YAZARLAR

CHP kaybetti ama kazandı

Olası bir seçimin muhtemel sonucunu kestirmek zor değil. Oylarının birkaç aylık hükmü olduğunu gören Kürtlerin sandığa gitmeyeceği veya gidemeyeceği bir ortamda CHP yine alışkın olduğu icazetli pozisyonu, hükümdarın sevgili muhalefeti olmayı üstlenecek. Eh, böylesi bir durumda CHP pekâlâ iktidara gelme fırsatını kaybetmiş ama fikirlerinin yönetimde olmasını sağlamış gibi davranabilir.

"Savaş, mızraklı, trompetli bir bayram değildir…Onun manzarası kandır, ölümdür..." - Tolstoy

#SavaşaHayır

YUKARIDA AVUKATINIZ HUZURUNDA KULLANMAKTA OLDUĞUNUZ https://twitter.com/RemziyeYasarr URL UZANTILI "SAVAŞ, MIZRAKLI, TRAMPETLİ BİR BAYRAM DEĞİLDİR… ONUN MANZARASI KANDIR… ÖLÜMDÜR...- TOLSTOY #SAVAŞAHAYIR HASTAG İLE PAYLAŞIM YAPTIĞINIZ GÖRÜLMEKTEDİR. PAYLAŞIMINIZ DA BELİRTTİĞİNİZ SAVAŞTAN KASTINIZ NEDİR? ÜLKEMİZ GÜVENLİK GÜÇLERİNİN BAŞLATMIŞ OLDUĞU BARIŞ PLANI HAREKATI İLE ALAKALI DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR? KONU HAKKINDA İFADENİZİ VERİNİZ.

CEVABEN: Bu soru ile alakalı susma hakkımı kullanmak istiyorum.

Şüpheli Remziye YAŞAR ifadesinin 4. Sayfasıdır.

***

15 Ekim günü Ankara’da gözaltına alınan Yüksekova Belediye Eş Başkanı Remziye Yaşar’a sorgu sırasında sorulan sorulardan biri bu.

Yaşar’la aynı gün gözaltına alınan diğer eş başkan İrfan Sarı’ya ise Twitter’da paylaştığı şu alıntı sorulmuş: "Zafer kimin olursa olsun, her kurşun gidip bir ananın yüreğini bulacak… Savaşa Hayır!"

Sarı’ının, avukatı aracılığıyla aktardığına göre sabah saatlerinde evini basan polisler eş başkanın başına silah dayayıp ona diz çöktürmüş, ekipten biri diğerine, "Sağa-sola bakarsa kafasına sık" demiş. Sarı, Yüksekova’dan Hakkâri’ye kadar elleri arkadan kelepçeli halde götürülmüş.

31 Mart yerel seçimlerinde Yaşar ve Sarı, oyların yüzde 66’sını alarak, kayyımın 680 milyon TL borçlandırdığı belediyeyi kazanmış, görevde kalabildikleri altı ay boyunca bırakın ilçenin asgari ihtiyaçlarını karşılamayı, belediye personelinin maaşlarını bile ödeyemedikleri için sürekli Ankara’nın yollarını aşındırmıştı. Zira İller Bankası, hiçbir belediyeye yapmadığını Yüksekova’ya yaparak, kayyımın bıraktığı borçtan dolayı belediyenin tüm gelirlerine el koyuyor(du). (Meselenin ayrıntıları için Hakkâri Milletvekili Sait Dede’yle yaptığımız söyleşiye bakabilirsiniz.)

15 Ekim’de gözaltına alınan Yaşar, Sarı, Hakkâri Belediyesi Eş Başkanı Cihan Karaman, Nusaybin Belediyesi Eş Başkanları Semire Nergiz ve Ferhat Kut tutuklandı, yerlerine kayyım atandı.

Böylece Diyarbakır, Mardin ve Van halkının 31 Mart’ta kullandıkları oy 4, Hakkâri, Yüksekova ve Nusaybin halkının kullandıkları oy ise 6 ay geçerli sayıldı. (Ayrıca Diyarbakır Kulp ve Erzurum Karayazı belediyelerine de kayyım atanmıştı.)

Türkiye’nin hiçbir yerinde tanık olmadığım, daimi bir toz bulutu içinde yaşıyor Yüksekovalılar. Zira önceki kayyım döneminde, sözüm ona altyapı çalışmaları dolayısıyla, gerçek manada şehrin altı üstüne getirilmiş ve o halde bırakılmış. 31 Mart sonrasında da belediyenin tüm gelirlerine el konduğu için Sarı ve Yaşar, bu korkunç sorunu çözmek elinden geleni yapmaya çalışmış, ancak yüz binlerce insanı, çoluğu-çocuğu, yaşlıyı-hastayı bu perişan halden kurtarabilecek bir çareyi bulamamıştı.

Eş başkanların tutuklandığı haberi geldiğinde, bulunduğum Yüksekova’da bir genç, "Hah, şimdi kayyım gelecek ve buraları düzeltip milletten oy almaya çalışacak" deyince, berideki ihtiyar alaycı bir edayla, "Yahu AKP’nin oya ihtiyacı mı kaldı" diye tepki gösterdi.

Basit bir cümle değil, muazzam bir tespit bu. Ve bu tespiti Türkiye’ye genellemeyen hiçbir siyasetçi, geleceği öngöremez.

Fakat CHP’nin en öngörülü siyasetçilerinden biri verdiği bir mülakatta şöyle demiş: “CHP olarak erken seçim istemiyoruz. Ama yarın bir seçim olması durumunda da CHP’nin o seçime hazır olmasını istiyoruz."

Söz konusu siyasetçinin Yüksekovalı ihtiyarın yaptığı tespiti yapamamış olması enteresan.

Oysa CHP’nin, AKP-MHP’ye Suriye harekâtı için verdiği destek, yapılacak herhangi bir seçimin finali mahiyetindeydi ve İslamcı-Türkçü cephe o "seçimi" kazanmış gibi görünüyor.

Bir kere CHP, sınır ötesi harekât tezkeresine destek vererek hem seçimin hem de Türkiye’nin kaderini değiştirme fırsatını elinin tersiyle itip iktidarı, çökmeye başlamış milliyetçi-İslamcı koalisyona teslim etti.

Kürtler de CHP’nin, Türkçülüğün yüksek çıkarlarına hizmet ettiği sürece bırakın İslamcılıkla, cihadizmle de bir sorunu olmadığını bir kez daha gördü.

Bu açıdan CHP de tıpkı MHP gibi, önceliğinin iktidara gelmek değil, resmi ideolojinin tedavülde kalması olduğunu gösterdi. "Devleti güçlendirdiği", resmi ideolojiye işlerlik kazandırdığı, Türkçülüğün esaslarını yerine getirdiği sürece AKP’yle, onun otoriter yöntemleriyle, ittifaklarıyla hiçbir sorunu olmadığını ilan etti.

Bu "analiz" bana değil, bir haftadır bulunduğum Yüksekova’daki gencinden yaşlısına herkesin ortak kanısı. Muhtemelen Diyarbakır’dan Van’a, Mardin’den Şırnak’a, Batman’dan İstanbul’a kadar, 31 Mart’ta İstanbul’da CHP’nin kazanmasını istemiş ve ona destek vermiş tüm Kürtlerin de ortak kanaati bu yönde.

HDP, resmi olmasa bile fiilen kapatılmış durumda. Eş başkanları kendi binalarına giremiyor veya binalarından çıkamıyor. Belediyelere kayyım atanıyor, HDP’li siyasetçiler peyderpey hapsediliyor.

Üstelik Suriye harekâtı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, iktidarın HDP’yi kapatmaması veya seçime girmesini engelleyecek bir hamle yapmaması için hiçbir neden yok.

Eğer CHP, Tolstoy’un yukarıdaki cümlesindeki mantıkla savaşa karşı çıksa, tezkereye destek vermese, iktidarın HDP’ye karşı hamlelerini rahatlıkla lehine çevirebilirdi. HDP kapatılsa bile, Kürt seçmen tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi AKP-MHP’ye olan tepkilerini CHP’yi destekleyerek gösterebilirdi. Dahası, CHP ülke genelinde savaş karşıtlığını arkasına alıp geniş kesimlerin diline tercümanlık yapabilir, yeni bir siyasetin öncülüğünü üstlenebilirdi.

Fakat CHP, Suriye harekâtına verdiği destekle bu ihtimali tamamen bertaraf etmiş görünüyor.

Dolayısıyla olası bir seçimin muhtemel sonucunu kestirmek zor değil. Oylarının birkaç aylık hükmü olduğunu gören Kürtlerin sandığa gitmeyeceği veya gidemeyeceği bir ortamda CHP yine alışkın olduğu icazetli pozisyonu, hükümdarın sevgili muhalefeti olmayı üstleneceğe benziyor.

Eh, böylesi bir durumda CHP pekâlâ iktidara gelme fırsatını kaybetmiş ama fikirlerinin yönetimde olmasını sağlamış gibi davranabilir.

Gezi isyanının devam ettiği günlerde, o dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan, bir heyetle görüşmüş ve o görüşmede bulunan DİSK Genel Sekreteri Çerkezoğlu’yla tartışma yaşamıştı. Çerkezoğlu olayı şöyle aktarmıştı: "Meselenin ardındaki sosyolojik gerçeği görmek gerekiyor dediğim anda Başbakan sinirlenerek 'Biz sosyolojiyi de iyi biliriz' dedi."

Gerçekten Erdoğan hem siyasal, hem sosyolojik gerçekliği, bu toplumun devleti ve askeri karşısında nasıl hazır ola geçtiğini ve tabii CHP’yi nasıl yöneteceğini çok daha iyi biliyor.

Türk toplumunu İslamcılık üzerinden arkasına dizemeyeceğini ama ortak "dinin" aslında militarizm olduğunu gören ve çöküşe geçerken kitleleri militarizm "iksirini" içirerek tekrar etrafında kenetleyen AKP artık tüm siyasetini bunun üzerine kurgulayabilir.

Haber spikerlerinin, muhabirlerin askere selam çaktığı, savaş karşıtı bir pozisyon belirlemekten ve kitleleri bunun için harekete geçirmekten bile aciz "sol muhalefetin", Erdoğan’a yazdığı mektup dolayısıyla Trump’a tepki açıklamaları yapıp "antiemperyalizmcilik" oynadığı, militarizmin "dosta" güven, barış yanlılarına korku saldığı bir dönemde AKP açısından seçimde kazanmak değil, bu ivmeyi sürdürülebilir kılmak öncelikli mesele.

CHP’nin de yüksek katkıları sayesinde AKP, bunu yapabilmek için „başkasının“ oyuna tamah etmek zorunda değil.

AKP’nin artık Kürtlerin oyuna ihtiyacı yok. Hatta belki de yeni rejimin artık oya ihtiyacı yoktur!

AKP’nin tek ihtiyacı, uzun süreceği anlaşılan geleceği lehine çevirmek için dozajı her gün biraz daha artırılacak militarizmle toplumu ve "icazetli muhalefeti" yönetmesi.

İcazetli muhalefetin yönetilebilir olduğunu AKP defalarca görmüş durumda. Peki bir toplum bu şekilde yönetilebilir mi? Şimdilik evet ama militarizm iksirinin de hiçbir iktidarı ilelebet ayakta tutmadığına tarih şahit.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.