YAZARLAR

Aleviye gösterilen her kapı aslında duvar

Cemevi meselesi için “üstün otorite” olarak gösterilen iki merci, ilahiyatçı ile parlamento daha önce görüşlerini açıklamıştı: Parlamento, kendisine atılan topu kesip çöpe atmıştı: “Dini konu, biz karar veremeyiz.” Diyanet ise mealen “AİHM kim ki” diyordu: “Bu konuda millet karar verir."

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısında alınan karar yeni değil. Bir tür devlet tavrı bu, bugünkü iktidar partisiyle de başlamadı sorun.

Son (İBB’deki) toplantıda konuşan iktidar partisi mensubunun bu konuda yetkili ilan ettiği iki “şey”, yani merci, yani çalınması gereken iki kapı, daha önce konu hakkındaki görüşlerini açıklamıştı zaten; bilgi otoritesi olarak ilahiyatçı, hukuk ihdas edici olarak TBMM. Onlara gelmeden, “Hukuk” diyen bu beyefendinin, hukukun işlediği, icra olunduğu şeyi, yani yargıyı hiç anmamasına da değinelim. Neden anmıyor? Çünkü Alevi hak mücadelesini yürütenler, orada kendilerine konulan barajları tam yıkmasa da ciddi gedikler açmayı başardı. Danıştay, Yargıtay ve AİHM, çeşitli Alevi kişi ve kuruluşlarının açtığı davalarda, açık biçimde özetle, “Ayrımcılık yapılıyor. Adaletsizlik var. Cemevine de elektrik, su vermelisiniz. İbadethane olarak tanımalısınız” dedi. O yüzden ilahiyatçı ile kanun koyucu iktidarın elinde kalan iki engel, iki bariyer, iki baraj olarak öne sürülüyor. Aslında duvar olan iki kapı.

MECLİS NE DEMİŞTİ?

Parlamentoya az bakalım: Daha sekiz yıl önce, 2012’de, dönemin CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, Meclis’te cemevi yapılmasını önermişti. Dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek, aynı İBB’deki muktedir gibi topu Diyanet’e atıp “Olmaz” demişti.

Sonra, dönemin kudretli iktidar mensuplarından, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da topa girmişti, şöyle:

''Bu konularda siyasetçilerin karar vermesi doğru değil. Bu konu Meclis'in karar vereceği bir konu değil. Çünkü yasama organları dini konularda statü veremezler. Çünkü onun statüsünü o dinin kendi içinde kuralları verir… Mabet camidir ve tekdir. İlim adamları söylüyor. Hıristiyanlıkta kilise, Yahudilikte sinagog veya havra aynı anlama geliyor.”

Hayda! Kendinden çok emin, çok vurgulu konuşan bir beyimiz “Karar yeri TBMM” diyor, aynı şekilde konuşan bir başka beyimiz, “Diyanet ne derse o” demiş, daha başkası da “Hayır, TBMM karar yeri değil” diye kendisine gelecek topları daha taca atmış zaten; ne tacı, topu kesip çöpe atmış. Bozdağ, hem karar veremeyiz diyordu, hem de zaten karar verilmiş arkadaş, diyordu: “Mabet camidir ve tektir.”

Güzel değil mi? İşine gelirse Meclis karar verir, işine gelirse Meclis hiç karışır mı? Her durumda Alevinin taleplerine cevaben “ret” kararı dışında bir karar verilmez.

MAHKEME KİM Kİ MİLLET VARKEN?

Peki ilahiyatçılar? İlahiyatçılar, bir yerin ibadethane olup olmadığına karar verebilir mi? Verebilir mi veremez mi ayrı iş, vermiş zaten, buyrun: Bir önceki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez konuşuyor, niye konuşuyor? Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi iki üç sene evvel cemevleri konusunda Alevilere ayrımcılıktan Türkiye’yi mahkûm etti. Beyefendiye soruluyor, hukuk (Anayasa’ya göre kararları öncelikli olarak geçerli sayılan AİHM) karar vermiş, ilahiyatçı konuşacak, o da açıyor ağzını:

“Diyanet İşleri Başkanı olarak, bizim millet olarak birbirimizin hakkına ve hukukuna saygı konusunda vereceğimiz ortak kararın bütün mahkemelerin kararlarından çok daha yüksek ve yüce olduğuna inanırım. Bütün inanç farklılıklarımızla birlikte bizi bin yıldır millet kılan değerlerle birlikte birbirimize karşı vereceğimiz kararın çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.”

HAKİMİYET MİLLETİN, MAHKUMİYET ALEVİ’NİN

Ne diyor beyefendi? İlahiyatçı olarak? Alevi dava açmış, mahkeme “Haklısın, ayrımcılıktır bu” demiş. İlahiyatçı ne diyor? Kim dinler birader mahkemeyi, diyor ve ekliyor: “Milletin dediği olur.”

Millet kim? E işte konuşan, Diyanet İşleri Başkanı, İBB'de konuşan siyasetçi, onun topu attığı Meclis’teki çoğunluk ve o çoğunluk adına durmadan konuşanlar, bakanlar, başbakanlar filan… Ne demiş oluyor peki bu konuşanlar, baş ilahiyatçı ile beraber? Bir tarafta mahkeme diye bir şey var bir tarafta millet diye bir şey. Alevi dediğiniz, mahkemede kazansa bile millet dediğimiz şeyin nezdinde kazanamaz. Millet nedir, kimdir, ona da biz karar veririz. Sonuç? Alevi, milletin dışındadır. Hakimiyet kayıtsız şartın milletindir, o halde Alevi’ye de kayıtsız şartsız mahkûmiyet kalır.

ALEVİLERİN HUKUKİ STATÜSÜ

O halde konumuz cemevlerinin hukuki statüsü filan değil, konu yurttaş olarak Alevilerin hukuki statüsü, aslen. “Tanınma” lafı da buradan çıkıyor; yükümlülük sahibi yurttaş olarak elbet tanıyor onu, ama hak sahibi yurttaş olarak tanımıyor. Vergi verir. Askerlik yapar. Yükümlülükler konu olunca yüzde yüz vatandaştır. Haklar söz konusu olunca? Cenazesini istediği yerden kaldırma hakkı, ibadetini istediği yerde yapma hakkı? Hakkı var da alacağı yok! Nerde isterse orada yapsın, ama “millet”ten bir şey istemesin. Milletten olmayanlar milletten bir şey isteyemez! Çünkü “cemevi ibadethane değildir” bitti. İbadeti de ibadet sayılmıyor demektir bu. İnancı da inanç sayılmıyor demektir. Yeni bir şey mi? Hayır. Yüzlerce yıllık bir şey. Zındık sayıldı, kafir sayıldı, mürted sayıldı... Katli için fermanlarla fetvalar birbiriyle yarıştı. Şimdi bunlar söylenemiyor, hukuken, siyaseten söylenemiyor, o nedenle de karından konuşuluyor: “Cemevine ibadethane denilmesini istiyorsa gitsin ilahiyatçıya fetva getirsin.” Bunun başka bir versiyonu var, çeşitli şekillerde söylendi: “Müslümansa buyursun camiye.”

Devam edeceğim. Cemevi nedir? Nereden çıktı? Nasıl bir “tehdit” sayılıyor? Bir kaymakamın yine cemevi karşıtı dilekçesindeki laflar hakkında laflayarak.