YAZARLAR

Eğer İncirlik’te nükleer silah varsa!..

RAND Corporation’ın hazırladığı “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası: ABD-Türkiye Stratejik İlişkileri ve ABD Ordusu açısından sonuçları” başlıklı raporun mimarı Flanagan, İncirlik Üssü'nün Türkiye'nin ABD'ye karşı kullanabileceği önemli bir koz olduğunu söylüyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın kendi adamlarını şok eden bir açıklamayla varlığını teyit ettiği İncirlik Üssü'ndeki nükleer silahlar konusunda konuşmamaya çalışırken ise epey zorlandı.

Geçen hafta Amerikan devletiyle tandem içinde çalışan düşünce kuruluşu RAND Corporation’ın Türkiye üzerine hazırladığı son rapordan bahsettiğim yazının yayınlanmasından sadece iki gün sonra raporu hazırlayan ekibin başı olan Stephen J. Flanagan ile İsveç’in başkenti Stockholm’deki bir toplantıda karşılaştım. Bir başka Amerikan düşünce kuruluşu olan Marshall Fonu’nun İsveç Dışişleri Bakanlığı ve TÜSİAD ile ortaklaşa düzenlediği toplantı için tam da zamanımızın politik ruhuna denk bir başlık seçilmişti; "Anksiyete Çağı". Toplantıda küresel ekonomik gidişattan, NATO’nun nereye savrulduğuna, Türkiye’nin hala hakikaten AB üyeliği şansı olup olmadığına pek çok soru etraflıca tartışıldı. Değişen küresel dengelere ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın giderek daha otoriter ve daha İslamcı tınlayan bir yönetim modeline kaymasına rağmen Türkiye’nin ABD ve AB açısından hayati önemde bir jeo-stratejik konum işgal etmeye devam ettiğini düşünmeyen kimse yok.

Stockholm'deki oturumlar arasına “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası: ABD-Türkiye Stratejik İlişkileri ve ABD Ordusu açısından sonuçları” başlıklı raporun mimarı Flanagan ile bir söyleşi sıkıştırmayı becerdim. Raporun özellikle TSK içinde orta kademelerdeki rahatsızlıktan ve İncirlik Üssü'nün kapatılma ihtimalinden bahseden bölümlerinin Türkiye'de ilgi uyandırdığından haberdar. RAND'i ve dolayısıyla kendilerini Amerikan istihbarat kurumları ve Pentagon'la gizli bir ilişki içindeymiş gibi lanse eden haberlerden de...

Flanagan, RAND'in ABD hükümetiyle ayrıcalıklı ilişkisi nedeniyle çalışmalarının ekseriyetle hükümet görüşüymüş gibi algılanmasının bir ölçüde anlaşılabilir olduğunu söylüyor. Ancak Amerikan hükümeti adına konuşmadıkları gibi hükümetin ya da devletin herhangi başka bir kurumunun kendilerine ne yazacaklarını dikte etmesinin mümkün olmadığını da ekliyor. Entelektüel sermayelerinin "editoryal bağımsızlık"tan geçtiğini anlatıyor.

Flanagan ile RAND'ın yapısını tartışırken kurumda hiç Türk çalışmadığını da öğreniyorum. Türkiye raporunu hazırlayan 10 kişilik ekibin Türkçe konuşan tek ismi ise Katherine Costello imiş.

Flanagan tespitlerini aktarırken satır aralarında özellikle 15 Temmuz sonrasındaki süreçte başka Amerikalılardan da duyduğum bir izlenimin teyidini yakalıyorum; Türk ordusu mensupları resmi temaslar dışında Amerikalılarla görüşme konusunda son derece çekimser. Nitekim Flanagan ve ekibi askeri meselelerle ilgili değerlendirmeleri sadece ABD tarafından resmî yetkililerle konuşarak yazmışlar. Türk tarafından ise ancak resmi sıfatı olmayan ancak TSK'yı yakın takip eden sivillerle konuşabilmişler.

Eski bir hükümet yetkilisi olan Flanagan, Hulusi Akar'ın şahsındaki sorularımı maharetle karambole getirdi. ABD Başkanı Donald Trump'ın kendi adamlarını şok eden bir açıklamayla varlığını teyit ettiği İncirlik Üssü'ndeki nükleer silahlar konusunda konuşmamaya çalışırken ise epey zorlandı.

RAND raporunu bir kez de Flanagan'ın verdiği ipuçları ile çizdiği çerçeveyi nazara alarak okumak, bazılarının yaptığı gibi raporda yazılanlara hak ettiğinden fazla anlam atfetmenin anlamsızlığını ortaya çıkartacaktır diye düşünüyorum.

Raporda Türkiye'nin önümüzdeki süreçte nasıl bir müttefik olabileceğini tartıştığınız bölümde dört senaryodan bahsediyorsunuz. Hangi senaryonun galip geleceğine yönelik net bir tespitte bulunmamışsınız. Ancak benim yazdıklarınızdan yaptığım çıkarım Ankara'nın "zor bir müttefik" senaryosu ile Rusya, İran ve Çin ile ilişkilerini daha da derinleştirerek NATO ortaklarını dengelemeye yöneldiği "stratejik cambaz" senaryosu arasında gidip geleceği yönünde. Doğru mu?

Evet doğru. Benim de değerlendirmem bu yönde. 2018 ve 2019 seçimlerinin sonuçlarına bakıldığında Türkiye toplumunun en az yüzde 46'sı başka bir siyaset istiyor. Hem de her yanıyla AKP'nin zaferle çıkması için dizayn edilmiş seçimlerden çıktı bu sonuçlar. CHP ile İYİ Parti, NATO ve AB ile daha güçlü ilişkilerden yana. Demirtaş da AB ile daha iyi bir ilişki ihtiyacından bahsediyor. Avrasyacılık hevesinin ahmaklık olduğundan ve Türkiye'nin geleceğinin AB ile birlikte olduğundan bahsediyorlar. Hatırlarsanız AKP de ilk yıllarında benzer bir hedefle yola çıkmıştı. Türkiye'nin bugün gördüğümüzden farklı bir ülke olabileceğini savunuyorlardı.

2019 seçimleri demokrasinin yeniden canlanabileceğini gösterdi. Davutoğlu ve Babacan'ın AKP'den ayrılığı da bu ihtimalin göstergesi. Toplumun hala büyük bölümü - özellikle de dindar olan ya da olmayan gençlerin çoğunluğu - küresel toplumun bir parçası olmak istiyor. Türkiye'nin yalnız bir ülke olmasından rahatsızlık duyuluyor. Dünyada tek dost olarak Azerbaycan'ı gören bir ülke Türkiye için yaşayabilir bir pozisyon değil.

.

Erdoğan ile Trump arasındaki ikili planda yürüyen ilişki sizce genel olarak Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkiliyor? Trump'ın Erdoğan'a olan sempatisi tren kazasını şu ana kadar engellemiş görünüyor. Katılır mısınız?

Tuhaf bir biçimde evet! Başkan Trump, Erdoğan'ın adımlarının bir kısmını yanlış anlayarak bunu yapmış olsa da... Hatırlayın Trump ne demişti? "Erdoğan S-400'leri Obama Türkiye'ye Patriot'ları vermek istemediği için almak zorunda kaldı." Bu söylediği mesela yarım doğru. Bunu söyleyerek hem Obama yönetiminin hem de kendi yönetiminin Patriot'ları vermek için yaptığı teklifleri inkar etmiş oluyor aslında. Erdoğan'a karşı bir sempatisi olduğu görülüyor. Tabii Başkan Trump'ın hangi psikolojide olduğunu bilemiyorum.

Bir tahmininiz var mı Erdoğan'a yönelik takdirinin nereden kaynaklandığı konusunda?

Güçlü lider kavramını seviyor gibi görünüyor.

Onun ötesinde bir şey yok diyorsunuz...

Bazıları iş ilişkileri konusunda spekülasyonda bulunuyor. Damatlar arasında bir bağlantı olduğu konuşuluyor. Ancak bu spekülasyonları doğrulayacak benim gördüğüm bir kanıt yok. Başkan Trump'ın kişisel avukatı Giuliani'nin bir dönem Reza Zarrab'ı temsil etmesi mesela. Bütün bunlarla ilgili komplo teorileri üretildi. Bana kalırsa bunların hepsi spekülasyon. Erdoğan kadar Türkiye'ye yönelik de bir takdiri var Trump'ın. Türkiye'yi önemli bir ülke olarak görüyor. Orada malvarlığı var. Ayrıca Trump ve Erdoğan'ın Rusya konusunda anlaştıkları noktalar da var. İkisi de Rusya ile çatışma içinde olunmaması gerektiğine inanan liderler.

Raporun Türkiye'de en dikkat çeken bölümlerinden biri de Türk ordusu içindeki orta seviyedeki askerlerin mevcut komutadan rahatsızlık duyduğuna ilişkin tespit oldu. Orta kademedeki bu rahatsızlığın bir noktada başka bir darbe girişimine dahi neden olabileceğini, dahası Erdoğan’ın da bu tehlikeyi ciddiye aldığını söylüyorsunuz. Yeni bir darbe girişimi ihtimali ne kadar güçlü bir olasılık sizce? Hangi bulgular üzerinden bunu yazdınız?

Geçmişte TSK içinden isimlerle görüşmüşlüğüm çoktur. Pek çok şey tartışırdık. Bu rapor için ise Amerikalı yetkililerin yanı sıra TSK'yı yakından izleyen bazı gözlemciler ile görüştük. Başkalarının izlenimlerine bağlı olarak yazdık. Bizim görüştüğümüz hiçbir yetkili "yeni bir darbe girişimi olabilir" demedi. Ancak gözlemcilerin bazıları ordu içinde süregelen huzursuzluğa dikkat çekti. Dolayısıyla da biz de bu ihtimali dışlamamız gerektiğini düşündük. Konuştuğumuz Türklerden edindiğimiz izlenim ordunun komutasının siyasileştirilmesinde çok ileri gidildiğini düşünen insanlar var Türk ordusunun içinde.

Bir de Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın ABD açısından hayati bir rolde olduğuna vurgu yapıyorsunuz. Amerikan politika yapıcılarına Akar kanalını tutup derinleştirme tavsiyesinde bulunuyorsunuz.

Akar bölümünü neden yazdığımızı şöyle açıklayayım. Washington'da pek çok kimse, özellikle de Kongre üyeleri, Türkiye'nin artık güvenilmez bir müttefik olduğunu düşünüyor ve Türkiye'den vazgeçmemiz gerektiğini söylüyor. Biz de diyoruz ki; "Ani kararlar vermek yerine uzun vadeli stratejik çıkarlarımıza odaklanalım." Özellikle Suriye ve İsrail konularında ayrı düşsek de hala pek çok ortak çıkarda buluşuyoruz.

Erdoğan'ın Putin ile yakın bir ilişkisi olsa da etrafındaki bazı danışmanların Rusya'nın Türkiye'yi küçük bir ortak olarak gördüğü konusunda uyardığından eminim. Bu noktadan bahsederken Rus Genelkurmay Başkanı Gerasimov'un meşhur laflarına yer verdik. 2016 yılında uçak krizinin ardından ilişkilerin toparlanmaya çalıştığı süreçte verdiği demeçte Gerasimov "Türkiye'nin neredeyse Karadeniz'in efendisi olduğu söyleniyordu. Artık her şey değişti," demişti. Türk-Rus ilişkilerinde bir değişim olursa ya da Erdoğan politikasında farklılığa giderse...

Bugün bunu gerçekten de bir olasılık olarak görüyor musunuz?

Diyelim ki Ruslarla Afrin ya da güvenli bölgeler konusunda uzlaşmazlık oldu ya da Ruslar kuzey Suriye'de Kürtlere daha büyük özerklik verilmesine onay verdi, ya da Esad'ı mutlu edecek hamlelerde bulundu o zaman ne olacak? Rusya hem Esad'ın hem de Türkiye'nin en yakın dostu olamaz. Bugüne kadar mükemmel bir strateji izlediler ve her tarafa oynadılar ama henüz zor bir karar almadılar. Belki de artık Rusların bir tercihte bulunmasının zamanı geliyordur. Ya da mesela Karadeniz'de istenmedik bir olay olsa? Ruslar Ukrayna'da askeri olarak daha ileri adımlara yönelse Türkiye ne yapacak? Türkler böyle bir ihtimalin olası sonuçlarından endişeli olmalı. Ya da Ruslar Boğazlar'ın ortak kontrolü için bastırsa?

Bu sorular nasıl bir analize hizmet ediyor?

Biz diyoruz ki Türkiye ile Rusya arasındaki mevcut ilişkiyi kalıcı bir koşul olarak kabul etmemeliyiz. Türk Dışişleri ve diğer kurumlar içindeki Avrasyacılar Erdoğan'a ne söylerse söylesin, Rusya'ya karşı belli bir şüphe var. Tarihsel olarak Türkiye ve Rusya hiç en yakın dost olmadılar. Erdoğan ve hükümetinin NATO'da kalmaktan yana olmalarının en önemli sebebi de bu. Türkiye en son askeri olarak zorlandığında Ruslara ve diğerlerine karşı yardımı için NATO'ya baktı. Gerçekten yardıma gelen kimler oldu hatırlayın.

Bugün olsa yine gelirler mi?

Amerikan yönetimi içinde Türkiye'nin son derece önemli bir ülke olduğu konusunda hala çok güçlü bir konsensüs var. Ve aslında Başkan Trump bunu hiçbir zaman kabul etmeyecek olsa da bu yaklaşımın önemli unsurları Başkan Obama'nın döneminde çatıldı. Obama Türkiye'ye geldi ve "stratejik ortaklık" kavramını kullandı. Türklerin büyük kısmı İslam coğrafyasına - ya da en azından büyük Ortadoğu'ya - model olma kavramından hoşlanmamış olabilir ama öte yandan Türkiye gerçekten de Müslüman bir ülkenin dünya toplumuna başarılı entegrasyonunun iyi bir örneği.

Raporda Amerikan politika yapıcıları ilişkilerin daha da kötüleşmesi durumunda Ankara'nın İncirlik Üssü'nü geçici ya da kalıcı olarak kapatma riskine karşı hazırlıklı olmaları yönünde uyarılıyor. Bugünden bakınca İncirlik'in kapatılma olasılığı ne kadar yüksek?

Bu gerçekten de bölgedeki güvenlik koşullarına bağlı olacak bir durum. Bugünden söylemek zor.

İncirlik Türkiye'nin ABD'ye karşı en büyük kozu mudur?

En büyük kozu demek istemem ama kesinlikle önemli bir koz. Cumhurbaşkanı Erdoğan da zaten muhtemelen İncirlik olmasa özellikle IŞİD'i hedef alan operasyonların çok daha karmaşık bir hal alabileceğini biliyor. İncirlik olmasa bu operasyonları Körfez'de Kuveyt gibi bir noktaya kaydırılmak durumunda kalırız ki bu da çok stresli olur. İncirlik bugüne kadar ilişkilerde yaşanan tüm gerginliğe rağmen iyi işledi. Ama tabii Erdoğan ABD'nin olası yaptırımlarına karşı bunu kapatmayı düşünebileceğini açıkça dile getirdi. Kendisinin ne kadar fevri ve dikkafalı olabildiğini biliyoruz. Belki de bir noktada "Dostum Donald beni bir kez daha yolda bıraktı, artık buna katlanmayacağım. Amerikalıların bu hakkını ellerinden alın" diyebilir. Eğer Türkiye bunu söylerse ABD elbette ayrılmak zorunda. Orası bir Türk üssü. Ancak şu an burada konuşamayacağım bazı hassasiyetler de var.

Eğer İncirlik'teki nükleer silahları kastediyorsanız rahat olun! Geçmişte görev yapan ve şu anda aktif görevdeki yetkililere bu konudan bahsetmenin yasak olduğunu biliyorum. Ama İncirlik'teki nükleer silahların varlığını Başkan Trump kameralar önünde teyit etti.

(Gülüyor) Evet, doğru. Biliyorum. Diyelim ki orada nükleer silahlar var (gülüyor) Türkiye ve Erdoğan bunu çıkarlarına uygun görebilir.

ABD İncirlik'ten çıkmak zorunda kalırsa, nükleer silahları geride mi bırakmak zorunda?

Hayır, ABD'nin geride bırakması gerekmiyor ondan bahsetmiyorum. Diyorum ki, belki de İran nükleer kullanmaya yönelirse bunlar faydalı bir araca dönüşebilir. Türkiye İran'ı engelleyebilir. Gerçekten de bu konuda daha fazla konuşmamam gerekiyor!


Cansu Çamlıbel Kimdir?

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezundur. Yüksek lisansını Britanya’daki Cardiff Üniversitesi’nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi ‘Türk medyası ve oto-sansür sorunsalı’ başlığını taşıyor. NTV’de diplomasi muhabirliği ve 2005-2008 yılları arasında Brüksel muhabirliği yaptı. 2008 yılından 2019 Şubat’ına kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı gibi pek çok farklı görevde bulundu. Yaklaşık beş sene boyunca ‘Yüz Yüze Pazartesi’ köşesinde Hürriyet’in haftalık siyasi röportajları ona emanetti. Son olarak Nisan 2017-Şubat 2019 döneminde Hürriyet’in Washington Temsilcisi olarak görev yaptı. 2015-2016 döneminde ABD’deki Harvard Üniversitesi’nin prestijli Nieman Bursu’nu kazandı.