YAZARLAR

Tembellik hakkı

Patronsuz fabrika iyi fikir. Kaytarmak zorunda kalmıyorsun. Kapitalizm, piyasa, rekabet, kriz, bir sürü şey ama her şeye rağmen patronu silkeleyince, geriye boş yer kalıyor bir sürü.

Marx’da beni çeken devrimden sonra sadece iki saat çalışacağımız fikriydi. Gerisinde balık tut, denize gir ya da resim yap, gerçi benim resmim iyi değil ama şart da değil istersen oturur denizi seyredebilirsin, gökyüzünü, duvardaki rutubet izlerini ya da ayak parmaklarını yani ne istersen yapabiliyorsun aslında devrimden sonra. Öyle başöğretmenler de olmayacak boş zamanında neden boş oturuyorsunuz diyecek. Özgür zaman demek daha doğru. Eğer zaman, özgür olmayacaksa neden devrim olsun ki zaten. Sadece sarayları yakmak için devrim yapılmamalı bence ya da boş ver, sarayları yakmak güzel şey...

Çok çalışmak iyi bir şey değil. İnsan silah filan yapıyor. Tank, uçak, denizaltı ve üstü, bombalar irili ufaklı, uzun menzilli, kıtadan kıtaya bile atılabilen -yok öyle Asya-Avrupa gibi bir vapurla geçilebilir olan kıtalardan değil- Ne bileyim daha bir sürü komplike şeyler. Öldürmek zaman alıyor olmalı. Russel diyordu: "Dünya savaşında 20 milyon insan savaşıyordu. Evler yıkılıyordu. Yine silahlar, bombalar, hükümet entrikaları. O sırada çok çalışıyorduk. 20 milyon insan ölüp, 20 milyon insan geri döndüğünde biz yine çok çalışmaya devam ettik. Neden?" diye soruyordu. Çünkü evler o kadar çok yıkılmıyordu. Orduları beslemiyorduk düşman ya da dost olanları ve silah da o kadar çok üretilmiyordu. Peki neden hâlâ o kadar çok çalışıyoruz diye soruyordu. Aynı böyle değildi tabi. Ben mealini yazdım.

Bir de bildiğim şu var ki geçen yüzyılda Antil adalarında köleler günde altı saat çalışıyordu.- Geçen yüzyıl dediğim 19'uncu yüzyıl, henüz 21'inci yüzyıla alışamadım ben. Köle diyorum bir kez daha tekrar ederek ve biz modern insanlar binbir direniş, katliamlar ve ‘1 Mayıs’lar ardından ‘sekiz saat’ hakkına sahip olduk ve neredeyse hiç uygulanmayan. "Ah Antiller’de köle olmak vardı." denilebilir.

Allah'tan ‘informal-düzensiz’ direnme biçimleri var. Mesela kaytarmak. Eğer saatlerinizi satıyorsanız, onları çalarak geri alma hakkına sahipsiniz. İş yerinde mesaj yazmak, uzun süre tuvalette kalmak, ofisin penceresinden havalandırma boşluğuna bakmak, Facebook, Twitter gibi yenileri de eklendi bunlara... Bu informal direnişlerin patronlara ve okul müdürlerine kaybettirdiği zaman, efsanevi genel grevleri defalarca geri bıraktırır. Toplantıları hiç saymıyorum. Herkesin bir araya gelip ilgisiz bir sürü şey düşündüğü bu durumun benzeri sadece otobüs, metro, metrobüslerde olabilir. Toplu taşıma araçlarında en azından hangi durağa varıldığına dair ortak ilgi odağı olabilecek konular var. Toplantılarda çoğunlukla bu da yoktur.

‘Freelance’ işçi olmak en beteri. Kaytarma hakkın yok. Yemek yerken bile bir yandan çalışıyorsun ve hatta tuvalette. Cumartesi, pazar izni, yıllık tatil hiçbiri yok. Kapitalizmin kendisi için bulduğu en yararlı şey. Kapitalizm zaten her şeyi kendisi için yapar. Bankalar, cumhurbaşkanları, sarayları ve dalkavukları da. ‘Freelance’ işte patronun fabrikada ödediği elektrik parasını, su parasını bile sen ödüyorsun. Neresi ‘free’ acaba?

Brezilya’da bir işgal fabrikası biliyorum. Fabrika iflas edince bankalar, makineleri haczetmeye geldiler. İşçiler barikat kurup makineleri vermedi. ‘İşgal et, diren ve üret’ idi sloganları. 10 yıldan fazladır kendileri çalıştırıyor. Günde altı saat çalışıyorlar. Kendisine benzeyen fabrikalardan dört saat daha az ve maaşları da onların yaklaşık iki katı. Bahçenin içinde patronun ofisinde yatıyoruz gittiğimizde. Nasıl olsa patronsuz fabrika. Evsiz işçiler fabrikanın arka bahçesine ev yaptılar kendilerine. Mahalleden de katıldı bir sürü aile. ‘Sen de yap bir tane mutlaka, çok değerlenecek’ dedi biri. Hiç gözüm tutmadı adamı. Bir şey demedim. Sadece iyilerin değil kötülerin de barınma hakkı var. Ben sadece müteahhitlerin tekerine çomak sokmak istiyorum.

Patronsuz fabrika iyi fikir. Kaytarmak zorunda kalmıyorsun. Kapitalizm, piyasa, rekabet, kriz, bir sürü şey ama her şeye rağmen patronu silkeleyince, geriye boş yer kalıyor bir sürü.

Lübnan Komünist Partisi'nin sloganıydı. ‘Aç kalma patronları ye’...


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...