YAZARLAR

Kürt sorununu Baltıklar'a taşımak

Bu süreçten Türkiye YPG’yi terör örgütü olarak kabul ettirerek çıkarsa, uzun süredir ortada görünmeyen diplomasisi büyük bir başarı elde etmiş olacak, Erdoğan bunu iç politikada sonuna kadar kullanacak, NATO’yu dize getiren lider olacak. Ayrıca, Erdoğan’ın bu ısrarı, aslında Baltık savunma planının hedefi olan Putin’i de memnun etmiş olmalı.

Türkiye, NATO’nun Baltık bölgesi ve Polonya’nın Rusya tehdidine karşı geliştirdiği savunma planını, YPG’nin terör örgütü sayılması koşuluna bağlayarak veto etti. Tam da bu dönemde Macron'un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” çıkışıyla üst üste gelen bu manevra hem NATO’nun ve hem de Türkiye’nin bu örgüt içindeki konumunu gündeme getirdi. Burada konuyu üç düzlemde ele alacağım. Birincisi NATO’nun küresel sistem içindeki yeri ve geleceğiyle ilgili tartışmaya dair kısa bir değerlendirme yapacağım. İkinci olarak AKP’nin NATO (ve aslında Batı) ile kurduğu tutarsız ilişkinin niteliği üzerinde duracağım.

Üçüncü olarak da, son veto olayının kendisini ele alacağım. Bu son gelişmede, AKP’nin kendi İslamcı ideolojisini takip ettiği dönemde çöken dış politikasını, askeri müdahale ve NATO üyeliği gibi, geçmişte eleştirdiği geleneksel dış politika araçlarına başvurarak telafi etmeye çalıştığını ve yine Kürt sorununun giderek Türkiye’nin dış politikasının her alanını kaplamaya başladığına değineceğim.

NATO YERİNDE DURUYOR

Dikkat çekici ve sansasyonel olanı öne çıkarmaya eğilimli medya, NATO’nun çok derin bir krizden geçtiğini dillendirebilir ama Türkiye’de Avrasyacı/Rusyacı diyebileceğimiz kesimler de NATO’nun büyük bir kriz içinde olduğu ve sonunun geldiği gibi bir yanılsama içindeler. Trump’ın NATO’nun işlevini sorgulaması ve Macron’un yukarıda bahsettiğim çıkışı, Türkiye’nin ayrıksı görülen konumu bu tartışmaları doğal olarak hızlandırdı. Bu konu kendi başına bir yazıyı hakediyor ama burada kısaca belirtmek gerekirse NATO kuruluş itibariyle temelde ABD hegemonyasının Avrupa ayağıydı ve aynı zamanda Avrupa’yı kontrol altında tutmanın aracıydı. Bu işlevi tam olarak değişmedi. Avrupa sistemi de savunmaya fazla kaynak ayırmaktan kaçındığı için bu pazarlığa genelde boyun eğdi.

Eğer NATO’nun krizinden bahsedeceksek 1966’da Fransa’nın askeri kanattan ayrılmış olması (2009’da döndü) ya da Varşova Paktı’nın dağılması gibi daha ciddi sorunlar vardı. NATO Soğuk Savaş bitmiş olmasına rağmen dağılmak bir yana, giderek büyüdü, geleneksel 16 üyeli örgüt 29 sayısına ulaştı, artık Japonya, Yeni Zelanda, Pakistan ile temasları olan, Irak’ta, Afganistan’da misyon üstlenen Atlantik sınırlarını çok aşan küresel bir örgüte dönüştü. Küresel sistem ABD hegemonyası ve Batı merkezli devam ettiği sürece, NATO olduğu yerde duracak. Küresel kapitalizmin işleyişi ve ABD merkezli Batı üstünlüğünün devamı açısından NATO hâlâ çok kritik bir örgüt. Bu “wishful thinking” yani olmasını istediğimiz şeyi, gönlümüzden geçeni, gerçek olarak tanımlamaktan vazgeçip, somut olguların somut analizini yapmak daha faydalı olacak.

BATI KARŞITI AMA 'NATOCU' AKP

Tıpkı Erdoğan’ın “üst akıl”a karşı ama Trumpçı olması gibi, Batı’ya kafa tutan, dik duran bir lider olarak NATOcu olduğunu da bu son dönemde iyice anladık. Öyle ki, NATO söz konusu olduğunda iki tane tuhaf ve çelişkili denklem ortaya çıkıyor. İlki, başta ABD siyaset ve akademik merkezli güvenlik çevrelerinde Türkiye’nin NATO üyeliğinin askıya alınması veya üyelikten çıkarılması yönünde bir süredir tartışma yürütülüyor. Hatta bir yazar hukuki açıdan bunun mümkün olduğunu savunan bir makale kaleme aldı. Son dönemde, özellikle S-400 alımı sonrası yoğunlaşan bir şekilde ortaya şöyle bir görüntü çıktı: Türkiye Rusya’ya yaklaşıyor, bir NATO ve ABD müttefiki gibi davranmıyor, dolayısıyla ittifak içinde yeri olmamalı diyen bir Batı merkezli söylem ile buna tepki olarak “Türkiye’yi NATO’dan çıkarmak.... senin haddine mi?” diyen bir Erdoğan. Bu arada Savunma Bakanı Hulusi Akar Euronews’a yazdığı yazıda “NATO güçlendirilmeli, ittifakın gerçek bir müttefiklik ruhu içinde etkin biçimde çalışması sağlanmalıdır” demekte ve “Türkiye’nin bir üye ülkenin yapabileceği en anlamlı biçimde NATO’ya karşı yükümlülüklerini yerine getirmeyi sürdürüyor” diye eklemekte. Ortadaki görüntü bugün NATO dağılsa buna en çok üzülecek olanın AKP olduğu şeklindedir.

Buradaki ikinci çelişkili durum, Türkiye’nin Rusya ve Avrasya ile daha yakın işbirliği yapmasını ve Şangay İşbirliği Örgütü'ne girmesini savunanların, AKP’nin bu NATOcu tavrı karşısında sessiz kalmaları. Oysa hazır Batı çevrelerinde, antlaşma hükümleri arasında yer almasa da, Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması tartışması yapılırken, bu kesimlerin Erdoğan yönetimini NATO’dan ayrılma konusunda, o olmasa bile askeri kanattan çıkmaya davet etmemesi, cesaretlendirmemesi ilginç.

TEL ABYAD’DAN LİTVANYA’YA

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin bu son itirazı, NATO’daki ilk vetosu değil. Hatırlatmak gerekirse Yunanistan’ın Kıbrıs harekatını gerekçe göstererek NATO’nun askeri kanadından ayrılması ve sonrasında dönmek istemesine Türkiye Kenan Evren’in darbe yönetimine dek altı yıl izin vermedi. Yine Bosna’daki NATO misyonunun AB’ye devredilmesine uzun süre direndi. Hatta, kamuoyuna çok yansımasa da Türkiye, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'nin NATO’yla, Avrupa güvenlik yapılanması bağlamındaki her girişimini veto ediyor. Rumlar da Türkiye’nin AB güvenlik yapılanmasına erişimini veto ederek karşılık veriyorlar.

Yalnız bu son gelişmede, Türkiye ilk kez Kürt meselesi nedeniyle NATO kozunu oynamış oldu.

Olayın çıkışında Baltık ülkelerinin, Rusya’nın 2014’te Kırım’ı dolaylı olarak işgal ve sonrasında ilhak etmesi üzerine NATO’dan savunma planı geliştirmesini istemeleri yatıyor. Türkiye Rusya’ya karşı yapılacak savunma planlarını onaylama koşulu olarak, kendisinin de Suriye sınırından gelecek bir saldırı durumunda bir savunma planı oluşturulması ve YPG’nin terör örgütü olarak kabul edilmesini ileri sürdü. Bunun için önerilere açık olduğunu da belirterek diplomasi kapısını açık bırakmayı da ihmal etmedi. Bu durumun NATO’yu ve özellikle ABD’yi bir çıkmaza soktuğu ortada. Her ne kadar NATO Genel Sekreteri “biz her durumda müttefiklerimizi koruruz” dese de, sonuçta bir savunma planı kabul edilmemesi ciddi bir eksiklik olacak. Öte yandan NATO YPG’yi terör örgütü olarak tanısa, bu sefer üyelerin bu örgüt ile bağlantı kurması, (Örneğin Macron’un PYD’liler ile görüşmesi, ABD’nin silah yardımı) zorlaşacak, NATO’nun terör örgütü kabul ettiği bir grubu üye ülkelerin meşru kabul edip yardım yapması gibi bir gariplik ortaya çıkacak.

VETONUN SONUÇLARI

Türkiye bu kozu şimdilik etkili bir şekilde kullandı ama her siyasal hamle karşılığında kendi bedeliyle gelir. Bunun sonucunda yalnızca Baltıklar ve Polonya değil, bütün eski Doğu Bloku üyelerini de karşısına almış oldu. Çok etkili olma şansı bulunmasa da şimdiden Litvanya’da Türkiye’den gelen malları ve tatil boykotu çağrıları başladı. Bu ülkelerdeki hakim görüş, doğal olarak, Türkiye’nin, kendileriyle hiçbir ilgisi olmayan bir konuda, NATO’ya şantaj yaptığı şeklinde. Bundan sonraki süreçte Türkiye’nin ihtiyacı olduğu durumlarda bu ülkeleri yanında bulmaması yüksek ihtimal. Türkiye istediğini alamama durumunda, NATO bir şekilde Baltık bölgesinin savunması için farklı seçenekleri gündeme getirebilir ve bu da veto kartını etkisizleştirebilir.

Daha önemlisi Kürt sorununun, tıpkı 1990’ların iç ve dış politika pratiklerinde olduğu gibi Türkiye’nin dış politikasını her yönüyle ipotek altına almaya başlaması, hiç ilgisi olmayan ülkelerle de ilişkilerinde sorun haline gelmeye başlaması. Örneğin, 1990’larda yalnızca Suriye, Irak değil Türkiye’nin Bulgaristan ve Romanya, Yugoslavya, Danimarka, İtalya, Hollanda, İsveç hatta Kenya gibi ülkelerle ilişkilerinde Kürt sorunu dönem dönem belirleyici olmuştu. Kürt sorunundan etkilenmeyen Avrupa coğrafyasında bir tek Baltıklar ve Polonya kalmıştı, onlar da bu son krizde kendi paylarına düşeni almış oldular. Türkiye de bir süreden beridir sürdürdüğü “düşman artırma siyasetine” devam etmiş oluyor.

Bu süreçten Türkiye YPG’yi terör örgütü olarak kabul ettirerek çıkarsa, uzun süredir ortada görünmeyen diplomasisi büyük bir başarı elde etmiş olacak, Erdoğan bunu iç politikada sonuna kadar kullanacak, NATO’yu dize getiren lider olacak. Ayrıca, Erdoğan’ın bu ısrarı, aslında Baltık savunma planının hedefi olan Putin’i de memnun etmiş olmalı.

Başta ABD, NATO üyeleri, bir yandan üyelikten nasıl çıkarırız diye kafa yordukları Türkiye’ye ve Erdoğan yönetimine bu tür bir ödül verirlerse, bu büyük bir sürpriz olacak. Sonuçta NATO Türkiye ile bir şekilde orta yol bularak anlaşır. Bir ihtimal YPG’nin terör örgütü olarak adı geçmeden ve Türkiye’nin “güneyinden kaynaklanan” güvenlik kaygılarını gözeten bir savunma planı üzerinde taraflar uzlaşabilirler.


İlhan Uzgel Kimdir?

1988’den itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Bölüm başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi. British Council, Jean Monnet ve Fulbright gibi burslardan faydalandı. Daha çok ABD dış politikası, Türk dış politikası, Balkanlar gibi konularla ilgilendi. Ulusal Çıkar (2004, İmge), Türkiye’nin Komşuları (derleme, 2002, İmge) ve AKP Kitabı (derleme, 2009 Phoenix) gibi çalışmaları vardır.