit edilmedi”

(F-16’lar, fırtına obüsleri??)

  • Rusya: “İdlib üzerindeki hava sahası bizim kontrolümüzdedir.”

(Rusya, yaralıların taşınması için TSK helikopterleri ve yalnız onları korumakla görevli F-16’lara izin verir.)

  • Rusya: “Türkiye bize haber vermediği için saldırıya uğradı.”
  • AKP Sözcüsü Ömer Çelik: “Türkiye Rusya'ya düzenli ve anlık bilgi vermektedir. Bu son olayda da bilgi verilmiştir.”
  • Hulusi Akar: “Rusya’ya iki defa bilgi verildi.”

(Saatlerini de aktarır: 16:13 ve 22:27.)

  • Rusya gazetesi Vedomosti, “askerî kaynaklar”a dayanarak (Rusya uzmanı akademisyen Kerim Has aktarıyor): “Türk tarafı bilgilendirmeyi Rusya’ya önceden değil, Suriye ordusunun bombardımanı başladıktan sonra yaptı.”
  • Erdoğan: “Muhatabımız siz (Rusya) değilsiniz, rejimdir.”

SAHNE 3

  • Rusya: “TSK, Suriye ordusunun teröristlere yönelik saldırısının hedefi oldu.”
  • Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov: “Terör örgütlerinin bu bölgede devam eden hareketliliği nedeniyle endişe duymaya devam ediyoruz.”
  • Erdoğan: “Kim terörist? Kendi toprağını savunanlar mı terörist? Bunlar direnişçi.”

(Aşağıdaki sahnede yer alacak SETA uzmanı kapıdan başını uzatır, gülümseyerek geri çekilir.)

  • Ömer Çelik: “Rejim terör faaliyeti gerçekleştirmeye devam ediyor.”
  • Çavuşoğlu: “Rejimin saldırganlığını acilen durdurmamız gerekiyor.”

SAHNE 4

  • Erdoğan: “Rusya, Astana ve Soçi’ye sadık değil.”
  • Hulusi Akar: “Soçi ve Astana mutabakatlarında bize düşen ne varsa yerine getirdik.”
  • Erdoğan: “Astana süreci diye bir şey kalmadı.”
  • Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu: “Astana ve Soçi süreçleri bitmedi ama yara almaya başladı.”
  • SETA uzmanı: “Türkiye’nin Rusya’ya karşı gelişmekte olan ‘savaşını’ NATO ve ABD seyretmekle mi yetinecek?”
  • Çavuşoğlu: “İdlib’de Rusya’ya önemli görevler düşüyor.”

(Rusya uçakları İdlib’in her tarafını bombalarken.)

  • Ahmet Davutoğlu (Rusya uçağı düşürülürken başbakan): “Suriye’yi Rusya’yla beraber cezalandırmalıyız.”

SAHNE 5

(Bu sahne sinematografik bakımdan zayıf. Hem oyuncular azıcık beceriksiz hem de diyaloglar uzun, boş laf çok.)

  • Gazeteci: “HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) ve diğer radikal örgüt bakiyeleri de dahil her türlü tehdit Türkiye'nin angajman yaklaşma kurallarına dahil edilmeli ve aksi davranışta vurulmalı. O zaman üslere saldırılara hiçbir gerekçe gösterilemez. Özetle HTŞ, Türk askerinden uzaklaştırılmalı ve bölgeden çıkarılmalı.”
  • SETA uzmanı (İngilizce konuşur): “SMO (Suriye Millî Ordusu) günlerdir rejim ve Rusya’ya karşı muhalefete yardım etmek için İdlib’e takviye kuvvet sağlıyor. SMO’nun insangücü bakımından büyüklüğüne dikkat edin: Kendi bölgelerinde cephe hatlarını ve mevzilerini tutuyor - Libya’ya savaşçılar gönderiyor - İdlib’e savaşçılar gönderiyor - Gerektiğinde kendi başına büyük taarruzlara girişebiliyor.”
  • SETA uzmanı: “Halep’teki cephe hatları yabancı grupların İdlib’deki savaşçıları tarafından da takviye edildi. Şok edici birlikler ve tank avcıları olarak yetenekleri gerçekten çok iyi. Aşağıda Türkistan İslâmî Partisi tarafından gerçekleştirilmiş küçük bir tank katliamı.”

(Vurulup devre dışı bırakılmış tam yedi tankın görüldüğü bir fotoğraf eşliğinde.)

  • SETA uzmanı: “HTŞ’nin aşırılıkçıları da çok aktif hale geldiler ve Halep’i savunmaya hazır olduklarını kanıtladılar. Muhammed el-Colani motive edici nutuklar atıyor ve söylendiğine göre Batı Halep’te HTŞ’nin şu anda sürdürdüğü taarruza bizzat komuta ediyor.”

SAHNE 6

  • Erdoğan: “İdlib’deki gelişmeler altından kalkılamaz bir duruma geldi.”

Haydi başımı belaya sokmadan bunlar bugünlük bu kadarıyla kalsın, sevgili seyirciler.