YAZARLAR

Önce kadınlarımız yaşayacak sonra…

Zaten hakları olan yerlere girmek için belli bir kotanın kendilerine bahşedilmesini bekliyorlar gibi davranıyoruz kadınlara. Yeterliliği ile o boşluğu doldurabilecek olan kadına, liyakatten uzak erkeklerin doldurduğu yeri bahşediyoruz. Kimler mi? Tabii ki biz erkekler. Gönlümüzün bolluğundan tabii ya, neden olacak.

Bundan yıllar yıllar önce. Hadi adını koyalım, 85 yıl önce. Bir çarşamba günü. Atatürk’ün kuruculuğundaki genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kadınları, muasır medeniyetler seviyesine erişmiş ülkelerin hepsinden önce, bir 5 Aralık günü ‘milletvekili seçme ve seçilme hakkını’ kazanmıştı. Aslında bu bir süreçti. 1930’dan başlayan bir süreçti. Önce mahalli seçimlerde seçme ve seçilme hakkını elde etti kadınlar, bundan üç yıl sonra muhtarlık seçimlerinde aynı hakkın sahibi oldular. Klişe ile bu bilgiyi tamamlamak gerekirse Türkiye kadınları, Fransa, İtalya, Hırvatistan, Slovenya’daki kadınlardan 11, İsviçre’dekilerden de 36 yıl önce haklarını elde etmişlerdi.

Ama hakları ilk elde etmek, bunların en iyi kullanıldığı ülke olduğumuz anlamına gelmiyor maalesef.

Ne normal hayatta ne sporda ne de günlük hayatta kadınların kağıt üstündeki haklarının pratiği yok maalesef. Eğer hakları olsaydı 11 ayda 430, sadece kasım ayında da 39 kadın, erkekler tarafından öldürülmezdi. Ceren Özdemir, istediği saate yolda yürür, sürekli de arkasını kollamak, kendisini takip edenin kendisine zarar verip vermeyeceği endişesini taşımak zorunda kalmazdı. Şule Çet, bir plazanın yirminci katından atılıp da kendisi düşmüş gibi davranılamazdı. Bir iki televizyon projesi tutunca, içindeki tüm seksisti ortaya çıkaran, ataerkil toplumun ta kendisi olan bir adam gündemimizi meşgul etmezdi. Hiçbir kadına ‘gerçek’ olduğunu ispatlamak için imalar yapmaz, arka odaları, yatağı adres gösteremezdi.

Can Yaman: Arka odaya geçmekCan Yaman: Arka odaya geçmek

FUTBOL SADECE ERKEK OYUNU DEĞİLDİR

Bu işin hayatı, sporu olmaz ama hadi kendi alanımıza dönelim.

Mesela sporda kadının adı olurdu. Güzide bir kulübün başkanı, hem de kendi kadın takımı Türkiye şampiyonu olmuşken Genel Kurul’da kendisini eleştirenlere “Göbeğinden konuşmayacaksın. Böyle bir şey var ise çıkıp konuşun. Delikanlı gibi çıkın konuşun. Öyle bir delikanlı adam da yok burada, karı gibi çıkıp arkadan konuşurlar” diyemezdi. (Bakınız: 'Karı'lar şampiyon oldu yazısı)

Aynı kulübün kadın takımı, 5 Aralık Kadın Hakları Günü nedeniyle ünlülerle maç yaptığında sahaya ‘Futbol sadece erkek oyunu değildir’ pankartıyla çıkmak zorunda kalmazdı. Çünkü futbol sadece bir erkek oyunu değildir. Bunu vurgulamaya gerek kalmazdı. Kaldı ki hiçbir oyun sadece erkeklere ya da kadınlara ait değildir zaten.

Tribünler de öyle. Kimseye ait değil ama biz erkeklere ait olduğuna eminiz. Erkekler ceza aldı diye kadınlara açabiliyoruz mesela tribünleri. Hem de ne şaşaa ile. Kadınlara ödül verdiğimizi cümle aleme duyurarak. Yani asla girmemeleri gereken yere yine erkeklerin lütfuyla girdiklerini akıllarından çıkarmadan.

POZİTİF AYRIMCILIK DENEN GARABET

Bütün bunların dışında dünyada pozitif ayrımcılık diye bir şey var. Zaten hakları olan yerlere girmek için belli bir kotanın kendilerine bahşedilmesini bekliyor gibi davranıyoruz kadınlara. Yeterliliği ile o boşluğu doldurabilecek olan kadına, liyakatten uzak erkeklerin doldurduğu yeri bahşediyoruz. Kimler mi? Tabii ki biz erkekler. Gönlümüzün bolluğundan tabii ya, neden olacak.

ÖNCE KADIN, ÖNCE ÇOCUK

Sonuçta nereye geliyoruz biliyor musunuz? 85 yıl önce, o zaman olabilecek en ileri adımı atıp bunca süre boyunca bu adımı hızla geriye çevirmek, sonra da geriye doğru koşar adımlar atmak bu ülkenin kaderiymiş gibi davranmaya. Halbuki değil. Ülke, kadınların elleriyle kuruldu, kadınların omuzlarında yükseldi. Tabii ki kendilerine ait olan hakları da bizzat kadınlarımız kendileri aldı. Lakin artık bu topraklarda her konuda erozyon büyük ama kadın konusunda tahammül edilebilir noktanın çok ama çok uzağındayız. Kadınlarımız ölüyor, daha doğrusu öldürülüyor, çocuklarımız ölüyor daha doğrusu öldürüyoruz. Ne kadınlarımızın ne de çocuklarımızın değeri var. Varmış gibi yaptıkça tırtıklıyoruz elimizde olandan. Ve bugün bir bakıyoruz ki, çocuklarımızın ve kadınlarımızın her hakka sahip olduğu ama en temel hak olan yaşama hakkını kullanamadıkları bir ülkede yaşıyoruz. Peki böyle bir ülkede nasıl sağlıklı bir yaşamdan, nasıl güzel bir spor dünyasından bahsedebiliriz ki?

Dolayısıyla bu erozyonu durdurmalıyız. Hepimiz bileceğiz ki, önce kadınlarımız ve çocuklarımız haklarıyla yaşayacak, sonra biz tertemiz, güzelliklerle ve sporla dolu bir ülkeye geri döneceğiz.


Onur Salman Kimdir?

Basına 2006 yılında Cumhuriyet gazetesinde stajyer olarak adım attı. İki aylık staj ve Cumhuriyet’in spor ekindeki yazılarda sonra Eurosport Türkiye’de spiker ve editör olarak çalıştı. 2009 yılında Radikal gazetesine editör olarak geçerken, Eurosport’ta da yarı zamanlı spikerlik yapmaya devam etti. Medya macerasına 2012-2016 yılında Hürriyet’te devam etti. 2016 yazından beri Gazete Duvar’da çocukluk hayalini sürdürüyor. Köken Eurosport olunca tahmin etmesi kolay. Asıl ilgi alanı ‘başka sporlar.’