YAZARLAR

Kasım Süleymani suikastı: Hayaller ve gerçekler

İran, bu süreçten yüzünün akıyla nasıl çıkacağının hesabını yaparken ABD’nin önümüzdeki on yılı, Trump’ın berbat ettiği bir çuval incirin oluşturduğu çevre kirliliğini temizleme çalışmalarıyla geçecektir.

Ortadoğu’da her şey güllük gülistanlıktı ya da ‘ah ne güzeldi o günler’ diyebileceğimiz bir durumda değildi tabii, ama yine de bölge, IŞİD’in geriletildiği ve protesto gösterilerinin Irak ve İran’ı dönüşmeye zorladığı, göreli umut vadeden bir süreç yaşamaktaydı. Evanjelik eğilimlerini gizlemeyen iki Mike’ın, Başkan yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ikilisinin “ikna” ve “baskıları”yla gerçekleşen Kasım Süleymani suikastı, sadece bölge açısından değil aynı zamanda ABD-İran ilişkileri açısından da bir dönüm noktası. Ancak Demokratların ve bazı Cumhuriyetçilerin açıklama ve tepkilerine bakılırsa, öyle görünüyor ki ABD’deki müesses nizam dahi Trump yönetiminin bu saldırgan tutumundan rahatsız.

ABD açısından bu bir dönüm noktası çünkü, İran’la ilişkilerde diplomasi ve müzakereleri merkeze alan bir noktadan Arapların deyimiyle ateş ve demirin konuştuğu bir aşamaya geçildi. Artık kimse bu saatten sonra İran’dan, zaten Trump yönetimince kadük hale getirilmiş Nükleer Anlaşma’ya bağlı kalmasını ya da uranyum zenginleştirmeyi durdurmasını beklemesin. Nükleer anlaşmaya geri dönüş çok zor. Trump, öngörülebilen bir diplomasi politikasına sahip olsa, belki yeniden müzakere masasına dönmek mümkün olabilirdi ama o, sadece İran liderliğinin değil kimsenin sözüne güvenemediği bir lider. Dolayısıyla Trump’la kalıcı bir anlaşma yapılamayacağının farkında herkes. Bölgenin tek şansı, ABD’de yıl sonuna doğru yapılacak başkanlık seçimlerinde aklı başında ve en azından ne yapacağı öngörülebilir bir adayın kazanması.

ABD, bir ülkenin askeri ya da sivil yetkililerine ilk kez suikast düzenlemiyor. Ancak seçmen içerisinde hatırı sayılır bir nüfuz ve yoğunluğa sahip Evanjelik kitleye oynayan Amerikan liderini diğerlerinden ayıran şey, bunu açıkça üslenmesi. Daha önce bu, CIA’nın örtük operasyonlarıyla yapılırdı ve genelde Amerikan vatandaşı olmayan unsurlar kullanıldığı için operasyon deşifre olsa bile ABD, en azından resmi düzeyde suçlamalardan kurtulabilirdi. Artık buna dahi ihtiyaç duyulmuyor.

ABD artık bir devlet değil paramiliter bir örgüt gibi hareket ediyor. Bu işin sonunun nerelere varacağını kestirmek oldukça zor. Hele hele drone'ların üst düzey yetkililere yapılan suikastları son derece kolaylaştırmış olması, devletlerin suikast politikalarını daha illegal bir noktaya çekmeleri ve uluslararası hukukun iyice sulandırılmasıyla sonuçlanacak gibi görünüyor. Bu, kaos demek.

Kasım Süleymani, paramiliter bir örgütün lideri ya da bir terör örgütü yetkilisi değil. Adı sanı belli, meşru bir devletin hem IŞİD’i sahada hızla geriletmiş bir general. Şayet ABD, Süleymani’nin savaş suçu işlediğini iddia ediyorsa ki yıllarca savaş meydanlarında bulunmuş birinin suça bulaşmamış olması imkansıza yakındır, bunun uluslararası hukuk çerçevesinde çözülmesi gerekiyordu. Öte yandan ABD’nin savaş suçlarını kim sorgulayacak ve yargılamayı hangi mahkeme yürütecek, bu da zihinleri kurcalayan bir başka soru. Velhasıl Süleymani’ye bir terör örgütü yetkilisi gibi davranılması, uluslararası toplum tarafından da kabul görmedi. S. Arabistan ve BAE gibi İran’ın azılı bölgesel rakipleri bile bunu heyecanla karşılamadı.

Neden böyle bir saldırı gerçekleştirildi sorusuna birçok neden sıralanabilir. Ancak sorun şu ki saldırı, stratejik bir hesaplama yapılarak gerçekleştirilmiş görünmüyor. Geçtiğimiz yıl, Siyonist lobi yapılanması olan AIPAC’ın kurmuş olduğu bir think thank kuruluşu Washington Institute, Does Soleimani’s Death Matter? başlıklı bir yuvarlak masa toplantısı düzenlemiş. Oturumda yapılan tartışmalarda suikast ifadesi geçmese de, ABD de bu seçeneğin de tartışılmış olması önemli.

Ancak yine de bu seçeneğin tartışılmış olması, Trump yönetiminin yeterli stratejik hesapları ve planlamayı yaptığını göstermiyor. İlk çıktılar, ABD çıkarlarına uygun gelişmeler yaşanmadığının kanıtı. Bir-iki ülke dışında bunu destekleyen bölgesel ya da küresel bir aktör yok, Irak meclisinin IŞİD’le Mücadele Anlaşması’nın iptal edilme kararı hayata geçtiği takdirde Erbil’deki üssü de dahil ABD’nin Irak topraklarının tamamından çekilmek zorunda kalacak, çekilmese dahi gayrı meşru bir güç konumuna düşecek. Bu, ABD’nin bölgesel nüfuzunun gerilemesine yol açacak olaylar zincirini tetikleyebilir. Bunun yanı sıra İran'da rejim karşıtı gösteriler sönümlendi, İran halkı cenaze ve naaş etrafında kenetlendi, Irak'ta yükselen İran karşıtı eleştiriler tamamen bir kenara bırakıldı, sadece Haşdu’ş Şabi’nin değil nüfuzunun zaten güçlü olduğu hükümet ve parlamentodaki siyasi partiler, İran’a daha da yakınlaştı. Bir süreç bu kadar beceriksizce yönetilebilirdi. Bu da ancak Trump gibi bir embesile nasip oldu.

İran’ın misillemesine gelince bunun güçlü siber saldırılar, ABD’li üst düzey yetkililere yönelik suikastlar ve elçilik, askeri üs vs. gibi Amerikan tesislerine yönelik olabileceği söylenebilir. Stratejik bazı Amerikan kuruluşlarını felç edecek bir siber saldırı, diğer misilleme şekillerinden daha az riskli ama daha büyük tahribat yaratır. ABD’nin önde gelen yetkililerine herhangi bir Batılı ülkede suikast düzenlemek, İran’ın bu ülkelerle olan ilişkilerini bozma ve mevcut izolasyonunu derinleştirme gibi handikapları olsa da bütünüyle göz ardı edilecek bir seçenek değil. Başta Irak olmak üzere bölgedeki ABD üslerine yönelik bir saldırı ise ilk akla gelen misilleme yöntemlerinden birisi olmakla birlikte risklerden bütünüyle arındırılmış olduğu söylenemez. İran bütün bunların hesabını yapacaktır kuşkusuz.

İran’ın tüm bunları yaparken hesaba katacağı en önemli unsur, kapsamlı bir savaşa yol açmayacak şekilde bir misillemede bulunmasıdır. Ayrıca duygusal değil de rasyonel düşündüğü takdirde Hürmüz Boğazı gibi kendi ekonomisine de zarar verecek bir takım hassas bölgelerde böyle bir misillemeye girişmeyecektir. Sonuç olarak İran, bu süreçten yüzünün akıyla nasıl çıkacağının hesabını yaparken ABD’nin önümüzdeki on yılı, Trump’ın berbat ettiği bir çuval incirin oluşturduğu çevre kirliliğini temizleme çalışmalarıyla geçecektir.


İslam Özkan Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.