YAZARLAR

1920’lerde bir yayınevinde...

Faber & Faber yayınlarının 90 yılını anlatan kitap, bize 1920’lerden bu güne pek çok güzel edebiyat hikayesi aktarmakla kalmıyor, yayıncılık mesleğinin nasıl da hep aynı dinamikler üstünde ilerlediğini de gösteriyor.

İngiltere’nin saygın yayınevlerinden Faber & Faber geçen sene 90. yaşını kutladı. Ne törenler yapıp partiler verdiler bilmiyorum, ama ilginç bir kitap yayımladılar: ‘Faber & Faber, The Untold Story’. Üçüncü kuşak patron Toby Faber tarafından yazılan kitap, sadece mektuplardan oluşuyor. Yayınevinin kurulduğu tarihten itibaren yayınevi yöneticilerinin birbirileri ve yazarlarla mektuplaşmaları yayınevinin mükemmel arşivinden çıkıp kitap halini almış. Bu mektuplar bize hem 1920’lerden günümüze kadar dünya edebiyatının bazı önemli isimleri hem de yayıncılık mesleği hakkında ilginç bilgiler veriyor.

Faber & Faber yayın hayatına 1929’da başlamış. Bilim kitapları basan ve bir hemşirelik dergisinden iyi para kazanan Scientific Press’in sahipleri Sir Maurice ve Lady Gwyer yayıncılık alanlarını genişletmeye karar verince genç bir Oxford mezunu olan Geoffrey Faber’ı bulmuşlar ve 1925 yılında Faber and Gwyer kurulmuş. Dört yıl sonra ortaklık bozulunca Geoffrey yola, ikinci bir Faber olmasa da, Faber & Faber adıyla devam eder. Yayınevinin başına geçer geçmez genç bir şair olan T.S Eliott’ı yayın danışmanı olarak alan Faber, uzun yıllar daha sonra Nobel ödülü de alacak bu ünlü edebiyat insanıyla birlikte çalışacaktır. Yayınevine uzunca bir süre ruhunu T.S Eliott üfler. Çünkü Faber, yola şiir yayımlayarak başlar.

Geoffrey Faber, ‘şiirden para kazanmak değil, para kaybetmeden yayımlamaktır mesele’ diyor… Hakikaten Faber’ın 90 yıllık hikayesini okurken yayıncılık mesleğinin temel kurallarının nasıl da aynı kaldığını, tıpkı kitap gibi eski bir uğraş olduğunu görüyorsunuz. Güzel kitapları bulup birbirine sabırla eklemek ve okurun onları ve sizi fark etmesini beklemek kadar hemen her yıl en az birkaç ticari başarı peşinde koşmak. Beklenmedik başarılar, milyon satışları unutmamak, edebiyat ödülleri ve ün kazanmış yazarlarla övünmek…

Faber & Faber’ın ilk yayın kurulu sadece yayınevi yöneticilerinden oluşuyor. Geoffrey Faber çalışanları olabildiğince serbest bırakıyor, ama iyi ve doğru kişileri seçmeye çalışıyor. Yayınevinin temelini T.S Eliott’ın bilgisi ve saygınlığı oluşturuyor. Pek çok başka örnekte olduğu gibi yayınevi merkezine sevilen bir edebiyatçıyı alarak ilerliyor edebiyat dünyasında. Eliott, hissedar ve bir tür yayın yönetmeni olarak uzun yıllar görev yapıyor Faber & Faber’da.

İyi kitap peşinde koşuyorlar, bazen oluyor bazen olmuyor. Geoffrey Faber, Muhteşem Gatsby adlı romanını çok beğendiği Amerikalı yazar Fitzgerald’a mektup yazıyor, ‘İngiltere’de biz yayımlayalım bu kitabı’ diye. Ama gelen yanıtta Fitzgerald, çoktan Virginia Woolf ve kocasının yayınevi Hogarts ile anlaştığını söylüyor… T.S Eliott’ın James Joyce ile arası çok iyi, ona övgü dolu mektuplar yolluyor. Ama Ulyses’i bir türlü basmaya cesaret edemiyorlar, dava açılır diye. Nitekim en sonunda bir başka yayıncı talip oluyor, Faber beş günlük süreyi ‘ya dava açılırsa’ endişesiyle geçiriyor ve kitabı ve onu basmanın tarihsel onurunu bir başka yayıncıya kaptırıyor. Ama neyse ki daha sonra Finnegans Wake, yine T.S Eliott’a geliyor…

Aslında 1960’lara kadar İngiltere’de kuvvetli bir sansür hüküm sürüyor. İşin aslı bu nedenle Samuel Beckett’in ‘Godot’yu Beklerken’ oyununu, ilk defasında sansürlü basıyorlar. Bir yanıyla sansürün, açılacak davaların baskısı altında karar alıyor ama bir yandan da mücadele etmeyi bırakmıyorlar. Mesela 1940’larda bir polis baskınında bir takım Faber & Faber yayını kitaplara da suç unsuruymuş gibi el konulduğunu öğrenen Geoffrey Faber, İçişleri Bakanlığı’na sert bir mektup yazıyor, ‘bir kopyasını da yayıncılar birliğine iletiyorum’ diye bitirdiği…

Tabii edebiyat tarihine geçen meşhur ret hikayesini de özetleyelim. T.S Eliott, George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ kitabını beğenmiyor değil, ama İngiltere’nin o sıralar müttefiki olan Sovyetler’i eleştirmesi nedeniyle yayımlamayı doğru bulmuyor… ‘Hayvan Çiftliği’ de bir sonraki kitabı 1984 de bir başka yayınevinden çıkıyor…

William Golding’in ünlü romanı ise Eylül 1953’te geliyor Faber & Faber’a… Kitabı ilk okuyan raportörün notu şöyle: “Absürt ve ilginç olmayan bir fantezi. Çöp ve saçmalık. Manasız. Reddedilmeli.” Ama dönemin yayın yönetmeni Charles Monteith, eve giderken trende okuyacak başka bir şey bulamayınca bu kitabın ilk bölümünü yanına alıyor… Sonra kitapta güzel bir şeyler olduğunu fark edince yazarla buluşuyor bazı değişiklikler yaptırıyor ve kitabı ‘Sineklerin Tanrısı’ adıyla yayımlıyor.

Lawrence Durrel, İskenderiye Dörtlüsü’nün ilk kitabı Justine için kapağı çizip bir mektupla yayınevine yolluyor. Ama her ne hikmetse mektubun ellerine geç ulaştığına dair ve mecburen baskıya geçtiklerini, dolayısıyla istediği değişiklikleri aynen uygulamanın mümkün olmadığını anlatan bir cevap alıyor editöründen…

Samuel Beckett, 1956’da Monteith’e şöyle yazıyor: İyi haber. Sizin Godot güzel gidiyor. Tek sorun hala bitirememiş olmam. Bazı bölümler, boşluklar yüzünden bayağı anlamsız…” Ama yine de Lord Chamberlain ofisinin sakıncalı bulduğu sözcükleri çıkartıp yayımlıyor Faber bu kitabı. Daha sonra yayınevi yöneticilerinin Beckett’tan özür dilemesiyle sonuçlanacak bir aşırı tedbirlilik durumu…

Bugün kadınların ağırlıkta olduğu yayıncılık sektöründe tabii ki eskiden durum hiç de böyle değil. Hakikaten kitapta çok az kadının adı geçiyor. Nitekim Faber & Faber ilk kadır yöneticisini 1970 yılında işe alıyor. Üstelik sonraki 20 yıl boyunca başka bir kadın benzer bir pozisyona gelemiyor…

Bütün inişli çıkışlı tarihine rağmen Faber & Faber geride kalan 90 yılıyla övünüyor. Çünkü yazarlar ve kitaplar kalıyor aslında. Ezra Pound’dan Harold Pinter ve Kazuo Ishiguro’ya ve Orhan Pamuk’a İngiltere’nin ve dünyanın pek çok önemli yazarını okurlarla buluşturmuş olmak gerçekten de övünülecek bir şey. Bugün sadece yayınevi arşivlerinde ismi kalan, yaşadıkları dönemin o çok önemli editörleri ya da yöneticilerinin ise en büyük kazancı edebiyat tarihine geçecek anların ve anıların şahidi ve bir parçası olmak.