YAZARLAR

Erken evliliklerle mücadelede stalking'in önemi

Çocuk okuluna gider gelirken, aile, akraba, arkadaş görüşmeleri için evinden çıktığında veya evine dönerken sürekli olarak rahatsız edilir. Ailesinin kulağına gitmesin, kimseler görmesin telaşıyla failin tehditlerine boyun eğmek zorunda kalır. Zaten aileler kız çocuklarını her zaman her şeyde suçlu ilan etmeye hazırdırlar. Çocuk anlatsa bile dinlemez, anlamazlar.

Sosyal medyada ve özellikle gençlerin dilinde sıkça geçer “stalklamak” tabiri. Sosyal medyada bir kullanıcının profilini takibe alarak, paylaşımları üzerinden elde edilen çıkarımlarla uygulanan sanal şiddet türünü ifade eder bu nevzuhur kavram. Şiddet oluşu elbette suç olarak tanımlanmış söz ve fiillerin işlenmesiyle ilişkili. Çoğunlukla basit takipler için de kullanıldığı görülür stalklamak tabirinin. Ancak sanal şiddet diyebilmek için, takibin uzun süreli olması bile yetmez, suç olarak tanımlanmış söz ve fiillerle, rahatsızlık verici durumlar, şiddet olarak stalking kavramı kullanılabilir. Yeni bir kavram fakat fiil eski, hayli eski. Yaygın görülen bu sanal şiddetten söz etmek değil bugün niyetim. Bir önceki yazımla değindiğim eril şiddet biçimlerinden birisi olan stalking konusuna devam etmek istiyorum.

Sanal aleme stalklamak şeklinde geçse de gerçek hayatta zaten var olan stalking adlı eril şiddet türü üzerinde çokça durulmayı, konuşulup yazılmayı hak ediyor. Çünkü pek bilinmiyor. Kadın hakları savunucuları hatta hukukçular bile kavramı pek kullanmıyor metinlerinde, raporlarında. Kullanılmadıkça öğrenilmesi mümkün olmuyor elbette ve öneminin anlaşılması da…

Hukukumuzda eril şiddet türü olarak stalking yer alır aslına bakarsak. Stalking Türkçeye ısrarlı takip olarak çevrilir. Ve İstanbul Sözleşmesi orijinal metininde yer alır bu kavram. Sözleşmenin resmi çevirisinde “tek taraflı ısrarlı takip” olarak çevrildiği görülür. Sözleşmeye dayalı şiddeti önleme yasası (6284) ve yasanın yönetmeliği de resmi çeviride geçtiği şekliyle tek taraflı ısrarlı takip ismini kullanır. Tercümenin bu hali sorunlu kuşkusuz… Başka dillerden aldığımız kelimelere sıkça yaptığımız gibi gereksiz tekrarlardan birisi. Çünkü takip kelimesi, tek yanlı yapılan bir işi anlatır zaten. Türkçede sık düşeriz bu hataya. Örneğin Farsçada çaydân, çaylık demektir. Biz çaydanlık sözüyle çaylıklık demiş oluyoruz. Ki bu haliyle çay demlenen mutfak eşyasını değil toplum olarak çay içme alışkanlığımızı tanımlamaya daha uygun. Vaktiyle muhacirlerin “yörük ne bilir bayramı, lık lık içer ayranı” deyişi gibi şimdi de hep birlikte çaydanlık sözümüzü doğrulmak istercesine lık lık içiyoruz çayı.

Neyse konuya dönelim. Israrlı takip yazdığımda dileyen tek taraflı ısrarlı takip okur. Ve her haliyle stalking şiddetinden söz ettiğimizde mutabık kalabiliriz. Bizim mutabık kalmamız yetmez ama… Yasa ve sözleşmeyi uygulamakla yükümlü olanların resmi metinlerinde bu şiddet türünün, adıyla sanıyla anılması gerekir. Fakat ısrarlı takip şiddetinin adını bile ağızlarına alamadıkları için ısrarlı takiple başlayıp ağır yaralamaya, cinayete kadar gidebilen eril şiddeti önleyemiyorlar.

Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı eril şiddet diyemedikleri, öznesiz kullanmayı seçerek kadına yönelik şiddet olarak adlandırdıkları şiddetle mücadele için hazırladıkları genelgeler üzerine yazmıştım hatırlayanlar olacaktır. İşte bu genelgelerde öngörülen bir takım tedbirler aslında ısrarlı takip suçu için İstanbul Sözleşmesi'ne önerilen mücadele yöntemleridir. Ki sözleşmenin adını anmadıkları gibi ısrarlı takip suçunun adını da anmadılar. Yeni keşiflermiş gibi sundukları kurumlar arası işbirliği ve koordinasyonla izleme zaten sözleşmenin ve yasanın gereği. 2012 yasa, 2014 sözleşme için yürürlüğün başladığı tarih ve bakanlıklar 2019’un son günlerinde yayınladıkları genelgelerle yıllardır yürütme görevlerini yerine getirmediklerini ilan etmiş oldular. Aynı zamanda şimdiye kadar hiç olmayan mücadele tedbirleri geliştirmiş oldukları imajını çizerek sözüm ona şiddetle mücadeleye verdikleri önemi göstermeye çalıştılar. Sözleşme, yasa ve yönetmelikte yer alan ısrarlı takip suçu ile mücadele etmek için genelge gerekmiyor. Gerekmiyor demek yerine yetmez demek daha iyi olabilir. Zira 6284 ceza yasası değil şiddetle mücadele ve şiddetten karşı koruma kanunu. Dolayısıyla ceza kanununda karşılığı olmalı koruma kanunda yer alan tedbirlerin. Üstelik bu konuda anayasanın amir hükmü var bilindiği gibi. Uluslararası sözleşmeler anayasa hükmünde olduğu için uygulanmalı. Ve uygulanması için de ilgili kanunlar uluslararası sözleşmelerle uyumlaştırılmalı. Parlamento ve özellikle Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, yıllar öncesinden bu uyumu gerçekleştirmeliydi. Yapılmadı. Anayasanın amir hükmü yerine getirilmedi.

Israrlı takip suçu hakkında ceza kanunu uyumlaştırılmadığı için uygulamada sorunlar yaşanıyor. Örneğin Ayşe Tuba Arslan cinayeti üzerine hukukçular tarafından hazırlanan rapor ihmallerden söz ediyor. 23 kez şikayette bulunmuş bir kadının her şikayeti birbirinden bağımsız olaylar gibi algılanarak gereken önlem alınmamış ve bu durumu bir ihmaller zinciri olarak isimlendiriyor, raporu hazırlayan hukukçular. “Savcılık, aile mahkemeleri, ceza mahkemeleri ile Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM) arasında yeterli ve düzenli bir irtibat bulunmadığından gerekli seviyede önlem alınamamıştır” tespiti yer alıyor raporda. Ancak raporda ısrarlı takip suçu metne yansımamış maalesef. Fakat suçun adını yazmasa bile ısrarlı takip suçu ile mücadelenin gerektirdiği ve İstanbul Sözleşmesi'nde yer alan yöntemlere önerileri arasında yer vermiş:

“Gerek birimler arasındaki irtibatın sağlanması gerekse şikayete konu eylemin devamlılık arz edip etmediğinin, saldırıların sayısının, sıklığının tüm bu birimlerce bilinmesi, gerekli önlemlerin en doğru şekilde tespit edilebilmesi ve uygulanması için bir zorunluluktur. Bu sebeple kadına yönelik şiddet dosyalarında UYAP, POLNET, ŞÖNİM gibi portallar ortaklaştırılmalı, ekran uyarı sistemini sağlayacak teknik altyapı hazırlanmalıdır.

Berfin Özek “o kezzap atılmadan önce” defalarca yolu kesilerek, iletişim araçlarıyla sözlü ve yazılı hakaretlere uğramış, tehditler almıştı. Tıpkı Ayşe Tuba Arslan’a eski kocasının yaptığı gibi mağduru, gündelik hayatının akışını değiştirmek zorunda bırakan tacizlerin ardışık devamını anlamalıyız, ısrarlı takip şiddetinden. Sayısı arttıkça hakaretin tehdidin dozunun yükseldiğini izleyebilecek mekanizmalar şart, ısrarlı takip suçunu önlemek için. Mağdurların şikayetleri tek bir dosyada toplandığında uzmanların şiddetin dozunun giderek yükseldiğini görmesi risk analizinde doğru tespite ulaşması mümkün olacaktır. Israrlı takip suçu için gereken bu mekanizmalar kurulduğunda ve ısrarlı takip suçu cezasızlıkla sonuçlanmadığında ağır yaralanmaya ve cinayete dönüşmeden fail durdurulup, mağdurlar kurtarılabilir. O kezzap atılmadan, o cinayet işlenmeden faili durdurmak için ısrarlı takip suçu, bir eril şiddet biçimi olarak uygulayıcılar tarafından bilinmeli ve bu suça özgü mücadele yöntemleri hayata geçirilmeli.

Başlıkta belirttiğim gibi ısrarlı takip suçu erken evliliklerle mücadele için de gerekli. Her ne kadar iktidar, erken evlilikle işlenen çocuğa yönelik cinsel istismar suçunu affetmek için bahaneler yaratmaya çalışsa da kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesinin cinsel suç olduğu gerçeğini değiştirmez bu durum. Cinsel suçla mücadelede taciz, tecavüz fiilinden önce şiddetin, ısrarlı takip suçuyla başladığı bilinir. Ve şiddeti bu ilk safhasında durdurmak taciz ve tecavüzü önlemenin biricik yolu ve önleme yöntemi de sözleşmede yazılı. Yetişkinlere karşı işlenen cinsel suçlarda durum böyle olduğu gibi çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçunda da başlangıçta ısrarlı takip olduğu biliniyor. Bu aşamada şiddet, cezasızlıkla karşılaştığında failin cüreti de suçun niteliği ve dozu da yükseliyor.

Kız çocuklarının erken yaşlarda evlendirilmesiyle gerçekleşen cinsel istismar suçunda da failin şiddeti başlarda ısrarlı takip suçu. Halk arasında bilinen haliyle musallat olma durumu ve bunun giderek dozu artan biçimde süreklilik arz etmesi.

Çocuk okuluna gider gelirken, aile, akraba, arkadaş görüşmeleri için evinden çıktığında veya evine dönerken sürekli olarak rahatsız edilir. Ailesinin kulağına gitmesin, kimseler görmesin telaşıyla failin tehditlerine boyun eğmek zorunda kalır. Zaten aileler kız çocuklarını her zaman her şeyde suçlu ilan etmeye hazırdırlar. Çocuk anlatsa bile dinlemez, anlamazlar. Çocuğu okuldan almak, eğitim hayatını sonlandırmak yolunu seçerler. Kız çocukları evvel eski potansiyel şeref sorunu olarak görülmüştür zaten. “Kızın adı çıkmasın, aile şerefine leke sürülmesin” diyerek hemen düğün dernek kurarak çocuğu şiddet failiyle evlendirip “bu sorundan” yani kız çocuğundan kurtulma yolunu seçerler.

Sahada çalışan kadın örgütlerinin tanıklıklarıyla yaygınlık derecesinin çok yüksek olduğunu bildiğimiz bu erken evlilik gerekçesi, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten farklı değil.

Çocuk zaten ısrarlı takip şiddetiyle suça maruz bırakılmışken bir de şiddet failiyle evlendirilir. Ailenin sessiz kaldığı ısrarlı takip şiddetinin üzerine aile rızasıyla cinsel istismar şiddetine uğratılır kız çocukları. Küçük yaşta evlendirilen kız çocuklarına, aileleri ve şiddet faili tarafından baskıyla söyletilen o “biz severek evlendik”lerin altında yatan gerçek budur. Erken evliliklerin büyük kısmı şiddet failinin çıkarı ve ailenin çarpık namus, şeref algısı için kız çocuklarının kurban edilmesidir. Ve toplumda, ailelerde ve çocuklarda uğradığı ısrarlı takip suçunun cezasız bırakılmayacağına dair güven olsa en başta yapılacak şikayetle ısrarlı takip safhasından cinsel istismar safhasına geçmesi önlenebilir. Bunun için ceza kanununda ısrarlı takip suçunun bütünlüklü bir maddede ele alınması, yasa ve sözleşmenin uygulanması için de siyasi irade yeterli olacaktır.

Bu haliyle bakıldığında da şu acı gerçeği ifade etmek zorunda kalıyoruz: Yasa ve sözleşme uygulanmadığı için önlenebilir suçlarla öldürülüyor, ölmekten beter eziyetlerle yaşatılıyor, kadınlar ve kız çocukları.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.