YAZARLAR

Vahdetten düalizme giden yol: Kandil

Hicretin ilk üç yüz yılının temel tartışma konuları düalist anlayışa karşı vahdet inancını yerleştirmek üzerineydi. Bu süreçte Kur’an mahluk mu tartışmaları Yahudi ve Hristiyan teologlarla girişilen tartışmalar, hayli düşünsel birikim oluşmasına hizmet etti. Diyalogların kazanımı olarak vahdet prensibi çerçevesinde Kur’an'ı mahluk kabul edenler de olmuştu İslam alimleri arasında, ezeli varlık sayanlar da.

Mevlid-i Nebi haftası ve bu yıl haftanın aile temalı kurgulanışı, pek çok açıdan farklı tartışma konuları ve sorular açmaya yatkın görünüyor. Aile temasının seçilişi, hegemonik erkekliği sürdürülebilir kılma gayretiyle açıklanabilir kolayca. Diyanet İşleri Başkanlığı'nca hazırlanmış hizmet eden, saygılı, ev içinde bile pür tesettür kadın ile telefonla meşgul, saygısız ama daha önemlisi hizmet alan koca/erkek videosu bile tek başına yeter, aile kavramına yüklenen anlamı görmek için. Görüldü de nitekim. Aile deyince eş/eşit olamama halini yücelttikleri çokça yazılıp konuşuldu. Bense mevlide, Hz. Muhammed’in doğumuna aşırı önem atfedişin farklı çağrışımlarına değinmek istiyorum bugün.

Mevlit kandili kutlamalarının İslam toplumlarında dinin sosyokültürel boyutu, görünür yüzü olduğu söylenir. Ancak bu kadar masum mu, gerçekten din sosyolojisi alanına ait kültürel olgudan mı ibaret, sorusu da tartışıldı çok kez. Kültürel öge olmayıp din-devlet ilişkisi içinde ele alınması gereken politik olgu olduğu yönünde pek çok görüş belirdi. Tarih bilgilerimiz de bu görüşü destekler nitelikte. İtikat boyutunu ve din düşüncesi çerçevesinde yol açtığı farklılaşmaları tartışmak günümüzde bile pek mümkün değil. İslam’da iman esaslarıyla, vahdet prensibiyle çelişki yaratan durumu fazla tartışıl(a)madı. Hiç söylenmedi diyemeyiz tabii ki. Fakat İslam dünyasındaki ve ülkemizdeki tekfirci gelenek nedeniyle özgürce derinleşilemedi.

İslam tarihinin ilk yüz yıllarında düşünürleri, alimleri en çok meşgul eden meşelerden birisi, o çağın en önemli tartışma konusu düalizm karşısında vahdet inancını savunabilmekti. Mevlit kandili kutlama usulünün icadıyla düalizm arasında ilişki var mı? Resmi kandil kutlamaları, İslam dünyasında devlet politikasıyla vahdet karşısında düalizmin yani bircilik karşısında ikicilik düşüncesinin galebesi mi? İslamın iman esaslarına aykırı olmasına rağmen politik tercihle sürdürülen resmi kandil kutlamaları, Müslüman toplumlardaki otoriter eğilimle ilişkili mi? Cevap arayabilmek için gerekli tartışma ortamına ulaşmak mümkün mü, bu da ayrı soru tabii.

Mevlit kandilinin tarihçesi, yukarıdaki sorulara ulaştırıyor, cevaplar da belki orada gizlidir. İlk defa Fatımi Devletinde resmi kutlamayla çıkıyor karşımıza Mevlit Kandili. Mısır merkezli ve Suriye’nin bir kısmına da hakim olan Fatımilerin ismi malum Hz. Fatıma’dan gelir. Devletin kurucusu Ubeydullah’ın soyu tartışmalı da olsa Hz Ali’ye dayandırılır. Şiî öğretinin İsmailîye koluna bağlı oldukları bilinir. İmametin, İmam Cafer’in kendisinden önce ölmüş oğlu İsmail’den devam ettiği anlayışına bağlıdırlar. Zaman zaman düalizmin baskın karakter kazandığı, İsmailîye kolu sadece zahir-batın ikiliğiyle anılmaz. Dini propaganda alanında da bilimsel ve düşünsel gelişmelerle sağladıkları üstünlükle anılırlar. El Ezher, Fatımîler zamanında kurulmuştur. Devletin yönetimi altındaki nüfus büyük oranda Sünnî halktan oluştuğu için toplumsal çatışmalar hiç eksik olmaz. Hicretten üç yüz elli yıl sonra icat edilen Mevlit Kandili resmi kutlamaları böyle bir ortamın ürünüydü.

Bir açıdan bakılınca yönetimi altındaki Hıristiyan kitlenin Noel ayinlerine öykünme gibi bir gelenek yaratımı olduğu söylenebilir. Diğer yandan Sünnî halkıyla bitmeyen çatışmalara yönelik bir tedbir olmak üzere Müslümanlar arası ortak payda ihdası için Hz Muhammed’in doğduğu Rebiyülevvel ayının 12’nci günü kutlamaları icat edilmiş gibi görülebilir. Abbasi Halifelerinin otoritesiyle rekabet için devlet kurucusunun soyağacını, Hz. Ali ve Hz. Fatıma aracılığıyla Peygamber soyuna dayandırma ihtiyacı duydukları dikkate alınırsa Mevlid kutlaması da böyle bir politik tercih şeklinde anlaşılabilir. Her hâlükârda yüzyıllarca etkisini sürdüren tarihi akış çıktı ortaya. Zira Sünnî hükümdarlar, toplumlar, devletler de bu kutlamaları devam ettirmek mecburiyetini hissetti. Ya da bu yolla elde edilen faydanın peşine düştü, her Müslüman yönetici.

Hicretin ilk üç yüz yılının temel tartışma konuları düalist anlayışa karşı vahdet inancını yerleştirmek üzerineydi. Bu süreçte Kur’an mahluk mu tartışmaları Yahudi ve Hristiyan teologlarla girişilen tartışmalar, hayli düşünsel birikim oluşmasına hizmet etti. Diyalogların kazanımı olarak vahdet prensibi çerçevesinde Kur’an'ı mahluk kabul edenler de olmuştu İslam alimleri arasında, ezeli varlık sayanlar da. İslam düşüncesinde farklı ekollerin ortaya çıkışı, birliği bozan unsur sayıldı hep. Kur'an'ı yaratılmış varlık kabul edenlere göre, aksi takdirde Tek yaratıcı olan Allah katında bir de Kur'an ezeli varlık kabul edilmiş olurdu. İslam düşüncesinin temellerini oluşturan bu tartışmalar yazık ki devlet aklı işin içine girince düşünce özgürlüğü bile devlet zulmüne araç yapılmıştı. Mihne süreciyle sonuçlanmıştı. Mihne sonrası Kur'an ezelidir anlayışına yakın olan Selefi görüşler düşünce dünyasına hakim oldu, İslam tarihinde. Yaklaşık bir asır sonra da mevlit kandilinin icadıyla düalizm karşısında vahdet inancının bir hasar daha aldı.

Mihne sürecinden Horasan’da, Hilafet merkezinden uzakta olduğu için en az hasarla kurtulanlardan Maturidi, tanrının varlığına ve birliğine akıl yoluyla erişme yollarını tartışmıştı. Akıl yoluyla iman arayışına onu itense düalizmle mücadele ihtiyacıydı. Çünkü düalizmin zaman içinde İslam inancının temeli olan vahdeti zedeleyeceği endişesi taşıyordu. Yani vahdeti, birci düşünceyi İslam inancının temeline yerleştirmenin İslam’ı, mesela Hıristiyanlıkta sonradan oluştuğu gibi teslis benzeri farklılaşmalara karşı koruyacağını düşünüyordu. Bunun da biricik yolunu insan aklıyla, akıl yoluyla imanın keşfinde bulduğu söylenir. Böylece akıl yürütme yoluyla ulaşılacak bilginin seleften nakledilecek bilgiden üstün olduğu çıkarımına ulaşır.

İman ile akıl ilişkisini önemseyen bir başka alim, İmam-ı Azam Ebu Hanife de hadis rivayetlerinin toplanmasını, zaman içinde Kuran ayetleri katında kıymete büründürülebilme riski nedeniyle ret ediyordu. Peygamber sözleri de beşer sözüdür şeklindeki yaklaşımı nedeniyle Buhari onu neredeyse tekfir edecek derecede kötülerdi. Fakat tuhaftır tarihi kültürel vakıa olan Türk-İslam geleneğinde (burada bir siyasal yöntem olarak sentezci Türk-İslam ideolojisini kast etmediğimi, zamanın ruhuna binaen vurgulamakta fayda var) her ikisi de eş değer saygınlıkta görülür. İtikatta mezhebim Maturidi, amelde mezhebim Hanefi diyen Müslüman Türk, Maturidi’yi hiç bilmez, Ebu Hanife’yi mezhep kurucusu saydığı için sözlerini tartışılmaz kabul eder. Aynı zamanda Buhari’yi de onlarla denk tutar. Düşünce dünyamızın fakirliği Mihne’den miras zannımca. Aklı önceleyenlerle nakli önceleyenleri, onların tarihi çatışmalarını, birikime dönüştürmekten bile yoksun kalmışız. Rivayetçi geleneğin giderek güçlenmesi ekoller arası tartışmadan bihaber kalışımızla ilişkili olmalı. İlim ehlini türlü zulümle süründürüp sadece uygun gördüklerinin topluma yansımasına izin veren devlet politikalarının din sosyolojisi alanındaki belirleyici rolünü ortaya koyan mevlit kandilini yazmaya bir süre daha devam edeceğim sanırım.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.