YAZARLAR

Emine Erdoğan, eril şiddet ve Akit'le mücadele

Emine Erdoğan’ın 25 Kasım hitabeti, saldırılara boyun eğilmeyeceği ümidi verdi. Saldırılar karşısında dirayetle durulacağı şeklinde yorumlanabilir. En hafifinden saygısızlık denilebilecek üslupla kaleme alınmış köşe yazısından sonra da aynı kararlılığın sürdürülmesi mümkün olur umarım.

Cumhurbaşkanı eşi olarak Emine Erdoğan tarafından 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında dile getirilen söylem gerçekten çok kıymetli. Özellikle şiddetle mücadele mevzuatına saldırıların yoğunlaştığı belli başlı maddelere ismi anılmaksızın atıf yapılmış ve o maddelerin önemi vurgulandığı için çok kıymetli olan bu konuşması nedeniyle şahsen teşekkür etmek isterim yazımın başında.

Konuşma büyük ölçüde, yasa ve sözleşmeye yönelik karalama kampanyasının kullandığı uydurma gerekçelere cevap üretir, nitelikte. Örneğin şiddetin tanımına saldırıyorlardı en çok. Fiziksel ve cinsel şiddeti inkar edemezken ekonomik ve psikolojik şiddeti yok sayma eğilimi, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı şiddet yasasına saldırıların odağındaydı. Ve Emine Erdoğan konuşmasında kadına yönelik şiddetin, ekonomik ve psikolojik boyutuyla da ele alınması gerektiğini vurgulamakla, kadın hareketinin söylemini desteklediği gibi mevzuata sahip çıkıldığını da gösterdi. Ve tabi ki anılan sözleşme ve yasanın etkin uygulanması için gereken kararlılık Külliye'de üst düzeyde dile getirilmiş oldu. Yıllardır yasa ve sözleşmeye karşı yürütülen karalama kampanyasının bir diğer hedefi de önleyici ve koruyucu tedbir kararlarıydı. Tedbir kararlarının ve kadının beyanını esas kabul etme ilkesinin gerekliliğini de şu sözlerle açıklaması hayli önemli: “Eskiden ölümle burun buruna gelen kadınlar dahi şiddet gördüğünü belgelemek için kurum kurum dolaşmak durumunda kalıyordu. Oysa 6284 sayılı kanun ile sadece şikayetle dahi uzaklaştırma kararı alarak, kendilerini ilk anda koruyabiliyorlar. Bu kesin çözüm olmamakla beraber akut bir tedbirdir. Mal varlığına dahi tedbir konabiliyorken can söz konusu olduğunda elbette hiçbir şey riske edilemez.”

Şiddete bahane üretmek için kullanılan ahlakçı yaklaşıma itirazını da şu cümlelerde görmek mümkün: “Unutmayalım ki, ahlak insani bir fazilettir. Cinsiyetten bağımsızdır. Başkasının ahlakından sorumlu olmak kimsenin görev tanımı değildir.” Ahlak bekçiliğine itirazın yanı sıra şu cümleyle de hegemonik erkeklik eleştirisi yapıldığı söylenebilir: “Tüm bu yanlışlar, biyolojik bir cinsiyet olan erkek olma halini, adeta bir erkeklik ideolojisine çeviriyor." Malum saldırıların odağında bir de aile meselesi var, hatırlanacağı gibi. İlgili sözleşme ve yasanın yuva yıktığını, aileleri parçaladığını iddialarına karşı aile yerine biraz şifreli bir sözcükle “mahrem alan” ifadesinin kullanıldığını görüyoruz konuşmada: “Her şeyden önce, kadına yönelik şiddetin eşler arası ya da aile arasındaki ‘mahrem alan’ kavramıyla meşrulaştırılmasının önüne geçmeliyiz. Mahrem alan şiddetin uygulanmasına zemin olduğu anda, insan hakları ihlali başlamış demektir. Böylesi bir durumda mahremiyet ortadan kalkar. Söz konusu olan şiddetse, kol kırıldığında yen içinde kalamaz.”

Yeni Akit yazarı bu şifreyi hemen çözmüş tabi ki. “Mahrem alan kavramına ne gerek var? Fiziksel şiddet, yasaktır.. Nokta..” A. Karahasanoğlu cümlelerini neden üç noktayla değil de iki noktayla sonlandırmış, malumum değil. Ancak mahrem alan tanımına itiraz nedeni çok açık… Aileyi put edinenlere fırsat vermediği için öfkelenmiş yazar: “Olayın içine, “mahrem alan” kavramını da katıp, ardından şiddetin insan hakkı ihlali olduğunu söylediğimiz an, tam da yukarda belirttiğimiz, feministlerin oyununa gelmiş oluruz.” Yazısının başında belirttikleriyse feministlere her zaman yönelttikleri ithamlardan ve tabii komplo teorilerinden başkası değil. 25 Kasım için bile “karanlık operasyon” ve sair sözlerle yürütülen korku propagandası.

Bu gazete ve benzerlerinin bizlere yıllardır “yeşil ve kızıl feministler, mor çete, Soros'un kızları, proje örgütler” türünden çirkin etiketlemelerle saldırdıkları biliniyor. Ancak bu saldırıların mücadelemizi engellemeye gücü yetmedi hiçbir zaman. Yetmez de. Geçen yaz aylarında Sümeyye Erdoğan, KADEM ve Bakan Zehra Zümrüt Selçuk da bu zehirli dilden paylarına düşeni almışlardı. Geri adım atmamaları yönünde görüş/destek beyan etmiştim. Gerçi “İstanbul Sözleşmesi nas değil” şeklindeki Cumhurbaşkanı sözü bir geri adımdı. Aynı şekilde KADEM basın açıklamasında yer alan “İstanbul Sözleşmesi alternatifsiz değil, 6284 iyileştirilebilir” beyanları da saldırıları yumuşatmak için kullanılan bir taktikse bile kadın kazanımlarından geri adım atmak anlamını taşıyordu. Bireysel eril şiddetin basın yayın yoluyla kamusal alanda sürdürülen biçimi, Akit ve benzerlerinin saldırlar. Kadınların kendi yaşamlarında şiddete boyun eğmeyip direnmesini ve şiddetten kurtulmasını sağlayan mevzuata dört elle sarılmak gerekiyor. Özel alandaki eril şiddeti, kamusal alana taşıyan bu tip saldırılar karşısında boyun eğme lüksümüz yok. Emine Erdoğan’ın 25 Kasım hitabeti, saldırılara boyun eğilmeyeceği ümidi verdi. Saldırılar karşısında dirayetle durulacağı şeklinde yorumlanabilir. En hafifinden saygısızlık denilebilecek üslupla kaleme alınmış köşe yazısından sonra da aynı kararlılığın sürdürülmesi mümkün olur umarım. Özellikle “genç evlilik” adıyla masum gösterilmek istenen çocuk istismarı konusunda ceza indiriminin gündemde olduğu şu sıralarda kadınların mücadelede ortaklaşması ihtimali kuvvetlendiren ümit verici bir gelişme bu konuşma.

2. Yargı Reform paketine girmesi muhtemel TCK 103'üncü madde bağlamında ceza almış kişilerin infazında da indirime gidilmesini öngörecek bir maddenin önlenmesi böyle bir dayanışmayla mümkün. Üç yıl önce kendiliğinden gerçekleşmiş olan dayanışmanın daha planlı bir şekilde yürütülebileceği sinyalini aldım ben bu konuşmadan. Aralık ayı içinde Nafaka Hakkı Kadın Platformuyla görüşeceği yönünde söz vermiş olan Bakan Selçuk, sözünü unutmazsa bunların da konuşulması mümkün olur sanıyorum. Yoksulluk nafakası kadar konuşulması gereken çok önemli bir konu çünkü ceza indirimi ihtimali… Kanuni evlilik yaş sınırını ihlal ederek çocuk istismarını meşrulaştırmak anlamına gelecektir. Aynı bağlamda kamu kurumlarının bildirim yükümlülüğünün Sağlık bakanlığı tarafından yerine getirilmeyişi ve yükümlülük şartının kaldırılması yönündeki talepleri de konuyla ilişkili ele alınmalı. Tabi bir de Adalet Bakanlığı sitesinde her yıl yayınlanan çocuklara yönelik cinsel şiddet verilerinin 2018 için yayınlanmayışı. Geçmiş yıllara ilişkin verilere erişimin de engellenmesi. Cinsel şiddet bildirim yükümlülüğü tartışmaya açılmış; çocuklara yönelik cinsel şiddet verileri erişime kapatılmış; çocuk istismarı faillerine ceza indirimi gündeme taşınmış halde. Eril şiddetin kız çocuklarına yönelik cinsel istismar biçimiyle mücadeleyi neredeyse imkansızlaştıracak üçlü bir paket söz konusu olan. Her kesimden bütün kadınların ortak mücadele ederek önleyebileceği çok yakın bir tehlike bu. Birbirimize uzak ve duyarsız kalamayız.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.