YAZARLAR

Guzuların gidişi... Dert bir olaydı ağlamak kolaydı

Dünyanın kurmacaya doyduğu, atların çekip gittiği, mektupların yitip bittiği yerde, cep telefonlarının ve selfilerin canımıza yettiği yerde, neyin entrikası? Gitsin Dianalar, gelsin Kateler, gara guzular... Entrikaya doymuş bir dünyada, sarayı seyrettirmek için olay lazım. Kısacası, “Dert bir olaydı, ağlamak kolaydı.” Şimdi ağlamak ve ağlatmak için kraliyet üyeliğinden terk-i diyar etmek gibi büyük olaylar lazım.

Gara guzu Meghan kraliyet çitinin üzerinden atlayıp geçmiş, hatta ve hatta çiti boydan boya yıkıp geçmiş gibi görünüyor. O çitleri Buckingham’a girerken mi yoksa çıkarken mi yıkıp geçtiği de ayrı bir muamma. Fakat çitler yerle yeksan olmuş ki büyük suç. Eser ortada duruyor. Ne demiş anlatı üstatlarımız, suç ve muamma varsa, eser polisiyedir. Öyle yaklaşacağız mecbur.

En baştan söyleyeyim, o çitler gara guzu saraya girerken yıkılmıştı. Meghan, bebiş-prens Harry’yi fularından kavrayıp esir aldığında, Harry, halen püfür püfür bebe pudrası kokuyordu. Noodle & Boo, hassas popolar için... O yüzden de Meghan ilk zamanlar -sinsi gibi- saçından tırnağına pudra tonu renklere bürünüyordu. Şimdi giyindiği o canlı canlı saks mavisi, deep purple, kırmızı renkli filan elbiselere ne bakıyorsunuz siz. Şuraya bakınız esas.

Şaka maka değil, gara guzu gerçek manada çitleri yıkarak girdi saraya. Daha önce evlenip boşanmıştı ki Türkiye’de olsa pek yakında “yalnızlık vergisi” vermek zorunda kalabilirdi. Melezdi ve gınalı guzu Harry’den yaşça büyüktü. Bütün bu nedenlerle Buckingham Sarayı’na gelin geldiğinde ne çit bırakmıştı ne duvar... O saraya girdiğinde, Kraliçe, elli yıllık ayakkabılarıyla topuklayarak arka odalara kaçmış, kendini ipek yorganların altına saklamıştı.

Aslına bakarsanız Meghan, Harryciğini, aşkı uğruna göze aldığı şeylerle, büyük büyük dedesi VIII. Edward’ı bile gölgede bırakan bir kahramana dönüştürmüştü. Öyle ya, VIII. Edward aşkı uğruna tahttan çekilmişti. Gınalı guzu Harry ise kraliyet ailesinin üst-düzey üyeliğinden çekiliyor. Görülmüş iş değil.

Bunların hepsi çok güzel hareketlerdi nitekim. Gara guzuymuş, yaşı büyükmüş, önceden evlenip ayrılmışmış, helali hoş olsundu... O saraylar Camilla Parker Bowles’ın Çokoprens’ini de, “Terlemez Andrew”yu da görmüştü. Şu linkteki “terleme” etrafında kurulmuş savunmaya bir bakın Allah aşkına! Bir gara guzu mu gözünüze battı?

Şimdi olan şey ise sadece şu, Meghan tekmeyi vurup çitten kalan son parçaları da Los Angeles’a kadar savurmuş görünüyor. Üzerinize afiyet. Hayır, her şey tamam da o sıfır bedenle nereden alıyor bunca kuvveti?

Son bir dedikodudan sonra analizimi de yapacağım tabii. Konuyu magazin düzeyinde bırakıp gidecek değilim. Bu Meghan bizim beybi-prensle, anasına doyamamış öksüz Harry’le evlendikten sonra, kimliği meçhul bir atlı, Buckingham’ın mutfak girişine yanaşıp butler’a bir mektup uzatmış-mış. Mektup Harry’e diyormuş ki; “Sen onun nasıl bir Lucifer olduğunu anladığında her şey için çok geç olacak.”... Oy oy oy gınalı guzu, Dianamızın emaneti, yassı burunlu tatlı Harry...

Meghan merhamet etsin, oğlanı alıp uzaklara götürmesin diye, “gara guzu” adlı bira bile yapıp buyur ettik. Fakat kurtaramadık, kurtaramadık...

Bir süreliğine burada her hafta değil de on beş günde bir yazayım diyordum. Fakat baktım bu hafta ben yazmasam biri kalkıp yazacak ve konuyu -bizim oralıların deyişiyle -“helli haram” edecek. Pûç edecek yani. Helli haramın ne demek olduğunu açıklamam zor, sezgilerinize bırakıyorum. Fakat pûç etmeyi daha evvel de açıklamıştım;  mahvetmek, içini boşaltıp oraya koymak.

Mesela, İlber Ortaylı Hocamız da konuya el atmış. Diyor ki sarayda gelin olmak ona maddi olarak yetmez. O Hollywood’da dünyanın parasını kazanıyordu, dizilerden, filmlerden filan. Şimdi reklama bile çıkamayacak. Üzgünüm ama mantıklı bir görüş değil bu. Hoca, magazin bilgisini doğru yorumlamıyor kanımca. Belki Tuğrul Eryılmaz yorumlayabilir. Ondan bekliyorum.

Şöyle ki, kadının attığı her adım zaten reklam. O bir yana, şöyle hızla bir internet haberlerini tarasak, Prens Harry’nin sadece rahmetli annesi Diana’dan kendisine kalan mirasın bile yılda onlarca milyon poundluk bir gelire denk düştüğünü görürüz. Prenslikten gelen geliri, pilotluktan vs. gelen düzenli geliri bir yana... Bu para ikisine, evlatları Archibald’la birlikte, ferahfeza yeter. Archie miydi yoksa o yavrunun adı? Gerçi ne fark eder bize, ha Archie ha Archiebald? İkinci ismi radyodaki arkası yarınlardan filan hatırlıyorum. Kulağa çok daha hoş geliyor. Bebişin adı bundan böyle Archiebald olsun. Onu konuşacağımız günler de gelecek. Umarım sorunlu bir ergenlik yaşamaz da beni çok uğraştırmaz.

Konumuza dönelim. Bir gelin olarak Diana o kısa ömründe evlatlarına bu mirası bırakabildiyse, saray gelinlerinin kişisel gelirini de varın siz düşünün. Kaldı ki zaten bu Meghan dünyalığını Suit dizisindeki rolüyle yapmış, koymuş oraya. Linke göz atın da dudağınız uçuklasın. Ne yapacak daha fazla parayı mezara mı götürecek? Allah geçinden versin...

İşte böyle. Guzuların kaçışını zaten yazacaktım da bir süre kalfa gönlümün keyfince, gözlerimi kısıp çitlerden uzağa, üzerinde güneş batmayan imparatorluğun ufuklarına bakmak istemiştim. Avustralya yanıyordu hem... Fakat işte bir yandan “Gara guzuyu yazmayacak mısın” temalı ev ve mahalle baskısı, öte tarafta yazı konusunun iyice pûç edileceği endişesi, daha fazla duramadım. Hakkımda hayırlısı.

Şimdi esas mevzuya değinip ciddiyetimlen kapatayım bu konuyu. Yıllar yılı televizyon dizileri (series/serial) konusunda ders verdim. Türkiye’de yerli dizilerin tematik türlerini ve alt türlerini sınıflandıracağım diye -1990’ların ikinci yarısından itibaren- göbeğim çatladı. Zira yerli dizilerimiz dünya “dizi” deneyiminin karşılayamadığı kadar tematik alt kategoriye ayrılıyordu. Zaten başka ne işimiz vardı, fakülte binalarına silahla nişan alacak değildik, üniversite ibişler vadisine değil, üniversiteye benzesin istiyorduk. Çalışıyorduk...

O yıllarda öğrencilerime sık sık en eski Biritiş televizyon dizisinin Coronation Street olduğunu da söylüyordum. Coronation Street’te rolü olan bebeklerin hepsinin büyüdüğünü ve sette kırk yaşına geldiklerini, muhtemelen bir Truman Show karakteri gibi, kurmaca ve gerçek ayrımını yitirdiklerini anlatıyordum. Öğrenciler gözlerini açıp şaşkınlıkla ve eğlenerek dinliyordu. ABD menşeli çok daha eski, 1930’ların sonunda radyoda “arkası yarın” gibi başlayıp sonradan televizyona geçmiş ve orada da en az altmış yıl sürmüş diziler olduğunu hatırlatıyordum. Neredeyse 100 yıllık hikayeler...

Fakat sonra günlerden bir gün, üniversitenin Bologna kafasından ve de espri anlayışı donmuş ya da doğrusu hemen hiç oluşmamış kadrolarından kendimi kurtarınca, anladım ki “en eski dizi” bunların hiçbiri değil.

Dünyanın en eski dizisi Buckingham Sarayı’ndan yayınlanıyor. İmparatorluk günlerinden bugüne, el yazmalarından dijital hikayelere... Birleşik Krallık monarşisinin hayatları, aşkları ve yalanlarını izliyoruz. Sezon sezon... O sarayın o harcamaları hak etmesi için kesintisiz bir yayından başka da bir şansı yok. Türk dizileri gibi zırt pırt final minal yapamaz. İnsanlara kesintisiz bir şeyler verecek. Seyirlik hikayeler, peri masalları, televizyon diziler, filmler. Muamması, suçu, entrikası bol hikayeler... Daha evvel de yazdım bunu.

Evet. Başka şansları yok. Öbür türlü Britanya ahalisi uyanacak, “Düşün yakamızdan sizi bize sayıyla mı verdiler?” diye soracak. Britanya halkı, muhalefet gelenekleri çok güçlü ve çok köklü olan bu halk, bu üstü örtük anlaşma olmasa, sarayın yemini suyunu çoktan kesmişti zaten. Kesmiyor. Saray bugün dünyanın en çok satan dizisi. Softiden power’ı. Koftiden skandalları...

Şimdi ayrıca, dünyanın kurmacaya doyduğu, atların çekip gittiği, mektupların yitip bittiği yerde, cep telefonlarının ve selfilerin canımıza yettiği yerde, neyin entrikası? Gitsin Dianalar, gelsin Kateler, gara guzular... Entrikaya doymuş bir dünyada, sarayı seyrettirmek için olay lazım. Kısacası, “Dert bir olaydı, ağlamak kolaydı.” Şimdi ağlamak ve ağlatmak için kraliyet üyeliğinden terk-i diyar etmek gibi büyük olaylar lazım. Zevahiri kurtarmak için olsa bile büyük entrika şart.

Kısacası gara guzunun hakkını gara guzuya verecek olursak iki şey söyleyebiliriz. Ya saray entrikalarında el artırılacağından ve bir kazaya filan kurban gideceğinden korktu ki bu durumda olay polisiyedir. Diğer ihtimal olarak da oyunu en güzel o oynuyor. Kraliyetten exit olmadığını, Megexit’in olsa olsa bir nevi püskevit olduğunu herkesten de iyi biliyor. Sevgili arkadaşımız Kumru da açıkladı. Kraliyet gelirlerinin bir kısmından vazgeçmesi zaten mümkün değilmiş Bebiş Harry’nin. Londra’daki sarayını bırakması da... Vah yavrum vah...

Kraliçe de dizide olgunluk dönemini oynamış. Şöyle buyurmuş: “Ben ve ailem, Harry ile Meghan'ın genç bir aile olarak yeni bir hayat kurma arzusunu tamamen destekliyoruz.” Şimdilik kapatmış sahneyi. Uuu beybi!

Kısacası bir sezon finali filan bile yok, arkası yarın... Biz tabiatıylan gara guzunun tarafındayız.


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.