YAZARLAR

Örgülü Mücadele

Üzerinden bu kadar yıl geçmişken barış adına yapılan bir eylemde canından olan sivilleri anmak için bir anıt yapılmayınca, yapılanların korunması için uğraş verilmeyince, iş başa düştü deyip, gücünü, şefkatini, inadını ilmek atarak arttıran Örgülü Mücadele var olsun.

Dört yıl önce o gün hem Ankara Garı önünde 10 Ekim Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi, hem de bir uluslararası kongre vardı. Dünyanın her yerinden toplumsal cinsiyet alanında çalışan, çoğunun yazdıklarıyla beslendiğimiz, tanışmak için can attığımız, (günün sonunda ağlaşarak vedalaşacağımızı aklımızın ucuna bile getirmediğimiz) araştırmacılar, akademisyenler ODTÜ’ye geleceklerdi. Kalbim Gar’ın önünde olmasına rağmen, aylar önceden verdiğim söz aklımı istila ettiği için ODTÜ’ye gidecektim. Gitmeden önce sosyal medyaya bir göz atayım dedim. Genç bir arkadaşımın paylaşımını okudum ilk olarak. Hiç anlam veremedim: “Lanet olsun hepinize! Arkadaşlarımın parçalarını barış taleplerini yazdıkları pankartların üzerinde taşıyorlar.”

İnternetteki haber portallarına hızlıca bir göz atınca ne demek istediğini acıyla idrak ettim. Türkiye’nin her yerinden barış talep etmek için gelen, her yaştan, her ideolojinden, sınıftan, cinsiyetten, inançtan, neşeli, iyimser, ümitli, heyecanlı ve dayanışmacı topluluğa bombalarla saldırmışlardı. 56’sı olay yerinde olmak üzere toplam 103 kişinin (tabii ki iki saldırganı kayıplarımız arasına dahil etmiyorum) hayatını kaybettiği katliamda hâlâ adalet yerini bulamadı. Hastanelerin dolup taştığı, Türkiye’nin 56 şehrine cenazelerin taşındığı, birçok başka şehre de yaralıların sevk edildiği günler boyunca vicdan sahibi olan herkesin belleğine çeşitli görüntüler, hikayeler yerleşti. Bunlardan en acısı babasıyla birlikte hayatını kaybeden dokuz yaşındaki Veysel’inkiydi. Veysel’in hikayesi günler sonra benim kalbime oraya iki çocuğuyla birlikte giden ve Veysel gözlerinin önünde ölen bir öğrencimin feryadıyla saplandı: “Kendi çocuklarımı kurtardım, Veysel’i kurtaramadım, o bana emanetti!” Sonradan hastanelere yaralı taşıyan taksi şoförlerinden, hastanelerde nöbette olan doktor ve hemşirelerden, patlamanın olduğu yerde seyyar satıcılık yapanlardan, Gar’da çalışanlardan, muhabirlerden ne acı hikayeler dinledim ama en çok Veysel’i kurtarmaya gücü yetmeyen öğrencimin çığlığı yer etti bende.

Bildiğiniz gibi o günden sonra çoğumuz eskisi gibi olamadık bir daha. Beterin beterini gördük. Ateşin düştüğü yerde duranlarsa acılarını bastırıp hukuk mücadelesine giriştiler, kayıplarının anısını yaşatmanın derdine düştüler. İki yıl boyunca, kayıp yakınlarının yere basarken yakınlarının izlerini çiğnedikleri için içlerinin titrediği Gar Meydanı önündeki anma girişimlerine devlet acımasız bir kararlılıkla izin vermedi. Güce tapanların, kendi akılları ve vicdanlarıyla hareket edemeyenlerin ölenlerle ve onların yasını tutanlarla hesapları bitmemişti. Olay yerine yerleştirilen kendi halinde fotoğraflı bir pano saldırıya uğradı. Kayıp yakınlarının çabasıyla yenilendi.

Katliamdan sonraki uzun hastane ve mahkeme sürecinde ortak kaybın ve acının birleştirici gücü ve diğer yandan da sağ-muhafazakar cenahtan gelen saldırılar kayıp yakınlarını ve yaralı kurtulanları geniş, dayanışmacı bir ailenin parçasına dönüştürdü. Kayıplarını anmak için her ayın 10'unda patlamanın gerçekleştiği saatte ve yerde bir araya gelmek başta olmak üzere çeşitli etkinlikler yaptılar. 10 Ekim Dayanışması Üyesi Hatice Kapusuz’un ifadesiyle “yüzleşmenin iyileşmenin bir parçası olduğuna” inanan daha küçük bir grup ise Örgülü Mücadele'ye giriştiler. Bu grup, o günkü buluşmaya bir-iki dakika geciktiği veya bir iki adım beride durduğu için ölümden kurtulmuş ama ölmekten beter olanlar ve kayıp yakınlarıyla buluşmaya gitmemiş ama barışa bel bağlayan, Kapusuz’un deyimiyle “katliamdan sonra kendileri için ‘güzel’in tanımının değiştiği” insanlardan müteşekkildi.

Katliamda ağır yaralananlarla katliamdan sonra doğan bebeklere hediye edilmek üzere dayanışma battaniyeleri örmekle başladı bu mücadele. Boğazlarda düğümlenen hıçkırıklar battaniye motiflerine ilmek oldu. Bir araya gelinerek birleştirilen her motif, acıları ortaklaştırarak katlanılır hale getirdi, barış hayalinin sönüp gitmesini önledi. Türkiye’nin ve hatta dünyanın her yerinden battaniye parçaları yağdı Örgülü Mücadele'ye. Motiflerin üzerlerine bazen bizzat acılı anneleri tarafından kayıpların isimleri işleniyordu. Örgü örmeyi bilmeyenler bu süreçte öğrendiler. Parçaları birleştirmek üzere bir araya gelindiğinde kayıp yakınlarının ilk kez yüzü güldü, içi yanan ailelerin azıcık da olsa içleri ferahladı. Örgü biraz da ortaklaşa bir faaliyet olduğu için sağaltıcı değil midir? Patlamada sağa sola savrulan beden parçalarının, olay yerine bir türlü gelmeyen ambulanslar yerine hayatta kalanlar tarafından pankartlardan yapılan sedyelerle taşınmasının kahredici azabını, birleşerek sarıp sarmalayan birer battaniyeye dönüşen parçalar hafifletti. Battaniye parçaları birbirine teyellenirken Gar Meydanı’nda dağılan umutlar, hayaller, kahkahalar, tuzla buz olan yüreklerde, zihinlerde birleşti. Dayanışmanın gücüne dönüştü. Hatice Kapusuz bunu çok güzel ifade ediyor: “Battaniye ördükçe çatık kaşlarımız gevşedi, bazen gözlerimiz doldu, bazen içimizdeki acı söküldü de battaniye oldu.” Battaniyelerin hediye edildiği kayıp yakınları ve yaralıların fotoğraflarındaki hüzünlü gülümsemeler hatırlamanın, hatırlanmanın verdiği direnme gücünü gösteriyordu.

***

Dayanışma battaniyesi ekibi şimdi çok daha kamusal bir işe girişti: Ağaç giydirme. 103 kaybın isimlerinin işlendiği motiflerin çok sayıda kayıp yakını ve gönüllü tarafından örüldüğü, bir araya gelinerek birleştirildiği ve nihayetinde ağaçlara giydirildiği bir etkinlik bu. Hafıza tazeleme, unutturmama inadı. Kapusuz’un deyişiyle, “yüzleşme iyileşmenin bir parçasıdır” inancıyla harekete geçen ekibin ilk işi, Ankara Garı önünde, patlamada sıçrayan bilyelerle yaralı bir dut ağacını giydirmek olmuş. Sonra 10 Ekim Derneği’nin önündeki bir ağacı ve son olarak da yine gar önündeki asırlık bir çınarı kayıpların isimleriyle sarmalamışlar.

.

Uzun ve zor bir iş ağaç giydirmek. O sebeple, Ankara Garı'nın önünden geçen, orada çalışan birçok kişi üzüntülerini bildiren, yüreklendirici sözler sarf etmişler kayıp yakınlarına. Kimisi de bir ilmeğin ucundan tutarak, üstteki dallara ulaşmalarını sağlayarak, düğüm atarak yardım etmiş giydirme işine. Sabırla, ilmek ilmek örmek fiili karşılığını bulmuş böylece. Nefretin, şiddetin ve ötekileştirmenin üstesinden gelmeye de yarayacak gibi görünüyor ağaç battaniyeleri. Öreni sağaltan, örüleni anmaya vesile olan ve görünür olduğunda iyicil politik bir çağrıya dönüşen çoklu bir işlevi var örgünün. Üzerinden bu kadar yıl geçmişken barış adına yapılan bir eylemde canından olan sivilleri anmak için bir anıt yapılmayınca, yapılanların korunması için uğraş verilmeyince, iş başa düştü deyip, gücünü, şefkatini, inadını ilmek atarak arttıran Örgülü Mücadele var olsun.


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.