YAZARLAR

Bağdadi operasyonu ve tuhaflıklar

Bağdadi’nin yeri nasıl tesbit edildi? Ortaya atılan bütün iddiaları ve tahminleri okumaya çalıştım. Kaçırdığım mutlaka olmuştur, ama sanırım öğrenebildiğim kadarını aktarırsam kimseyi büyük yanlışa sürüklemem. SDG ve “Kürtler”in verdiği istihbaratın değeri ABD’li çeşitli yetkililerce özel olarak vurgulandı, ancak bunu somut olarak zihnimizde canlandırmamıza yarayacak veriler ortaya dökülmedi. Öyle anlaşılıyor ki, bu işte büyük pay Irak istihbaratının.

“İslâm Devleti” örgütünün (İD/DAİŞ/IŞİD) “halife”si Ebubekir el-Bağdadi, saklandığı eve ABD ordusunun düzenlediği bir operasyonla öldürüldü. Hiçbir olağandışı ayrıntı barındırmasa dahi yeterince gürültü kopartması gayet doğal olan bu hadise birçok tuhaflık barındırıyor.

Lafa Donald Trump’tan girmek zorundayız. Bu adamın dünyanın en güçlü devletinin başından bir an önce uzaklaştırılması, bütün dünya için, yaklaşan iklim felaketi mertebesinde aciliyet arz ediyor. Böylesine önemli bir gelişmeyi duyurmak için kameraların karşısına geçip üst üste böylesine saçmalamak, yalan yanlış konuşmak, ciddiyetten uzak, sorumsuzca, düşüncesizce davranmak, her türlü gayriinsanîliğe prim veren Zamane Ruhu’nu bile zedeleyebilir maazallah. İD’in lideri öldürülmüş, adam başkalarına ait petrole elkoymayı kendine nasıl hak gördüğünü ibretlik pervasızlıkla, yüzsüzlükle anlatıyor!

RESMÎ TUTUM BAHSİ

Başta biz gazeteciler, herkes Trump’ın yapacağı açıklamayı beklerken, Bağdadi’nin öldürüldüğü haberinin bomba gibi düştüğü ufak dünyamızda koşuşmaca başladı. Hemen anladık ki, ABD’nin Bağdadi operasyonu Ankara’da telaş yaratmış. Telaşın üç kaynağı vardı: Biri, Ankara’nın bugüne kadar sık sık İD’le uygunsuz ilişki iddiasıyla suçlanmış oluşu; öbürü, operasyon için gerekli istihbarat çalışmasına Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) katkısının fazlaca vurgulanması; üçüncüsüyse, ABD’li kaynaklara dayandırılarak yaygınlaştırılan, “Türkiye’ye bilgi verilmedi” haberleri.

Ankara hemen, İD’e karşı girişilen bu sersemletici hamlede kendisinin de rolü olduğunu anlatmaya girişti. Millî Savunma Bakanlığı, “…operasyon öncesinde askeri makamlar arasında bilgi alışverişi ve koordinasyonda bulunulmuşturaçıklaması yaptı. Açıklama üç maddeden oluşuyordu. İlki buydu ve “bilgi alışverişi”nin derinliğine dair fikir vermiyordu. Kimi ABD’li yetkililer, “Türkiye’ye uçuşumuz, hareketimiz konusunda bilgi verdik, ama operasyonun hedefini söylemedik,” demişlerdi, MSB açıklaması buradaki soru işaretini ortadan kaldırmıyordu. Üstelik ikinci maddedeki ifade tarzı, yakınlıktan çok mesafe çağrıştırıyordu: “ABD unsurları ile karşılıklı müdahalenin önlenmesi ve karşılıklı çalışabilirlik ilkeleri doğrultusunda hareket edilmiş, birliklerimiz ikaz edilmiş”ti. Üçüncü madde de soğukluğu sürdürüyordu: “ABD’nin operasyonu öncesinde ve sırasında, (…) müttefiklik ve stratejik işbirliği ruhuna uygun davranılmıştır.

Açıklama açıkça, “beraber yaptık”tan çok, “kolaylık gösterdik” gibi bir anlama geliyordu. Üstelik Ankara, Türkiye’deki kanlı İD eylemlerinin ardından takındığı tavra uygun olarak, böyle bir durumda bile sadece bu örgütü sorun etmekten kaçınmış, araya “başta DEAŞ olmak üzere PKK/PYD/YPG terör örgütleriyle mücadele çerçevesinde” ibaresini eklemişti.

Bunları Türkiye’nin operasyona katkısı sorulduğunda Trump’ın verdiği cevapla birlikte ele alırsak ortaya çıkan şeye en hafifinden “büyük mesafe” dememiz gerekiyor. “Türkiye ne yaptı?” diye sorulduğunda ABD başkanı, “Problem çıkarmadılar,” dedi. Tamamı aşağı yukarı şöyle: “Bize ateş açmadılar. Açsalardı karşılık verirdik. Hava sahalarında dolaştık. Problem çıkarmadılar.

Mesafenin altı böylece bir de karşı taraftan çizilmiş oldu. Gerçi Türkiye, Trump’ın operasyon için teşekkür ettiği devletler arasındaydı, ancak bu cevap onu “problem çıkarabilecek” unsurlar arasına yerleştirmişti.

Çelişkiyi belki yanına yanaştırılmaması gereken koltuğa oturmuş cahil adamın dengesizliğiyle izah edebilirdik. Ancak gördüğümüz üzre, Ankara’nın işin içinde sayılma isteğiyle benimsediği üslûp da çelişkiliydi.

Tabiî esas çelişki başka yerde saklı: İD’in en önemli iki şahsiyeti ardarda, Türkiye’nin denetiminde olduğu varsayılan Suriye topraklarında, müttefiki ABD ile düşman saydığı SDG’nin işbirliğiyle gerçekleştirilen özel operasyonlarla avlandı. Bütün dünya İD, DAİŞ, IŞİD, ISIS, ISIL, artık ne diyorlarsa onun lideri öldürüldü diye ayağa kalktığı sırada Ankara hâlâ “esas terör o değil” anlamında çıkışlar yapmaktaydı. Murat Yetkin’in, “Bağdadi’nin ölümünde Türkiye’nin rolü”nü ele alan yazısını okumanızı önerip, Ankara’nın resmî tutumu bahsini geçiyorum.

PROPAGANDA BAHSİ

İktidar propaganda aygıtı organlarından Daily Sabah, Ankara’nın katkısını vurgulamak üzere, operasyona katılan hava araçlarının Adana’daki İncirlik üssünden kalktığına ilişkin “yanlış bilgi” ve “adının açıklanmasını istemeyen üst düzey Türk yetkili”ye dayandırdığı özlü sözlerle sabahtan işe girişti. (ABD helikopterleri, operasyon hedefine 100 km mesafedeki İncirlik’ten değil, 700 km uzaktaki Erbil’den kalkmıştı.) Yetkili, “İyi insanlar için iyi bir gün,” diyor, gelişmeyi memnuniyetle selamlıyordu. Türkiye, “ABD ve başka müttefikleriyle işbirliği içerisinde, DAİŞ ve başka terörist gruplarla mücadelesini sürdürecek”ti. “Üst düzey yetkili” ezberi bırakıp günceli vurguluyordu: “Biz bütün önemli unsurlarla yakın koordinasyon içerisindeyiz.Daily Sabah üsteliyordu: ABD Türkiye ile istihbarat paylaşmış mıydı? Maksat Ankara’nın ne kadar işin içinde olduğunu göstermekti. Gelen cevap şöyleydi: “İstihbarat servislerimizin muadilleriyle karşılıklı ilişkileri üzerine yorum yapmayız. Dün geceki operasyonun gerçekleştirilmesini sağlamak üzere istihbarat paylaşıldığını ne onaylayabilirim ne reddedebilirim.

Oysa Millî Savunma Bakanlığı, çıtayı “bilgi alışverişinde bulunulmuştur” aşamasına taşımıştı. Sorun yine de giderilemiyordu, çünkü ABD kaynaklarına göre bu bilgi, bir operasyon yapılacağı, bunun için şu saatte şuralardan uçulacağının ötesine geçmiyordu. Daily Sabah’ın haberine, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Fahrettin Altun’un İngilizce tweet’i eklenmişti: Altun, “Dostlarımız ve müttefiklerimizle birlikte” terörizmin her türüne karşı mücadele etmekten, “gerikalan terörist liderleri de temizlemekten” sözediyordu. Ankara, o telaş ânında dahi, “bizim esas derdimiz İD ve Bağdadi değil” diye yorumlanacak tavır takınıyordu. Üstelik bu mevzuda azamî dikkat göstermesi gerekirken.

Zira bunlar olurken uluslararası kamuoyu, dünyanın en çok aranan adamının nasıl olup da TSK’nin gözlem noktalarıyla denetim altına aldığı bir bölgede barınabildiğini merak ediyordu. Üstelik gecenin erken saatlerinde “İslâm Devleti” örgütünün bu defa sözcüsü, yine Ankara’nın denetimindeki Cerablus yakınında öldürüldüğünde, “bunların hepsi niye buralarda?” sorusunun ağırlığı arttı.

İDLİB’TE NE ARIYORDU?

Bu nokta Türkiye’nin İD ile ilişkisine dair iddia ve ithamlar varolmasa da merak uyandırıcıydı: En radikal cihatçısıyla bile kanlı bıçaklı olduğu örgütlerin kendisini bulsa paralayacağı bir yerde İD’in “halife”si ne arıyordu? Bağdadi, iki eşi, çocukları, korumalarıyla birlikte, El-Kaide’ye biatlı Huras el-Din örgütünün lideri Ebu Muhammed el-Halebi’nin kiraladığı evde kalıyordu. Komşuların etrafta eşi dostu olmayan bir Halepli tüccar olarak tanıdığı ve bütün gayretlerine rağmen en ufak ilişki kuramadıklarını gazetecilere anlattığı el-Halebi de operasyonda öldürüldü. Bu adamın örgütü kısa süre önce yörede İD mensuplarını avlıyordu.

Bu beklenmedik beraberlik sorular doğurdu: Yeni bir cihatçı ittifakı için arayışlar mı var? İdlib büyük ölçüde Heyet Tahrir el-Şam’ın denetiminde değil mi, nasıl atladılar İD liderinin burada olduğunu? Yoksa göz mü yumdular? Onca düşmanlık varken..? Gerçi HTŞ’den bir sözcü, Bağdadi’nin İdlib’te olduğunu bildiklerini ve onu aramakta olduklarını ileri sürdü, ama bu kimseyi tatmin etmedi.

Donald Trump, bir nevi “dünyaya sesleniş” kimliği kazanan konuşmasında, Bağdadi’nin İD’i yeniden harekete geçirmek, hilafeti yeniden kurmak için İdlib’te bulunduğunu ileri sürdü. Yine her şeyi yanlış anlayıp da saçmalamadıysa, ona böyle bir istihbarattan sözedilmiş olmalıydı. Buna karşılık Huras el-Din ile HTŞ’nin vardığı kapsamlı anlaşmaya dair belge henüz çok kısa süre önce ortaya çıkmıştı. İD’in İdlib’teki siyasî manevralara karışabilmesi şu an için mümkün görünmüyordu.

Bu durumda, siyasî-askerî faaliyet için değilse de şimdilik saklanmak için İD’çilerin de İdlib’te kendilerine pekâlâ yer açabildikleri anlaşılıyordu. SDG karşısında tutunamayıp, Fırat’ın doğusundaki mevzilerini ve karargâhlarını kaybeden İD mensuplarının çoğu esir düştü, şimdi hapishane ve kamplardalar. Teslim anlaşması yapılırken bunların bir kısmı İdlib’e gönderilmeyi talep etmişlerdi. Ne kadarı gönderildi? Yakayı ele vermeyen bazılarının da, tecrübeli yerel kaçakçıların yardımıyla, Cerablus, Kuzey Halep ve İdlib’e kapağı atabildikleri söyleniyor.

Bunu bilmek de meseleyi çözmüyor esasen. Türkiye’de kamuoyu Suriye’nin cihatçıları konusunda çift yönlü şartlandırma içerisinde, vahim yanlışlardan birine ya da öbürüne düşüyor. İktidar propaganda aygıtları, cihatçıların hepsini kucaklayacak bir yaklaşım ve sunuş peşinde, bunların birbirleriyle cansipârane mücadelelerini ve aralarındaki ayrılıkların kimi zaman bütünüyle çıkar hesaplarına dayandığı gerçeğini gizliyor. Muhalif yorumcularsa, “bunların hepsi bir” kolaycılığından ve şablonculuğundan bir türlü kurtulamıyor. Oysa, haydi gerikalanların hiçbirini şu an için ayırt etmeyelim, İD/DAİŞ/IŞİD denen örgütle savaşmamış kimse yok. Bunların mensubunu öldürmediği örgüt de herhalde yok. Nitekim HTŞ’den Zübeyir el-Gazi, “Allah’ın düşmanı” Bağdadi’nin ölümünden duyduğu memnuniyeti ilan etti, “her ne kadar mücahitlerin değil kâfirlerin elinde ölmüş olsa da” diyerek. El-Kaide’ci Şibl el-Akide (Türkçe yazımda yanlış olabilir) örgütü de aynı nedene dayandırdığı üzüntüsünü dile getirirken HTŞ’ye çıkıştı: İdlib’i idare etme iddiasındasınız, bu adam burada dolaşıyor, birileri gelip operasyon yapıyor, bu nasıl yönetmek!

Bu yüzden, Bağdadi’nin İdlib’te saklanıyor oluşu yalnız meselenin Ankara’ya dokunan ucu yüzünden sorun yaratmıyor.

NASIL TESBİT EDİLDİ?

Gelelim iki günün en büyük spekülasyon mevzuuna: Bağdadi’nin yeri nasıl tesbit edildi?

Ortaya atılan bütün iddiaları ve tahminleri okumaya çalıştım. Kaçırdığım mutlaka olmuştur, ama sanırım öğrenebildiğim kadarını aktarırsam kimseyi büyük yanlışa sürüklemem.

SDG ve “Kürtler”in verdiği istihbaratın değeri ABD’li çeşitli yetkililerce özel olarak vurgulandı, ancak bunu somut olarak zihnimizde canlandırmamıza yarayacak veriler ortaya dökülmedi. Öyle anlaşılıyor ki, bu işte büyük pay Irak istihbaratının. Irak Muhaberat’ı, Bağdadi’nin iki kardeşi Cuma ve Ahmed’in eşlerini -tecrübeli Ortadoğu muhabiri Martin Chulov’un The Guardian’da yazdığına bakılırsa, Türkiye üzerinden!- İdlib’e kaçıran Suriyeli kaçakçının kimliğini Eylül ayı ortasında tesbit etmiş. Bağdadi’nin çocuklarını daha önce Irak’tan kaçıran da aynı adammış. Muhaberat bu adamı, karısı olduğunu düşündükleri bir kadını ve Bağdadi’nin yeğenlerinden birini sorguya çekmiş, kullandıkları rotayı ve kaçırdıkları insanları götürdükleri yerleri öğrenmiş. Bilgi CIA’e iletilmiş. Ekim ortasında Bağdadi’ye operasyon planı hazırmış. Kime ithaf edileceğine de karar verilmiş: İD “halife”sinin esir alıp köle yaptığı Arizonalı yardım gönüllüsü Kayla Mueller’e (nitekim böyle yapıldı). Bağdadi İdlib’te de izlenmiş. Fazla hareket etmemiş. Geçen hafta, ABD’li ve Iraklı yetkililer Barişa köyünde ev değiştirdiğini öğrenmişler.

Gerisini büyük ölçüde biliyoruz. Evden canlı çıkarılan on çocuk, canlı götürüldüğü görgü tanıklarınca ileri sürülen bir-iki kişi, dokuz da ölü var. Bağdadi ile Huras el-Din liderlerinden el-Halebi’nin yanısıra, Bağdadi’nin intihar yelekli iki eşi de ABD komandolarınca öldürüldü. Yeleklerini patlatamadan. Operasyonun simge görüntülerinden biri haline gelen, delik deşik edilmiş minibüsle ilgili rivayet muhtelif. Bunun içindeki iki kişinin Bağdadi’yle, İD’le alâkasının olmadığı, tamamen yanlış zamanda yanlış yerde bulunmaya kurban gittiği söyleniyor.

YOKSA RÜYA MI?

Son olarak en büyük tuhaflığa geliyoruz: Rusya operasyonun hiç yapılmadığını iddia etti!

ABD Başkanı Trump, operasyon için teşekkür faslının başında Rusya’nın adını andı. Rusya için, iki yüz kelimelik dağarcığının kullanılmaktan en çok yıpranan kelimelerinden seçip seçip “şahaneydi, süperdi” dedi. (Irak, Türkiye ve SDG’nin yanısıra, “bir ölçüde” Suriye’ye de teşekkür etti.) Moskova’ya operasyonu bildirirken hedefi söylemediklerini belirtti. “Zaten kimseye söylemedik,” dedi. Washington’da birilerine söyleseler hemen sızacağından yakındı.

Gelin görün ki, Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü General Igor Konaşenkov, “Cumartesi günü veya sonrasında, ABD veya ‘uluslararası koalisyon’ diye anılan [kuvvete] ait herhangi bir uçağın yaptığı hava akını görülmemiştir” deyiverdi. Sözcüye göre Rusya, “İdlib çatışmasızlık bölgesinin Türkiye denetimindeki kısmında ABD’li personelin DAİŞ lideri Ebubekir el-Bağdadi’yi ortadan kaldırmayı amaçlayan bir operasyon gerçekleştirdiğine dair güvenilir bilgiye sahip değil”di. Konashenkov, Bağdadi’nin “bir defa daha” öldürülmesinin stratejik önemi olmadığına dair laflar edip dalgasını da geçti.

Hepimizle dalga geçiyor gibiydi.

27 Ekim gecesi 21:00 sularında, Cerablus yakınlarındaki Ayn el-Beyde köyünde, İD sözcüsü Ebu el-Hasan el-Muhacir’in de SDG-ABD ortak operasyonuyla (“doğrudan koordinasyon”) öldürüldüğü açıklandı, SDG komutanı Mazlum Ebdi tarafından! Bilgi SDG’den gelmiş, havadan saldırıyı ABD ordusu düzenlemişti.

Rusya bu defa “böyle bir şey olmadı” demedi.