YAZARLAR

Asfaltın kralları

O dönemdeki Ford ile Ferrari kapışması filmin ateşleyici noktalarından birini oluşturuyor. Ferrari ile birleşme teklifine çok sert ret alan Ford, intikam almak istercesine daha üstün bir araba yaratma projesine girişiyor. Ancak burada sadece yarışmayı kazanma değil doğal olarak ‘Ford’ markası olarak yarışmayı kazanma isteği, iki ana karakterin kişisel hedeflerinin tamamen önünü tıkayan bir tavır oluyor.

James Mangold’un son filmi ‘Asfaltın Kralları’ yarış arabası sürücüsü Ken Miles ve tasarımcısı (aynı zamanda eski sürücü!) Carroll Shelby’nin, Ford markası altında, 1966 yılında, Fransa’daki efsanevi, 24 saatlik LeMans yarışmasını kazanmasını anlatıyor. Yönetmen Mangold, bu yaşanmış hikayeyi anlatırken sadece heyecan ve rekabet temalarını ele almıyor aynı zamanda bu iki karakterin çatışmasını ve ortaklığını (!) işleyen bir dram yaratıyor. Bu sağlam film yapısının arka planında, zamanın önemli araba markalarının rekabeti, amaçları ve ideallerine ilişkin bir hikaye üzerinden bir ‘dönem’ anlatılıyor. Sonuç olarak karşımızda hem psikolojik hem de sosyal anlamda güçlü, üst düzey bir dram/biopic sentezi bir yapım var…

1966 yılında Ford markası, araba sanayisinde en fazla kazanç sağlayan ve tanınan markalardan biri olmasına rağmen, dünyanın önemli araba yarışlarında söz sahibi değildir. Bu yarışlarda sürekli başarı kazanan bir diğer dev marka Ferrari’yi geçmek için Ford’un patronu önemli bir bütçe ayırır ve bu projenin başına, eski LeMans şampiyonu Carroll Shelby’yi getirir. Ancak başarı için sadece üstün teknolojinin yetmediğinin farkında olan Shelby, sürücü olarak, bu arabaları neredeyse ‘organlarına’ kadar tanıyan Ken Miles’ı seçer. Ne yazık ki Ford markasının ticari kaygıları ve kuralları, asi ruhlu Miles’la çatışma yaşar ve hazırlandıkları büyük LeMans yarışması öncesinde krizler yaratır.

ARABALARA FISILDAYAN ADAM!

Yönetmen Mangold filminin belkemiğini oluşturan iki ana karakterini tanıtırken bunları karakterleri tamamen zıt değil, ‘bakış açıları’ tamamen zıt iki figür gibi sunuyor. Normalde bir filmde tamamen ayrı dünyalardan gelen iki karakterin ortak çalışması (veya çalışmak zorunda kalmaları!) çok daha renkli ve dolayısıyla tercih edilen bir yolken, Mangold filmini, aynı mecra içinde sayılabilecek, hatta aynı merak ve tutkulara sahip ancak biri iktidar sisteminin içinde, diğeri ise tamamen dışında olan iki karakter üzerinden kuruyor.

Bu karakterler arasındaki ‘yer’ farklılığı daha doğrusu ‘yer’ tercihi neredeyse filmin bütününde kendini hissettiriyor. Film, Shelby’nin kabus gibi geçen, çok tehlikeli LeMans şampiyonluğuyla açılıyor ve sonrasında kariyerinde en üst seviyeye ulaşmış bu adamın yarı-emekliye ayrılıp Ford markası bünyesinde bir diğer tutkusu olan yarış arabası tasarımı yapmaya koyulmasını anlatıyor. Aynı zamanda Ford’un reklam yüzü olan bu karakter bir bakıma para, kariyer ve ün dünyası içinde süzülürken, Miles bu tutkunun diğer ‘ucunu’ temsil ediyor. Shelby’nin aksine ünü ve parayı tamamen ikinci plana atmış, ailesiyle mütevazi bir evde yaşayan ve araba tamirhanesinde çalışan Miles, yarışma heyecanını neredeyse her şeyin önüne koyan ve kullandığı arabalarla ‘organik’ bağ kuran, bir tür (Robert Redford’dan farklı olarak!) ‘Arabalara fısıldayan adam’. Bu organik bağı, sadece tek bir tur attığı bir yarış arabasından iner inmez bir çırpıda zayıflıklarını sıraladığı veya işinden uzaklaştırıldığı bir dönemde radyoda dinlediği araba yarışında sürücünün yapması gereken şeyleri mırıldandığı sekanslarda açıkça görüyoruz.

YENİ BİR ‘DAYS OF THUNDER’ DEĞİL!

Her ne kadar filmin konusunun merkezine araba yarışlarını ve bunlara hazırlanan karakterleri koysa da, ‘Asfaltın Kralları’ bizce bir ‘araba yarışı’ filminden çok daha fazlası… Özellikle Tom Cruise’un kariyerinin başlarında tanıtmış olduğu gibi ‘Top Gun’ veya ‘Days Of Thunder’ tarzı filmler, genelde içinde bir romantik aşk hikayesinin eşliğinde, asıl olarak genç jenerasyonu hayran bırakacak hatta imrendirecek etkileyici yarış sekansları barındırır ve film asıl gücünü bunlardan alır. Bu sekanslarda etkileyici görüntüler ve kadrajlar kadar her zaman hissettirilen bir ‘şairene hava’, bir ‘kahramanlık’ duygusu ve bir ‘gerçek özgürlük’ tasviri bulunur. Ana karakter film süresinde bir tür ‘yolların kralı’ veya ‘göklerin fatihi’ gibi bir kahramana dönüşür..

‘Asfaltın Kralları’nda ise böyle bir ‘güzelleme’ tarzında tutum kesinlikle yok. Kuşkusuz filmdeki yarış sekansları etkileyici ve seyircilerin o yarışı adeta ‘yaşamasını’ sağlıyor ancak özellikle değindiğimiz açılış sekansında gördüğümüz o yirmi dört saatlik yarışta Shelby’nin zifiri karanlıkta, inanılmaz tehlikeler atlatarak, çıldırmanın eşiğine gelmiş bir şekilde cehennemdeymiş gibi araba sürdüğü sahneler seyirciyi imrendirmekten çok uzakta gibi duruyor. Zaten aynı karakterin, araba yarışına girmeye heveslenmiş Ford yöneticileriyle konuştuğu sahnede de bunu fazlasıyla görüyoruz.

Miles karakteri ise bu olaya daha duygusal yaklaşıp, yarış pistinde belli bir hızın üstüne çıkmayı ‘zamanın ve mekanın kaybolması’ gibi pozitif bir şekilde dillendirse de, burada da yine ‘kendini kahraman gibi gösterme’ veya kendisini ‘Yarışın ve arabanın üstüne koyma’ gibi bir çaba yok! Miles genelde sürdüğü arabaları kendi dengi gibi hatta kendi ‘parçası’ gibi görüyor. Neredeyse bütün ‘organlarını’ harfiyen tanıdığı bu taşıtları birer kişilik gibi sunuyor.

Alev almış bir yarış arabasından canını zor kurtardığında bile ağzından çıkan ilk sözler arabasındaki aksaklıklar üzerine oluyor.

AH O TİCARİ KURALLAR VE POLİTİKALAR!

O dönemdeki Ford ile Ferrari kapışması da filmin ateşleyici noktalarından birini oluşturuyor. Ferrari ile birleşme teklifine çok sert bir ret alan Ford, adeta intikam almak istercesine daha üstün bir araba yaratma projesine girişiyor. Ancak burada sadece yarışmayı kazanma değil doğal olarak ‘Ford’ markası olarak yarışmayı kazanma isteği, iki ana karakterin kişisel hedeflerinin tamamen önünü tıkayan bir tavır oluyor. Bu tavır ise film boyunca karakterlerin başkaldırmalarında karşılığını buluyor. Miles, Ford’un ticari kurallarına karşı isyan bayrağı açtığı için birçok defa işinden uzaklaştırılıyor, Shelby ise birçok defa onu, şirkete karşı savunuyor ve bütün baskılara rağmen son kertede onun bağımsız karar vermesine göz yumuyor. Başka bir deyişle Ford, yarış araçlarını sadece reklam gibi görürken, iki ana karakter arabalarına karşı çok daha kişisel bir yaklaşım sergiliyor.

Bütün bunlara rağmen, Ford şirketi bu ikiliyi baskı altında tutacak, birimin başına gereksiz bir yönetici getiriyor. Bu yönetici Miles’ın Ford’un diğer sürücülerine çok fark atmasını istemeyerek, katı kurallarla kendi politikasını uygulamaya çalışıyor.

Ford şirketi sadece kazanmak değil, aynı zamanda kendi ‘kuralları’ içinde kalarak kazanmak istiyor.

Christian Bale, Miles rolünde her zamanki gibi ustalığını konuşturuyor. Canlandırdığı karakterin her türlü çıkmazını, ikilemlerini sonuna kadar hissediyoruz. Matt Damon bizce epey bir zaman sonra en iyi rolünde Bale’in yanında hiç ezilmiyor, aralarında oluşan kimya tam anlamıyla işliyor.

Bale’in fedakar eşini oynayan Caitriona Balfe’nin, ‘A Quiet Place’ filminden hatırlayacağımız Noah Jupe’un ve kaypak yönetici rolünde de Josh Lucas’ın performansları ise görmelere seza!

Sonuç olarak James Mangold, kendi kariyerinde (yine) önemli bir yer tutacak, sağlam yapılı, görüntü yönetmenliği açısından çok etkileyici ve oyunculuklar açısından en iyi sonucu aldığı bir filme imza atmış. Cem Yılmaz’ın ünlü lafına bağlayarak bitirelim: ‘Asfalt ağladı be!’…

Yönetmen: James Mangold

Oyuncular: Christian Bale, Matt Damon, John Bernthal, Caitriona Balfe, Tracy Letts, Josh Lucas, Noah Jupe, Ray McKinnon, Remo Girone, JJ Feild…

Ülke: ABD


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .