YAZARLAR

Sivasspor ve Beşiktaş: Yanlış bir isyan...

Taraftarlıktaki en önemli sorun, sevgi sorunu. Yani bir futbol takımını desteklerken sevgi temelli değil de başarı, güç ve iktidar temelli bir ilişki kurmak. Bu bakış açısı hakim olduğunda karşılaşılan en ufak bir beklenmedik durumda o durumu yaratan ne varsa altında bir komplo aranır, adeta paranoyak bir biçimde, kendi varlığı haricindeki tüm yapılar düşman gibi görülür, buradan “adaletsizliğe karşı” bir savaş argümanı devşirilir.

İlk not: Türkiye'deki futbol ortamının sağlıklı işlediğini düşünmüyorum...

Bu hafta oynanan karşılaşmaların ardından sosyal medyada ve futbol programlarında Beşiktaş ve Sivasspor taraftarlarının serzenişleri yer aldı.

Sivassporlular, deplasmanda karşılaştıkları Gençlerbirliği'nden bir “Anadolu dayanışması” bekleyerek maçta kendilerine engel olunmasına epey bozuldular. Buna benzer bir durum Bursaspor'un şampiyonluk sezonunda da yaşanmış, İstanbul harici tribünlerde Bursaspor alkışlanmıştı. İlginç bir tesadüf, Bursaspor da o sezon Ankara'da ligin sonlarına doğru yine Gençlerbirliği “engeline” takılmış ve benzer bir yaklaşım yeşil-beyazlı taraftarlarca da dile getirilmişti.

Bunun ciddiye alınacak bir tarafı var, o da şu: Bu tip Anadolu takımları yıllardır İstanbul hegemonyasından ve onlara tanınan imtiyazlardan şikayetçi olurlar; fakat ne vakit onlarla aynı pozisyona gelirler, karşı çıktıkları haksızlık ve imtiyazların kendilerine de sağlanmasını beklerler, bu gerçekleşmeyince de eleştirdikleri davranış ve düşünüş şeklinin neredeyse aynısını sergilerler.

Bunun böyle olmasındaki muhtemel sebep şu olabilir: Sivas, Kayseri, Manisa, Konya, Samsun, Bursa fark etmez, burada yaşayan insanlar çoğunlukla şehir takımlarını "memleket kontenjanından" destekler fakat "taraftarlık hakkını" Beşiktaş, Fenerbahçe ya da Galatasaray'dan biri için kullanırlar. Yani bir Sivaslı'nın muhtemeldir ki birincil olarak gönülden desteklediği bir takımı vardır. Sivasspor'u ise ya bu sezonki gibi çok başarılı bir pozisyona gelince ya da ihtiyaç dahilinde destekler. Dolayısıyla yukarıdaki tepkiyi vermesi, kuvvetle muhtemel bu alışkanlıktan. (Elbette, bu şehirlerde yaşayan ve kalbi yalnızca tek bir takım için atan insanlar da var; sözümüz onlara değil...)

Maalesef bunun temeli de Orhan Şeref Apak yönetimindeki TFF zamanında atılmıştır. Dikkat ederseniz, ülkemizdeki şehir takımlarının kuruluş yılları büyük bir çoğunlukla 1966 ya da 1967'dir. Orhan Bey, iyi bir niyetle (futbolu Anadolu'ya yaymak) ama son derece kötü bir yöntemle Anadolu'da sükse yapan semt takımlarıyla ikinci ligi kurmak yerine o semt takımlarının birleşerek şehir takımları oluşturmasına, böylece semt takımlarının ulusal arenada İstanbul, Ankara ve İzmir semt takımlarına kafa tutamayacak duruma gelmesine yol açmıştır. Yani bir nevi futbolu köksüzleştirmiş, yerelliği yok etmiştir.

O yıllarda futbolla ilgilendiğinizi düşünün; 10'lu, 20'li, 30'lu yaşlar fark etmez. Zaten tuttuğunuz bir takım yok edilip yerine gıcır ama tarihsiz bir kulüp sunulduğunda tepkiniz ne olurdu? Veya o yıllarda zaten Beşiktaş'a gönül vermiş babamın durumu gibi, bu olanlardan dolayı taraftarlığını bırakmayıp Beşiktaşlılığını kendi oğullarına da aktarması... Zaten büyük bir çoğunluğumuzun taraftarlığı da babalarımızdan gelmez mi? Ya da şöyle düşünün: Kaçınız şampiyon olsa dahi Başakşehir'i desteklemeye başlarsınız?

Buradaki en büyük sorun ise şudur kanımca: Sevgi sorunu. Yani bir futbol takımını desteklerken sevgi temelli değil de başarı, güç ve iktidar temelli bir ilişki kurmak. Bu bakış açısı hakim olduğunda karşılaşılan en ufak bir beklenmedik durumda o durumu yaratan ne varsa altında bir komplo aranır, adeta paranoyak bir biçimde, kendi varlığı haricindeki tüm yapılar düşman gibi görülür, buradan “adaletsizliğe karşı” bir savaş argümanı devşirilir.

Beşiktaş'ı destekleyenler de benzer bir psikolojiyle derbide yaşananlara aşağı yukarı bu şekilde tepki verdiler. Haklı oldukları konu, hakem Cüneyt Çakır ve VAR'daki yardımcısı Mete Kalkavan'ın verdiği yanlış kararlar. Haksız oldukları konu ise bu tip hakem yanlışlarının sadece onlara mahsus olmaması. Hatta değil ülkemizde bugün gıptayla baktığımız İngiltere Ligi'nde dahi yaşanması.

Halbuki gerçek basit ve apaçıktır. Beşiktaş ve Sivasspor o maçlarda yeterince iyi oynamadılar. Üstelik karşılarında o gün için onlardan çok daha iyi bir performans gösteren rakipleri de vardı. O rakipler ki belki de bu hafta çok kötü performanslar ortaya koyacaklar. Mesela, Gençlerbirliği Beşiktaş önünde ne yapacak? (Bu takımların kötü oynama sebeplerini de hakem kararlarına bağlayanlar için bir şey diyemeyeceğim artık.)

Ek olarak, diyelim Serdar Aziz Vida'ya sarıldığında penaltı çalındı. Beşiktaş da o dakikada golü buldu. Maç o andan sonra bizim izlediğimiz şekliyle değil yeni bir senaryoyla ilerleyecekti çünkü Fenerbahçe'nin santra vuruşunun ardından maçın hiçbir pozisyonu aynı şekilde gerçekleşmeyecekti. Bunun sonucunda belki de Fenerbahçe daha farklı bir galibiyet alacaktı...

Fakat ne galibiyetlerin ne de teknik taktiğin taraftar gözünde bu kadar önemli olmaması gerekir. Taraftar, tuttuğu takımını varolduğu müddetçe destekleyip onunla birlikte güzel, çirkin, heyecanlı ve can yakıcı deneyimleri tecrübe ederse taraftarlığından keyif alabilir ve ona bir mânâ kazandırabilir. Yoksa gerisi böyle boş ve kimseye yaramayan, ülkedeki futbol seviyesini bir milimetre ileri götürmeyen tartışmalar olarak kalır...

Son not: Gençlerbirliği taraftarı olmakla birlikte Celtic, Atalanta, Rayo Vallecano, Celta Vigo, Eintracht Frankfurt, St. Pauli gibi takımlara da gönül verdiğimi söyleyebilirim... (Daha çok var da tek tek sayıp bıktırmayayım, malum fikirlerimle yeterince rahatsızlık verdim...)