
Savaş tamtamlarının gürültüsü
Çocukluğu mahallelerde geçenlerin birçoğunun anılarında erkek çocuklarının aptalca giriştikleri mahalle kavgaları vardır. Birbirini tanımayan, düşmanlıklarının tek nedeni farklı mahallerde oturmak olan erkek çocukların aptalca birbirine taş atması ile sonuçlanan, dönülen mahallede, dövüş esnasında kurulan fantezilerin doymaz bir iştahla anlatılmasıyla uzatılan oyunlardır bunlar. Bu oyuna katılmayan bir çocuk hep olur; ihanetle, korkaklıkla suçlanan çocuk dışlanır, hatta oyun meydanında yaşadığı korku nedeniyle fantezileri kamçılananlar tarafından dövülür de bazen. Bütün o gümbürtünün nedeni korkudur evet, korkunun yarattığı duygu halesine girmeyen tek çocuk da kendi mahallesinde cezalandırılır, korkutulur sonrasında.
Savaş tamtamları ne zaman çalınmaya başlansa, neredeyse herkes aptal erkek çocuklarının ruh haline bürünüyor. Parlamentoda HDP dışındaki bütün partiler göğsünü gere gere savaşa tam destek veriyor. Sadece televizyona çıkartılabilecek kadar ehil, dolayısıyla da her konuda iktidarın gerçeğini aktarabilecek kimi erkekler, savaşın neden bu kadar gerekli olduğunu anlatıyorlar, haber bültenlerinin yarısı tank, savaş uçağı ve “operasyon” görüntüleri ile geçiyor. “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bugünlerde” emperyalist çıkarlara işaret eden, saray rejimin kısa vadeli çıkarlarına değinen, Türkiye’nin Türk ve Kürt yurttaşları arasında yeni düşmanlıkların körüklenme olasılıklarını gösteren, bizzat dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından “duygusal” yaklaşılan IŞİD katillerinin faaliyetlerini hatırlatan herkes lince uğruyor. Barış sözü yine yasaklanıyor. Bu söze sahip çıkan herkes korkutulmaya, dövülmeye çalışılıyor, korku halesinin tüm bir ülkeyi kaplaması gerekiyor çünkü. Çünkü bir çocuk oyunundan değil, gerçek ölümlerden, gerçek sürgünlerden, gerçek yıkımlardan, açlık ve kölelikten; tabii onun arkasında da gerçek çıkarlardan, iktidar ve paradan, lüks ve sefahatten bahsediyoruz.
ULUSAL ÇIKAR KİMİN ÇIKARI?
Dört yıllık uluslararası ilişkiler eğitimimde en çok önemsediğim iki kavram “ulusal çıkar” ve “güvenlikleştirme” kavramlarıydı. Ulusal çıkarın belirlenmesine ilişkin sorunlar üzerinde duran ve bir meselenin nasıl bir ülkenin güvenlik sorunu haline geldiğini irdeleyen yaklaşımlardı ilgimi çeken. Şöyle bir şeyden bahsediyorum ulusal çıkarın belirlenimi konusunda akıl yürütürken: düşünün ki Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza attığım için üniversiteden atılan ve başka bir üniversitede çalışma yasağı konan ben ile örneğin Suriye savaşı başladığından beri uygun yatırım olanakları ararken ağızlarının suları akan inşaatçı kapitalistin yoksul halk sınıfları ile burjuvazinin; çatışma bölgesine yakın yerlerde oturanlar ile buralara çok daha uzak bir yerde yaşayan yurttaşların çıkarları savaşta örtüşüyor ve bu ulusal çıkarın çerçevesini Trump’ın eşsiz bilgeliği çiziyor. Hiçbir gerçek kamusal tartışma yapılmadan. Sonra da sırf ulusal çıkarımız belirlendi diye bütün ülke tek bir savaş sesine dönüştürülmeye çalışılıyor. Güvenlikleştirmede de benzer bir durum var. Bir sorun, öyle değilken bir anda askeri anlayışın konusu haline getirilir. Örneğin devletler bazen kendi kamuoylarına bunu anlatmak için iki füze atıp bizzat kendi askerlerini öldürmeyi bile tasarlayabilirler. Anaakım uluslararası ilişkiler öğretiminin birincisini –ulusal çıkarı- zaten varsayıp onun unsurlarını açıklamakla kendini sınırladığını ikincisini ise yolda görüp tanımazlıktan geldiğini fark ettiğimi hatırlıyorum.
“Türkiye’nin ulusal çıkarı nasıl belirlenir ve Suriye’nin kuzeyi hangi aşamalardan geçerek güvenlikleştirilmiştir?” sorularını sormaya daha on gün önce cesaret eden; bunun ulusal çıkar ile değil, bizzat hükümetin izlediği politikayla, ulusun değil sarayın ve emperyalist devletlerin çıkarlarıyla belirlendiğini ima eden bir konferans düzenleyen koca bir muhalefet partisinin “içi kan ağlaya ağlaya” verdiği onayın nedeni nedir o zaman? Girişilecek olan şeyin ülkenin ve bölgenin halklarının hayatında, geleceğinde yaratacağı ağır sonuçlar ortaya konmuşken, bizzat partinin konferansında uyarılar yapılmışken bunun anlamı “bundan sonra benim sözümü ciddiye almayın” demekten başka ne olabilir?
BARIŞ SÖZÜ
Bundan tam dört yıl önce bugün, 10 Ekim 2015’te Suriye’de girişilecek savaşkan eylemlerin önüne geçmek için, “Barış” için, demokratik haklarını kullanmak, ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak için bir araya gelmiş binlerce yurttaşın ortasında patlatılan IŞİD bombalarının yarattığı dehşeti, öldürülen yoldaşlarımızı, hayatlarımızda açtığı yarayı nasıl unutabiliriz? 7 Haziran 2015 sonrasında yaratılan korkuyu, 1 Kasım’da AKP tek başına iktidarını sağlayacak oyu yeniden elde edene kadar yaşadıklarımızı, ülkenin her yerine yayılan kanı ve şiddeti nasıl unutabiliriz? Dava süreçlerini, bütün ülkeyi kat ederek katliam yapabilen örgüte ilişkin delillerin toplanmamasını, hiçbir kamu görevlisinin iddianameye girmemesini, sanık ifadelerine göre katillere eline sağlık diyen polisleri, ölüler ve yaralılar meydandayken yoldaşlarını kurtarmaya çalışan kitleye gaz sıkılmasını nasıl unutabiliriz?
Barış sözü, sadece çıkarlar savaş tamtamlarını çaldırmaya başladığında çıkar sahiplerinin hedefine gelir ve anlamını kazanır. Barış hedefte olduğu için barış savunulur ve Türkiye’de bugün zor, mümkün ve muhalefet bakımından var kalmak için gerçek seçenek olan, korku halesinden sıyrılıp gördüğünü söyleyebilmektir, barış seçeneğini görmek, yaratmaya çalışmaktır.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü'nden 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, "Türkiye'nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı" başlıklı tezi ile almıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi yayın kurulu üyesidir, İzmirli olup Ankara’da yaşamaktadır.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Şahsım hükümet sisteminde ‘terörist’ ne anlama gelir?
Birisi, özellikle iktidar blokunda yer alan birisi size terörist diye bağırdığı anda artık hukuk koruması kalkmış olur. Erdoğan’ın terör aracılığıyla yarattığı korkunun temel stratejisi budur. Çünkü Erdoğan’ın ilanı, ona sadık olanlara saldırma, dişlerini gösterme izni anlamına gelmektedir. Bu da yıldırının toplumsallaşmasıdır. Üniversitelerde, sokaklarda demokratlara, sosyalistlere, kadınlara yapılan saldırılar ve cezasızlığın zemini bu “ilan”dır.
Mülkiye 160 yıllık bir kurumdur: Dokunmayınız
Mülkiye’den ihraç edilip kamusal olarak bilgi üretmeye, kamuya seslenmeyi sürdüren; üniversitenin zor koşullarında bütün liyakatsiz üniversiter düzene rağmen, bütün zorbalıklara karşı araştırma ve öğretime devam eden akademisyenlerin, baskılara karşı akademik-demokratik taleplerinden vazgeçmeyen öğrencilerimizin, Mülkiye’den mezun olup liyakatle çalışmaya, demokrasiyi, hukuku ve barışı savunmaya devam eden tüm mezunlarımızın 4 Aralık günü kutlu olsun.
Türkiye’de kamusuzlaşma ve yurtsuzlaşma
Ağır insan hakları ihlalleri hiçbir zaman eksik olmadı bu ülkede ama eskiden “bir şey”di. 12 Eylül’ün ardından Kenan Evren’i Türkiye’de cezaevlerinde işkence yoktur yalanını söylemeye iten, Emin Çölaşan’ı Mamak Cezaevi’nin erdemlerini anlatmak zorunda hissettiren 'bir şey' vardı örneğin. Açlık grevleri gibi konularda hep devrede olan entelektüeller, sanatçılar, kamusal figürler vardı örneğin, Yaşar Kemal’i nasıl unutabiliriz ki.
Türkiye'nin özgürlük fotoğrafı
Destek için adliyeye gelen İsmail Beşikçi’nin mahkeme kapısı önünde Fikret Başkaya’ya sarılmasını görmek, Türkiye’de ifade özgürlüğü sorununun akıldan çıkmayan canlı renklerle yapılmış bir resmiydi. Sadece yazdıkları, edindikleri ve çalışmalarında kullandıkları bilimsel yöntem ve baktıkları olguları bu yöntem aracılığıyla bilgi haline getirip sunmaları nedeniyle yıllarını mahkeme koridorlarında, cezaevlerinde geçiren iki bilim insanı, ilerlemiş yaşlarında yine o koridorlarda birbirlerinin yanındalar.
Mümtaz Hoca için
Mümtaz Hoca’yı öğrenciliğimde iki defa dinledim, biri, büyük amfide, ben bu okula neden bu kadar geç girdim dedirtecek kadar heyecanlandıran bir “eski hoca” dersinde; diğeri de Şeref Salonu adlı, eski dekanlarımızın bazen korkutucu olan fotoğraflarının önünde konuşurken. Fakat elbette hocanın bende bıraktığı en etkileyici izler buralarda oluşmadı.
Size acımıyorum Bülent Arınç
Hak aramak Bülent Arınç, sizi tedirgin eden yurttaş faaliyeti tam istediğiniz gibi bu ülkede kriminal artık. Hukukun, ekonominin ve siyasetin bu hali de olağanlaştırıldı. İhraç listeleri içeren KHK’ler geçiş rejiminin en çıplak fotoğraflarından biridir. Fakat acıklı değil, politiktir.
Cumhuriyeti savunmanın yolu Diyarbakır’dan geçer
HDP’li seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine merkezi yönetim tarafından kayyım atanmasıyla başlayan sürece tepki vermeyen bir cumhuriyetçilik bugün Erdoğan tarafından örgütlenen bir cenazenin ağıtçılığından başka bir şey değildir, kutlamaların gücü olsa olsa ağıtın görkemine ilişkin olabilir.
Trump'a cumhurbaşkanına hakaretten dava açılır mı?
Twitter hesabımdan, bir yurttaş olarak, herhangi bir kamusal mesele hakkında yürütmenin başına “aptallık etme”, “sert adam olma” yazmış olsaydım aynı karşılıklı “sevgi ve saygı”nın gereği olarak başıma ne gelirdi acaba diye düşündüm. Bu düşüncenin elbette bir tarihi ile siyasi ve hukuki bağlamı var...
Azınlık çoğunluk olabilir mi?
Türkiye toplumu barıştan, barışçıl çözümler yaratma imkanlarını aramaktan, HDP’nin demokratik ve legal bir parti olarak kabul edilmesinden değil de savaştan, ülkenin geleceğine ilişkin kararların tek kişi tarafından demokratik bir tartışma yapılmadan alınmasından ya da yurttaşlardan beş milyonun üzerinde oy alan yasal bir partinin terörist ilan edilmesinden mi yana?
KHK’liler affedecek mi?
Mahkemeler Türk milleti adına verdikleri kararla devletin şüphesini gideremiyorsa, mahkemelerin devlet olmadığını anlıyoruz. İki soru beliriyor burada: Devlet kim, şüphenin kaynağı ne?
Yerli ve milli hükümetin Alman avukatı
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Muharrem Özen yerli ve milli hukukçu, avukat yetiştirme konusunda o kadar çabaya girişmiş, fakültede sadece “yerli ve milli öğrenci topluluklarını destekler, yerli ve milli kılıç teslim törenlerine izin verir, yerli ve milli ramazan yemekleri düzenlerken bakıyoruz ki hükümeti bir Alman avukat savunuyor.
Akademinin ilk dersi: Padişahım çok yaşa!
Her açılış töreni, aslında bir icazet törenidir. Adli yıl bakımından açılış töreni, ilkelerin tekrarlanması hukuksal sorunların gündeme getirilerek gerekli önlemlerin yasa koyuculara hatırlatılması gibi anlamlar taşır. Açılış hukuk ve adalete ilişkin değerlerin törensel biçimde tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Akademik açılış için de öyle.
Demokrasi hayali, programı, mücadelesi
Ülkenin durumunu anlamak bakımından kapsayıcı bir kamusal tartışmanın araçları olabilecek tüm kurumların rejim marifetiyle ortadan kaldırıldığı bir dönemdeyiz. Seçmenlerin ezici çoğunluğunun oyları ile seçilmiş belediye başkanları görevden alınarak yolsuzluk iddiaları belgelenen kayyımlar belediye başkanı olarak atanıyor.
Saray'dan zuhur eden adalet
Hukukun üstünlüğünün yerine, herkese hakkı olanın verileceği, herkesin haddini bileceği bir adalet stratejisinin açılışını yaptık, stratejinin temelinde hadlerin çizecek ve kendisine had çizilemeyecek olan bir egemenin olduğu açık ve bu stratejide hukuk devletine elbette yer yok.
Türkiye kimin ülkesi?
Şimdi “seçilmişlerin” görevden alınıp yerine kayyımların atandığı bir “sahiplik” rejimindeyiz. Sadece Erdoğan ve Saray değil, Saray ile bir biçimde bağ kurabilen herkes bu ülkenin sahibi olarak görüyor kendini. Cezasız kalıyorlar, ihalelerle ödüllendiriliyorlar, pazarlıklara dahil ediliyorlar.
Savaş çabası ve kayyım düzeneği
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kayyım uygulamalarının tetikçisi, kendini demokrasi teorisyeni ilan eden Süleyman Soylu’nun, uygulamaları tebrik eden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, on yılda bir bayrağının rengini, partisinin ideolojisini değiştiren Perinçek’in bir arada “savaş çabası”nın içinde işlediği düzeneği hangi motivasyonla kurdukları bakımından artık açığa çıkarılması gereken çok fazla şüphe yok.
Laiklik, liyakat ve cumhuriyet
Laiklik sadece eğitimin, siyasetin, toplumun dincileşmesiyle değil Kaz Dağları'nı satışa çıkarmaya, bir ülkenin geleceğini yok etmeye 'evet' diyen bürokratlarla da ilgili bir meseledir. Bu yüzden de hepimizin gözümüzü, 2000’lerin ortasında yapmadığımız bir şeye, kamu görevlerine getirilen kişilerin liyakatine dikmemiz gerekir
Üniversite kime sadık olacak?
Temel mesele herkese ait olan devleti, hükümetle bir tutmak, herkese ait olan kamu üniversitesini hükümet kurumu sanmak, anayasaya sadakati ise Erdoğan’a sadık olmakla eş tutmak. Bu sanmak tabii bilinçli bir sanma, çökmekte de olsa, hâlâ onun lütfuyla bulundukları yerde oldukları için tek adam rejimine sadakat duyma.
AYM’nin dokuz sekizlik kararı
Meslektaşlarının tutuklanmasını isteyen, üniversitelere dönmelerine karşı çıkan akademik askerler, Malazgirt’ten yola çıksalar da Anadolu’ya doğru ilerleyemeyip geri geri gidiyorlar. İmzalarına üniversitelerini bile yazmadılar. Belki vakıf üniversiteleri para kaybetmekten korktu, belki imzacılar kimliklerinin açığa çıkmasından.
Siyasal-anayasal krizleri nasıl anlarız?
İdare olağanüstü hale ilişkin anayasal rejimin ötesinde tedbirler almaya başlarsa ne olur? Bu sorunun yanıtı basit, artık olağanüstü hal ilanı ile anayasal sınırlara gerilemiş siyasal rejim bu sınırları aşmış olur.
Öncesi ve sonrasıyla 15 Temmuz-20 Temmuz
Darbe girişimi ve ardından gelen 20 Temmuz ara rejiminin unsurları siyasal, ekonomik, toplumsal ve diplomatik olarak çökerken ülkenin dümenini hâlâ savurmaya devam etmekteler. Uzun üç yılın sonu 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri oldu ama etkileri sürecek.
Ara rejim sona ererken...
Türkiye’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan rejim sadece yasama yürütme ilişkilerini yeniden düzenleyen bir değişiklik değil, hatta bütün iktidarı tek kişide toplayan bir tür diktatörlükle de sınırlı değil. Eğer böyle olsa sorun sadece o kişi ile ilgili olurdu ve o kişiyle beraber her şeyin demokratik bir geçiş süreci içinde de dönüşümü de çok kolay olurdu. Fakat siyasal meseleler, girdi ve çıktılardan üretilecek sonuçlarla işlemiyor. Bu nedenle bir problem çözme usulünden her zaman bir fazlası gerekiyor.
Ankara’nın orta yeri karakol
Ankara’nın orta yerinde bu karakol varken, hiçbir sistem revizyonu, hiçbir yargı reformu, hiçbir girişim demokratikleşme adına olamaz. Çünkü sevin sevmeyin Ankara gerçeğin çıplak halidir, kavrayamazsınız kuşatamazsınız, kandıramazsınız. Bir yerden fışkın verir çıkar ve çıplak biçimde gösterir gerçeği.
Eski ve yeni Türkiye’yi aşmak
Gezi’nin kuruculuğunda yer alan, 7 Haziran’da ortaya çıkan “çok” olma hali 23 Haziran’ın bir seçim ile sınırlı kalamayacak siyasal öznelliklerin göstergesidir. Bundan sonrası için bu siyasal öznelliği çoklaştırmak, onun kurucu niteliğine uygun demokratik kurumları yaratarak eski ve yeni Türkiye söylemlerini aşacak bir inşayı bugünden düşünmek 23 Haziran’ı yaratan tüm siyasal öznelerin bizzat sorumluluğudur artık.
Azgın azınlık, süzgün çoğunluk
Seni başkan yaptırmayacağız söylemi kaldırmıştı bezginliği, Muharrem İnce seçim gecesi yaptığı bütün hoyratlığa rağmen bir umut olmuştu, İmamoğlu süzgün seçmenin serpilmesini sağladı, sesi sözü çıkmaya başladı herkesin. Öyle açık ki değişime ve birine toplum inandığı anda bezginlik deneyiminin yerini dönüştürme tutkusu alıyor. Çoğunluk içine itildiği depresif karanlıktan çıkmak istiyor.
23 Haziran sonrası
23 Haziran’da yenilenecek olan seçimler ne söylüyor? Yani her şey güzel olacak mı? Gezi’nin barışçıl ve demokratik taleplerinin tartışıldığı yeni bir siyasal ve kurumsal zemin yaratılabilecek mi?
Yalana kim inanır?
Yüksek Seçim Kurulu akıl almaz bir gerekçe ile hukuk mantığı açısından anlaşılabilir olmayan bir karar verdi. Fakat hukuk mantığına gönül indirmeye gerek yok. Türkiye’de yaşayan herkesin bu karar ile ilgili bir fikri var. Ve fikirlerin çok sayıda olmasına karşın bir düzeyde hepsi doğru. Çünkü hukukun değil, gücün verdiği karara ilişkin hepsi.
İşkence raporu
Türkiye’de çok ciddi fiziksel ve psikolojik işkence iddiaları vardır. Kayıplar vardır. Cezaevlerinin doluluk oranı kapasitenin üzerindedir, cezaevlerinde bebekler vardır. On binlerce yurttaş sorgusuz sualsiz, KHK ekli listelerine adları yazılarak medeni ölü haline getirilmeye, çaresiz bırakılmaya, onurları ellerinden alınmaya çalışılmıştır.
Siyasi davalar nerede görülür?
“Siyaset meydanı”nın nasıl biçimleneceği, yani sürmekte olan siyasi davaların kimleri ölüme –medeni ve siyasi ölüme- mahkum edeceği, kimleri medeni ve siyasi olarak hayata terk edeceği ise bu pozisyonlara bağlı olduğu kadar siyasal özneleşme süreçlerine de bağlı. Siyasal özneleşme süreçleri ise “siyaset meydanı”na dönüşen konumlanmaların dışına çıkmak ile mümkün.
Devlet kapısı, üniversite kapısı
İki üniversitede gördüğümüz iki tartışma aynı kapıya çıkıyor. Üniversitenin bir kapılanma kurumu mu yoksa bilim kurumu mu olacağı tartışmasına.
Atı alan Üsküdar’ı geçecek mi?
Türkiye’nin her yerinden yükselen demokrasi çağrıları, yol ayrımında atı alanın Üsküdar’ı öyle kolay geçemeyeceğini; 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 20 Temmuz’da yaratılmaya başlanan ve 16 Nisan’da çatısı çatılan rejimin meşruiyeti ile demokratik meşruiyetin karşı karşıya geldiğini gösteriyor.
Yol ayrımı: İstanbul seçimleri
İstanbul’da iktidar blokunun seçimleri kaybetmesinin ardından yaşanan süreç, daha önce sorulan bir soruya yanıttır. "AKP demokratik yollarla iktidarı devreder mi?" sorusuna. Bu sorunun anlamı açık, seçmenin, seçim kurumu yoluyla iktidarı değiştirme yetkisi ve kendisine seçim yoluyla yetki verilen bir iktidarın sürenin sonunda gerçekleşecek seçimi kaybetmesi durumunda değişmesi zorunluluğu, biçimsel demokrasinin ilksel kuralıdır.
Kendini kurtarma planı: Türkiye ittifakı
Seçimlerin hemen öncesine baktığımızda, AKP-MHP ittifakının demokratik meşruiyetini kaybettiğini görmek hiç zor değildi. Bu nedenle mahalli seçimler, seçim olmaktan çıkarıldı. Demokratik onay iddiasındaki tek kişi olarak meydanlara çıkan Erdoğan her yerde kendini öne sürdü. Bu da işin cilvesiydi, partisi, örgütü, teşkilatı kalmamıştı...
Olağanüstü seçim, olağanüstü itiraz: Diktatörlük yolları
Gelinen noktada mesele basitleşiyor, rejimin inşa sürecinde anayasal denetim mekanizmalarını tanımadığını iddia eden, bunu yaparken milli iradeye dayanan iktidar; milli irade kendisine karşı bir denetim yolu olarak çıktığında onu da tanımıyorum diyebilecek mi yoksa diyemeyecek mi?
Bahar gelecek mi?
Uzun bir kışın ardından, kuruyan bütün ağaçları yeniden dikmek, yıkılan bütün çatıları yeniden çatmak gerek. Bu perspektifin ve kapasitenin belki de tek sahibi olan demokrasi cephesinin, İstanbul’un kazanılmasını sağlayan demokratik muhalefetin sorumluluğu kadar talepleri de öne çıkmalı ve demokrasi herkes için her yerde istenmeli.
Büyük resmi gördünüz mü?
31 Mart yerel seçimleri 20 Temmuz’un, 16 Nisan’ın asla konsolide olamayacağının ilanıdır. Sıradan insanın siyaset sahnesine en basit aracıyla seçimle müdahalesidir. Biçimsel demokrasinin niteliksel bir demokratik zemine alan hazırlamasıdır ve iktidar dilinin aktarıcısı gazetelerin, seçimi bile operasyon, darbe gibi kavramlarla açıklaması artık nafiledir, demokrasi düşmanlığının maskesi düşmüştür.
Erdoğan’ın hassasiyetleri ve siyasal gerçeklik
Erdoğan rejiminin seçim stratejisi yerel seçim, milletvekili seçimi, cumhurbaşkanlığı seçimi ya da referandum fark etmeden aynı çizgiyi izliyor. Devlet tehdit altında ve bu tehditle ancak Erdoğan başa çıkabilir, onun karşısına çıkanlar da bu açıdan gayrimeşru. Bu stratejinin nedeni açık, AKP yenildi ve Genel Başkanı’nın seçmene vaat edebileceği hiçbir şeyi kalmadı.
Seçim kampanyası mı, savaş mı?
Rejimin bütün aygıtları siyasal erkin hiyerarşisi içinde sıraya girmiş sağ baştan sayarak neredeyse bir savaşa hazırlanıyorlar. Peki neden? Bir yerel seçimden bahsediyoruz. Son tahlilde siyasal iktidar değişmeyecek. Son tahlilde seçimin demokratik bir prosedür değil, onay prosedürüne dönüşmüş durumu sürüyor.
Hukuksal bir mücadele alanı var mı?
Kutuplaşma değil, boşluk büyüyor, hukuksal ve siyasal zeminimiz o boşluktaki herkes için hukuk yaratmak, kurumlar yaratmak artık. Kolay değil, ama mümkün ve kısa bir zaman sonra zorunlu hale gelecek. Bugün bu imkanı politikleştirmeyenler için, zorunluluk dönemi de çok zor geçecek.
Sağcıların üst aklı, savcıların hayal gücü: Gezi iddianamesi
Herkes bir gün adının asla yan yana konmasını istemediği bir örgütle yan yana gelebilir. Bir kişi sağdan soldan iki elin parmağı kadar örgütün aynı anda üyesi olmak gibi bir yargısal fantezinin kurbanı olabilir örneğin. Bunun için bindiği uçakta ya da kaldığı otelde bu örgütlerle ilişkilendirilen birkaç kişi varsa, hele ki uçak yurt dışında bir yerlere gidiyorsa illiyet kurmaya yetecek her şey oluşmuş demektir.
Feyzioğlular, Davutoğlular, anketler, siyasetler
31 Mart’ı, Davutoğlu’nu, Gül’ü, Feyzioğlu’nun beklentilerini ve anketleri düşünmekten sıyrılıp nisana ve sonrasına odaklanmayı ciddiye almalıyız. Aksi takdirde beklemeye devam edeceğiz, çok şükür yaşama lütfuyla…
Ozan Arif’i anma ihtiyacı nereden kaynaklanıyor?
Hrant’ın katillerini öven birini rahatlıkla anmayı tercih edebilirsiniz, hem de herhangi bir siyasal bedel ödemeden, cezasız kalarak, olduğunuz yerde kalarak, ülke siyasetini, siyasal iktidarın onu götürdüğü yere motive ederek... Sizlere oy veren milyonlarca insan bu yaptığınızı anlayacaktır diye düşünerek…
Yüz yıl dönümünde 1919: İki Yeni Türkiye
Yüz yıl dönümünde Türkiye’nin kurucu çelişkilerine ilişkin bir tartışmayı başlatmak ve bunu ülkenin geleceğine ilişkin kurucu bir perspektif ile yapmak, mevcut siyasal ve anayasal boşluk üzerinde gerçek bir siyasal hat oluşturmanın koşuludur. Bugünün siyasetsiz, tartışmasız, Erdoğan’ın belirlediği gündemler içinde salınan, özneleşemeyen apolitik hattını aşmak için ideolojik-politik bir tartışma elzemdir.
Beka, bela, seçim ve siyaset
Anlaşılması gereken şu: 31 Mart seçimlerinin özgüllüğü onun bir yerel seçim olarak değerlendirilemeyeceğidir. Artık Türkiye’de yerel seçim, genel seçim, referandum ve parlamento seçimleri ayrımının ortadan kalkmasıdır. Bu seçimde de Erdoğan oylanacaktır. Dolayısıyla AKP’nin gösterdiği adayların düşük profilli ya da yüksek profilli olmasının, karşısındaki adayın sağdan-soldan oy toplayabilecek olmasının pek bir önemi yok.
Sosyalistler neyi seçecek?
31 Mart yerel seçimlerinin özgül anlamı, fiili rejimin kurumsallaşması için bir adımın daha siyasal iktidar tarafından atılma planının hayata geçirilecek olmasıdır. Bu plan seçimlerde alınacak bir pozisyon ile bozulabilir mi? Mevcut koşullarda bunu söylemek çok güç.
Eğitim Sen geleceğimizdir
Alacağı ceza pahasına ve inandığı gelecek, inandığı eğitim anlayışı için müdürlere, polislere karşı yanımızda duran öğretmenlerimiz Eğitim Sen'liydi. Gerçeği görmeyi olduğu kadar onu savunabilmeyi de onlardan öğrendik sağ olsunlar.
Binali Yıldırım neden istifa etmez?
Erdoğan daha önce olduğu gibi rakiplerini test etmektedir. Anayasa’ya uymak zorunda olmadığını, onun üzerinde olduğunu dostuna düşmanına göstermektedir. Bu bir hükmetme stratejisidir. Muhalefetin kendi hükmü altında olduğunu, kendi çizeceği sınırlarda varlık gösterebileceğini deklare etmektedir.
Her şeye hakkı olmak
Öğrenci, performansının kalmak olduğuna ikna olduktan sonra, dersi geçmesinin hakkı olduğunu söyledi. Çünkü bir biçimde okula girmişti, artık diploma hakkıydı. Çünkü öyle yetişmişti. Okul diploma verecek, hoca onu geçirecekti. “Her şeyi kendinde hak gören insan” demişti hoca karşısındaki öğrenci için.
Kurumların haysiyeti neden önemlidir?
Kendi bekasını iktidarın demokratik yollarla değişmeyeceğine endekslemiş, sermaye, bürokratik aygıtlar, kurumlar hızlıca ve hep birlikte haysiyetsizleşiyorlar. İktidarın demokratik araçlar yoluyla değişmesi ihtimalinin yokluğunun yarattığı şahsiyetsizlik; adaleti sağlaması gereken, bu nedenle bağımsız ve tarafsızlık güvenceleri sağlanmış yargı kurumunun, adalet yerine iktidara sadakati önüne koymasının zeminini sağlıyor.
Uçakta sanat, sarayda bilim olmaz!
Mevcut koşullarda Erdoğan’ın imkansız aşkı olan kültürel hegemonyanın elde edilmesini düşünmesi bile gülünç. Çünkü sanat da bilim de yüksek etik ilkeler gerektirir. İhale açıp insanları ödüllendirerek, onların gözünü korkutup yönlendirerek elde edebileceğiniz bir alan değildir her ikisi de, tanımları gereği değildir.
100 puanlık sınav sorusu!
Aşağıdaki olaylar arasındaki ilişkiyi göstererek öğrencilerden Anayasamızda yer alan ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, idarenin hukuka uygun davranma zorunluluğu, hak arama özgürlüğü ve barışçıl protesto hakları bakımından bütünlüklü bir değerlendirme istersek sonuç ne olur?
Anayasasızlık ve anayasa hukuku bilimi
Bir anayasa nedir? Somut bir hukuki düzen varsayımı olarak Türkiye’nin anayasası nedir? Türkiye’nin anayasası, bir olgudan yani korunacak bir anayasal karardan, anayasal çekirdekten ayrı düşünülebilir, bundan bağımsız yorumlanabilir mi? Olgu, eğer bu kadar kurucu bir rol oynuyorsa, hukuk bilimcisi bu olgu yokmuş gibi davranabilir mi?
Beş yılın ardından neden Gezi direnişi?
Beş yıl sonra iktidar cephesinden gelen itibarsızlaştırma ve kriminalize etme girişimlerinin nedenini, muhalefetin bir pozisyon alamama, politizasyonun önünü kapama süreçleri ile birlikte düşündüğümüzde, sistem karşıtı bir hareket olarak Gezi’nin Erdoğan’ın rüyasında bile göremeyeceği bir kurucu potansiyeli ve yaratıcılığı taşıdığını vurgulamak gerek.
Çağ dönümünde siyaset
Belki de dünyanın her yerinde birbirine yakın zamanlarda parlayıp sönen Gezi Parkı direnişi gibi pratikler çağ dönümünün asıl işaretini vermektedir. Zaten çökmüş olan siyasal temsil kurumlarının nasıl yıkılacağına ve yeni bir demokrasinin nasıl kurulacağına ilişkin ilk işaretleri veren, insan onurunun, eşitlik ve özgürlüğünün kurucu yollarını bu pratiklerde aramalı belki de.
Hukuk Erdoğan’ı bağlar mı?
AİHM’in Demirtaş kararına karşı Erdoğan’ın karşı hamle yaparız açıklaması bir savaş oyunu hamlesidir. Artık kural ve kurumların alanından çıktığınız yerdir bu alan. Türkiye’de 2010’dan sonra hızlanan, kurumlara karşı yapılan hamlelerle yolu açılan bu süreç 20 Temmuz’da geçilen ara rejim döneminde tamamlandı. Artık beka söylemiyle inşa edilen savaş oyunlarının hamleleri içindeyiz.
Karşıyaka’dan İzmir’e giden vapurda…
Tuhaf bir hafta daha geçti ömrümüzden, cuma sabahı sevgili arkadaşım Cenk Yiğiter’i sabah evinden gözaltına aldılar. Bu haberle uyandım. Uyandığımda aklımdan ilk geçen şeylerden biriydi Karşıyaka’dan İzmir’e giden vapur…
Bir vesayet meselesi vardı
AKP ülkeyi “devrimci” bir biçimde dönüştürecek, Türkiye demokrasisinin önündeki en büyük engel olan askeri vesayeti kaldıracaktı. 12 Eylül referandumunun savunusu dahi özünde bu idi ve buna inanların sayısı hiç de az değildi. Referandum öncesi ve sonrası Türkiye’de Fethullah Gülen çetesine AKP tarafından verilen yargı yetkisinin nasıl kullanıldığını artık herkes biliyor.
Türkiye’de cumhuriyetçi olmak mümkün mü?
2013 yılında Gezi direnişinde Türkiye halkı en büyük cumhuriyet savunusunu yapmıştır; farklılıkların nasıl bir araya geleceğini, cumhuriyetin AKP ve selefleri elinde çürütülmüş temsili kurumlarını halkın nasıl alaşağı edebileceğini göstermiş, on sekizinci yüzyıl cumhuriyetçilerinin dile getirdikleri mutlu bir yaşam sürme hakkını savunmuşlar; tek adama, tek partiye kuşatılamaz bir çoklukla, çoğullukla karşılık vermişlerdi.
Yüzümüzü sola dönmek
Bahçeli’nin açıklamasından beri neredeyse konuştuğum herkes, AKP’nin hangi siyasi aktöre yaklaşacağı üzerine kuruluydu ne yazık ki… Bu zaten bir biçimiyle olacak, Erdoğan bekasını korumak üzere her pazarlığa girecektir; peki böyle bir dönemde sol bu soru üzerine mi düşünmelidir?
Özgürleştirilen baskı aygıtları karşısında özgür insan
Demokrasinin doruğunda değil miyiz? Muhtarlardan belediye başkanlarına ve milletvekillerine artık kimseyi seçmek zorunda kalmayacak halk daha ne isteyebilir? Hem de bütün risklere rağmen iktidar seçim yaparken. Hem seçim olacak hem de yanlış kişi seçilirse siyasal iktidar bu kişiyi görevinden alıp yerine bir memurunu atamak ile uğraşacak. Bu kadar geniş bir özgürlük alanı dünyanın neresinde olabilir?
İltisaklı bedenler ve belediyeler
Belediyeler, demokrasinin gerçek mekanları; yönetime katılmanın temel birimleridir. Erdoğan’ın açıklaması teröre ilişkin bir açıklama değil, seçimlere ilişkin bir açıklamadır. Seçmene söylenen doğrudan doğruya şudur: Kimi seçersen seç, ben istediğim memurumla yönetirim.
Türkiye’de seçimin iki anlamı
Bir yandan iktidarın yerel yönetim seçimlerini sınırlandırma olasılığını düşünebilecek kadar istisnai bir süreç içindeyiz diğer yandan her şey olağan bir süreç içinde akıyormuş gibi politik manevraları izliyoruz.
Sol bir hareket için: Koşullar, süreçler, imkanlar
Eylül faşizminin bütün ağırlığıyla sürdüğü bir dönemin içinden geçiyoruz bugün. 12 Eylül’ün kurduğu yönetim aygıtları, sistemi demokratik, sosyalist hareketlere tamamen kapatmak için konsolide edildi. 12 Eylül basının sesini kısmıştı, Erdoğan rejimi hepsini kendi ofisinden konuşturmaya çalışıyor.
'Biz', kimi bekliyoruz?
Kimiz sorusunun yanıtını vermek politik öznelerin işidir. Bizi ve bizin karşısındakini siyaset tanımlar. Erdoğan rejimi bunun kolay bir yolunu buldu, muhalefeti sindirmek için yaptıklarının sorumluluğunu muhalefete atarak, onu düşmanlaştırdı.
Microcosmographia Academica: Gençsen okuma, yaşlanmışsan fırlat
Cornford’un kılavuzluğunun iş yürütme ve tezgahlama kısımlarının hâlâ geçerliğini koruduğunu yeniden kavramamla, bilgisayarın alt köşesinde 12 Eylül yazdığını fark etmem aynı ana denk geldi. Akademide hakim duygunun korku, hakim çalışma anlayışının iş yürütme ve tezgah olduğunu bundan yüz yıl önce bambaşka bir akademik iklim ve ülke içinden anlatan Cornford’un bilge kılavuzluğuna hayranlığımı gizleyecek değilim.
Medeni ölüm, neşeli bilim
Barış için akademisyenler bildirisine imza attığı, insan, toplum, doğa yararına üniversite mücadelesinde ön saflarda yer aldığı için ihraç edilen akademik yoldaşların Karaburun’da derslerde, sunumlarda gösterdiği, hayatlarını sürdürmek için ne iş yaparlarsa yapsınlar bugüne kadar yarattıkları ve sahiplendikleri birikime sadık kalan, gülen, dayanışan, öğrenen ve öğreten bir akademik, siyasal topluluğun üniversitede aradığını bulamayan yüzlerce öğrenci ile bir araya geldiklerinde yarattıkları sadece bilimin kolektif ve demokratik üretimi, yayılması değil. Aynı zamanda kendi başına bir direniştir bugün.
Aile, iş, devlet: Yeni Türkiye’nin kamusu
Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in beraberindekiler olarak bakanlığa kabul edilen heyet dekanlar, bölüm başkanları ya da alanın akademisyenlerinden değil, İbiş’in kardeşlerinden oluşuyordu. Bu andan itibaren de kişisel merakım, herkesi ilgilendiren bir siyaset sorunsalı için kamusal bir malzemeye dönüştü. Çünkü Türkiye kamusunun yağmalanma biçimlerine ilişkin tipik bir karakterin tipik bir eylemiydi söz konusu olan
Güvenlik soruşturmaları: Bir ulusu fişlemek
Yeni devletin ayrıcalıksız ulusu içinde tanımlanmış kişi MİT raporu gizli olduğu ve hakkında hiçbir bilgi edinemediği için önce kendinde arar suçu, acaba ne olabilir diye. Sonra mahkemeye gider. Mahkeme, idarenin kanuniliği ilkesini gözetir, MİT raporunu ister, kişinin mesleğin gerektirdiği ölçütlere aykırı bir durumunun olup olmadığını araştırır –mı?
Aşırı politika ve apolitik toplum
Gerçeklikten kopmuş milyonlarca kişi ile aynı gemiye binmeye mecbur bırakılınca ne yapacağız? Daraltılan devlet dairesinin dışına düşenlerin bir de aşırı politikleşmenin yarattığı irrasyonalite ile, irrasyonel eylem ve ihlallerle ve muhtemelen de cezasızlıktan aldıkları güçle hareket edenlerin saldırılarıyla karşılaşacakları bir gemi olma olasılığı var bunun ve karadan ayrılırken binmeye mecbur tutulabilirsiniz.
CHP’nin 'hazır'lığı
Neye hazırdı CHP? Seçim prosedürünün politikleştirilmesi, örneğin Sadi Güven’in görevden alınması, ilgili bakanlarının istifa etmesi gerektiği, seçimlerin tarafsızlığının sağlanması ve kamuoyunun özgürce oluşması için OHAL’in kaldırılması gibi konularda siyasal bir rest mi çekmişti? Seçim adaleti ve güvenliğinin sağlanmadığı koşullarda seçimlere girmeyeceğini söylemiş ve küçük de olsa bir karşılık alarak hazırlık mı yapmıştı?
Eğitim hakkı ve yurttaşlık
Kamusal eğitimin ortadan kaldırılmasının, eğitimin paralı hale getirilmesinin ve cemaat-tarikat ilişkilerine devredilmesinin ilk sonuçlarını 2000’lerin ortasında görmeye başladık. Liyakat usulünün tamamen ortadan kaldırıldığı bir dönemde neredeyse bütün cemaat-tarikat unsurları, kontenjanlarla devlet kadrolarına yerleştirildi. Nitelikli bir kamusal eğitimden yararlanamayan halk sınıfları için üniversiteye girmek boş bir hayal haline geldi.
'Olağanüstü Cumhurbaşkanlığı'nın teknik altyapısı
Ergenekon sürecinde üretilen yargı teknolojisi sayesinde devleti “fethetmek” için yargısal ve ideolojik zemin yaratıldı. 2010 anayasa referandumu bu ideolojik zemin altında gerçekleşti.
Olağanüstü Cumhurbaşkanlığı Sistemi
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye bir anayasal düzen yoktur, bunun olmayacağı adı bu değilken de belliydi. Türkiye’de Sarayın dostlarınca reveranslarla selamlanan yeni bir devletin, cumhuriyet karşısında inşa çabasıdır olan. Bu da dünden bugüne olmuş değildir. Neredeyse bütün organik yasa düzenlemelerinin tek bir kişi için yapıldığı bir dönemden, bütün devlet aygıtının tek bir kişi tarafından düzenlendiği bir döneme sıçradı bu inşa çabası.
Dumanlı havayı kurt sevsin*
Aklıma gelen resim şu: Racon kesilmiş, yeni racona uymayan herkesin ensesinde bir nefes, bir tehdit. Kasaya damat oturmuş, kapıya namlı kabadayılar dikilmiş, müflis işletme herkesi biraz daha sindirerek ayakta duruyor.
Duralım, örgütlenelim
Geliyorlar gidiyorlar, çok yoruyorlar, bunaltıyorlar, can yakıyorlar ve ertesi gün yeniden geliyorlar. Karşı çıkmak gerekiyor. Karşı çıkmak evet ani oluyor ama ancak düşündüysek anladıysak ve örgütlendiysek mümkün oluyor. Karşı çıkmak, muhalefet zaman istiyor.
İçinden seçim geçen yazı
“Neden burada olduğunu biliyor musun?” Herkesi güçsüzleştirmeye dönük bu soruya verilen ve verilmeyen yanıtlardır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın bekasını sağlayan. Tedirginliği azaltan bütün prosedürleri askıya alan bir seçim sürecinde, anayasasızlık içinde adil bir seçim beklenemezdi.
Kibre karşı
Seçim kampanyalarına bakın; kibir, yıkmak istediği özsaygı ile dövüşüyor gibi. Kibir saraya, saltanata aittir. Özsaygı ise demokrasiye, eşitliğe; tabii mizah ve neşe ile.
Muhalefetin coşkusu, seçimlerin adaleti
Muhalefetin miting alanlarının gösterdiği tek bir gerçek duygu var, rahatlama, nefes alma isteği. Türkiye boğulmuş durumda. 16 yıldır gençlerimiz, onurlarıyla çalışmalarının hakkını alarak kamu hizmetine giremiyor. İşçiler, köylüler ellerine verdikleriyle yetinmedikleri için azarlanıyor, aşağılanıyor...
Arsız zamanların sonuna geldik
24 Haziran’a giderken içinden geçtiğimiz tuhaflıktan olsa gerek, herkese normal gelen bir şey var. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı adaylarından biri cezaevinde. Tutuklu bulunması için hiçbir gerçekçi neden yok ve eğer hesaplar başka yönde olsaydı tahliye edilecekti. Kimse bunu da garipsemeyecekti hem de. Kullandığı iletişim stratejisinin simgesini, elektrikli su ısıtıcısını duvarlara çizen iki kişi tutuklandı. Hakimlik mesleğinin tuhaf günleri… Ketılın siyasi tehlike arz ettiği tuhaf zamanlar…
Bir gelecek kurmak için
AKP’nin geçmişi ve bugünü dönüştürecek bir gelecek potansiyeli, dolayısıyla siyasal çatışmaları belli bir dengeye çekebilme kapasitesi, Türkiye’nin gittikçe derinleşen siyasal krizine demokratik bir çatışma zemini sunma, onu kurumsallaştırma olanağı yoktur. 2023, 2071 gibi tahayyüllerin sözü bile kötü birer şaka değerindedir.
Siyasi işler, idari işler
Seçimlere girecek HDP ve seçimlere girmeyecek sol-sosyalist hareketler Türkiye’de siyasetin gerçek potansiyelleridir. İdarecilik sıkıcıdır, heyecan yaratmaz, dünya kurmaz, ülke kurmaz. Bunlar siyasetin işidir ve siyasetin gerçek zamanında milletvekili listelerinin nasıl belirlendiği değil, eşitsizliğin ve adaletsizliğin nasıl bertaraf edileceği; sözün, yetkinin ve kararın nasıl düzenleneceği masadadır.
24 Haziran bir son mu?
24 Haziran uzun sürmüş bir gecenin sabahı olmayacak. 12 Eylül ara rejiminin yaklaşık kırk yıl sonra yeniden ortaya çıkan sureti olarak hareket eden siyasal iktidarın ülkeyi bir bütün olarak sürüklediği batağın hesabı, seçimlerle görülmeyecek.
Bıkmışlığın politikleşmesi
Söylediği her şey aleyhinde delil olarak kullanılabilecek kriminalize edilmiş yurttaşta, yazdığı her şey terör kanıtı olabilecek veya yazmadıkları nedeniyle terörist olarak suçlanabilecek gazetecide bir bıkkınlık vardı. Borcunu ödeyemediği için borç alan, rahat yüzü göremeyen milyonlarca işçi, çiftçi bıkmıştı artık. T A M A M” bıkkınlığı politikleştirdi, ona harekete geçirici bir güç verdi. Eli kolu bağlayan duygunun yerini harekete geçirici bir motivasyonun almasını sağladı.
Muhafazakâr seçmen miti
Muhafazakâr seçmen mitinin Türkiye siyasetindeki işlevi kurucu bir basitlikte. Türkiye toplumunun yüzde yetmişi milliyetçi muhafazakar, dolayısıyla iktidar olmak için sağcı görünmek gerek. Bu miti yaratan da besleyen de ne yazık ki AKP’yi iktidara taşıyan ve kendini solda gören iki kardeş sağ eğilimdir. Bu iki eğilim birbirine de karşıt gibi görünür: Ulusalcılık ve liberalizm.
Acil seçim güvenliği, adil seçim güvencesi
AKP’nin seçim ittifakı yasası olarak bilinen torba değişiklik ile hem seçim adaletini hem seçim güvencelerini askıya aldığını söylemek bir şeydir evet, fakat bunu herkes biliyor. Asıl politik olan bunu yapan iktidara yaptığının söyletilmesidir, onu seçim güvenliği ve adil seçim alanına çekmek, bu konuda söz söylemek zorunda bırakmaktır.
Herkesin her şeyi bildiği seçim
Herkes görüyor ve biliyorsa neden sürüyor her geçen günde kokusu biraz daha ağırlaşan bu çürüme? Bu sorunun yanıtını vermek için önce başka bir soruyu yanıtlamak gerek. Neden olağanüstü hal hâlâ uzatılıyor? Neden seçimlere olağanüstü hal koşullarında gideceğiz? Neden bir baskın seçim kararı alındı?
Gerçekliğimiz barışı çağırır, savaşı değil
Barış büyük insanlığın gerçekliğidir, gerçekçi bir biçimde en büyük güçle savunulmalıdır. İnsan doğasından değil insanın varlığını sürdürme, güçlü biçimde sürdürme isteğinden kaynağını alır.
Eğitim hakkını kim veriyor?
Cumhurbaşkanı "Bunlara okuma hakkı vermeyeceğiz" dediği anda, herkes birden harekete geçti. Aynı anda yeni bir disiplin yönetmeliği hazırlığına girişen YÖK mü dersiniz, infial gerekçesiyle tutuklama kararı veren mahkeme reisi mi, yoksa öğrencilerin evlerinden, yurtlarından rencide edici söz ve fiillerle gözaltına alınmasını sağlayan savcılar mı?
Dostunu düşmanını seç ve siyasal iktidarın bekası
Bugün demokratik siyasetin temeli olan siyasal vaadin yerini hayatta kalmak için “dostunu düşmanını seç” mantığı aldı. Bu nedenle AKP’nin 2002'de başlayan vaatlerini yerine getirmediğine dönük olumsuz propaganda muhalefete hiçbir puan kazandırmıyor, kazandırmayacak. "Hani OHAL’i kaldıracaktınız, tüm ülkeyi OHAL boyunduruğu altına aldınız?" gibi bir siyasal söylem aşırı politikleşmiş ortamın siyasal eleştirisi değildir.
Boykot gerçekçi bir seçenek mi?
Bugün Türkiye’de temsili demokrasinin bir aracı olarak seçim prosedürü ortadan kaldırılmıştır. 16 Mart tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kanun bunun resmi tescilidir. Bu bakımdan boykotun gücünü aldığı ve mantığını oluşturan kurum da Erdoğan rejimi tarafından ortadan kaldırılmıştır. Fakat 2019’da hâlâ bir seçimden bahsetmekteyiz. Çünkü rejim için meşruiyet sorununu ortadan kaldırabilecek başka bir araç hâlâ icat edilmemiştir.
Gündem dışı bir Mülkiye yazısı
Bu yazıda Mülkiye’nin benzer bir tasfiye döneminin ardından nasıl dirildiğinden, 90’lı yıllarda akademik ortamını nasıl yeniden yarattığından ve öğrencilerin yaratıcı özgüveninin ürünlerinden söz edeceğim. Sadece umut olsun diye değil, aciz yönetimlerin baskılarının yaratıcı özgüvene dayanamayacakları gerçeğini bir kez daha tekrarlamak için.
Devletin kişiselleşmesi ve kamuda kişiliksizleşme
İslamcı Gülen çetesinin kamudan tasfiyesinin ardından kişiselliğini tek adama bağlılık üzerinden sürdüren devlette kamu görevlilerinin sadakati, kamuya değil, tek adama yönelmektedir. Yani tek adama tabi cemaatler; rollerini hiç gizlemeden kamu kurumlarında kontenjan bulmaktadır. Kısaca Gülen çetesinin döşediği taşlar üzerine duble yollar kurulmaktadır.
Demokratik bir seçenek var mı?
Kılıçdaroğlu’na yüzde altmış hayallerini kurduranın ne olduğunu bilmiyorum, ama benim hayallerimi besleyen, iktidarın seçimler yoluyla değişebileceğine inanan, inanmasının koşulları siyasal olarak sağlanmış, özgürlük ve eşitlik arzuları harekete geçirilmiş bir halkın demokratik siyasal araçları kullanmanın yolunu açacağı ve OHAL rejimini ortadan kaldıracağıdır.
'Ahlaksız' personel hakkında
Her Türk sadece asker doğmaz, erkek de doğar. Militarist bir toplum, ordusu olan bir toplum değil, ordu düzeninde tutulan bir toplumdur. Elbette, hele ki tankların ekranlardan odamıza sıçratıldığı bir dönemde Mahkeme, cinsel yönelimi cinsiyet eşitliği bağlamında tartışacak değildi.
Meslek odalarının 'Türklüğü'
Yapılmak istenen, partinin liderini, hareket ve halk ile birleştirecek imtiyazlar sistemi çarkına çomak sokan meslek örgütlerinin bütünüyle tasfiyesi ve yeniden inşasıdır. Böylece “yerli ve milli” imtiyazlı meslek sahipleri, “yerli ve milli” uluslararası rant tekellerine “yerli ve milli” parti bürokratlarının teşviki ile gayri milli köylülerin topraklarını, sularını peşkeş çekebilecekler, şehir hastaneleri rantını “yerli ve milli” usullerle paylaşabilecekler, sağlık güvencelerinin ranta dönüştürülmesinde “yerli ve milli” usulleri uygulayabileceklerdir.
Yeni bir başlangıç nasıl mümkün olur?
Türkiye’de bugün anayasa yapıcı bir siyasetin harekete geçireceği barış ve adalet duygusu, karanlığa karşı yakılacak ilk ışık, yeni bir başlangıcın hareket noktasıdır. "Peki Erdoğan’ın karşısına kim çıkabilir?" sorusuna yaşadığımız momentte verilecek yanıt, demokratik kuruculuğun yaratıcı gücü olabilir ancak, yeni bir başlangıcın arzusunu taşıyabilecek yatay güçler. Bu yeni başlangıcın, koruduğu statükonun bile farkında olmayan “parti” anlayışlarından çıkmayacağı son CHP kongresinde açık olarak görüldü.
'Milli irade’den ‘milli’ye: İstibdadın kuruluşu
‘Milli irade’ kavramının yerini ‘milli’ aldı. Bu küçük kelime düşmesi, rejime ilişkin bir düşürme planına ve yeni bir meşruluk inşasına işaret ediyor. Artık diktatörlük için seçmenin onayı değil, herkesin Diriliş dizisinin karşısına geçip başına tencereden bir miğfer, göğsüne kazan kapağından kalkan yaparak millileşmesi bekleniyor.
Uzak İhtimal: Savaş oyunundan çıkmak imkanı
Suriye’nin sınırları nerde bitiyordu gerçekten, nereye çekildi sonra, Türkiye’nin güvenliğinin sınırına mı? Orada yaşayan kadim halk kimdi, sınırın Türkiye tarafının akrabaları değil miydi? Filmler oynamamış mıydı sinemalarda bu akrabalıkları anlatan?
Ama o zamanlar faşizm vardı
Payzın: Siz 12 Eylül’de tutuklandığınızda tek tip dayatmasıyla karşılaşsaydınız tepkiniz ne olurdu? Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Uçum: “O zaman faşizm koşullarındaydık. Şimdi demokratik kurumlarımızı korumak için mücadele veriyoruz.” Avukat danışman, 12 Eylül cuntasının gerekçesini biliyor olmalı. Sayın Uçum’un program boyunca hukuksuzlukları meşrulaştırma adına ortaya koyduğu bütün argümanlar, 12 Eylül cuntasının 1 No'lu bildirisindeki cümlelerle özetlenebilir.
Yerli ve milli üniversite
Fihrist makaleleri, beş sayfalık doktora tezleri, Nuh’un cep telefonu, Althusser’in baltası, intihaller, yayın ve atıf çeteleri, tez danışmanlık merkezlerine yazdırılan tezler ancak bu yerli ve milli cezasızlık ikliminde mümkün olabilirdi.
Abdullah Gül’ü neden umursama(ma)lıyız?
Abdullah Gül tipik bir merkez sağcı. Siyasal realizmi, ülkeyi felakete götürecek bir süreci sadece hazırlıkla geçirmesini sağlıyor. Kendi üzerinde hiçbir risk taşımadan, siyasal pozisyonunu belirlemeden iktidarın eline düşmesine hazırlanıyor. Bunun bile AKP Genel Başkanı’nı eski "siyasal kardeşi"ne "bozguncu" diyecek kadar rahatsız etmesi ise bir geçiş döneminden duyulan korku ve telaşı açıkça gösteriyor.
Tehlikede olan hukuk devleti görüntüsü değil, devlet görüntüsüdür
696’yı özel yapan şey, hukuk devleti ilkesini değil; devletin dayandığı ilkeyi ortadan kaldıran maddesi: 121'inci madde ile hiçbir resmi sıfatı olmayıp da “isyan bastırmak” için suç işleyecek olanlara getirilen cezasızlık hükmü. Oysa modern devlet dediğimiz şey, Weber’in tanımında en iyi ifadesini bulduğu şekliyle meşru şiddet kullanma tekelidir.
Özel cumhuriyet olur mu?
Demokratik siyaset herkesi ilgilendiren meselelerin herkesin gözü önünde karara bağlanmasına dayanır. Ayrıcalıklar, gizler ve yasa ötesine çıkma potansiyeli taşıyan güçler demokratik siyaset ve kamusallığın karşısında konumlanır. Kamuyu yani herkesi etkileyen kararları gizli saklı alan, “çok önemli bir KHK çıkacak, bakalım içinde neler olacak cumhuriyeti”, cumhuriyet değildir.
Aziz ölürken ne düşünür ya da demokrasinin erdemi nedir?
Demokrasi, sıradan insanların kendi geleceklerini belirlemelerine dayanır. İlkesi ise eşitliktir. Kimsenin milleti olmadan ve azizleşmeden sürdürülen sıradan yaşam pratiğinin kendi başına saygın olabileceği bir düzlem sunar eşitlikçi fikir. Faşizmin yalancı özdeşlik koşullarında, bu koşulları olağanlaştıran dinamiklere direnecek bir eşitlik siyasetini azizin paradoksuna direnerek örgütlemek zor olsa gerek.
Silik bir akademisyenin dekan olarak portresi
Çıplak gözle görünür biçimde haksız bir soruşturmada, fakülte üyemiz bir profesörün cezası görüşülürken söz almayan Gürdal, oylamadan hemen önce fark etmediğim biçimde birden kaybolmuş, oylamaya katılmamak için dışarı çıkmıştı. Belli ki fakülte üyesi hiç de silik olmayan bir profesörün disiplin cezası almasını, karşılaşacağı tepkiden dolayı istemiyordu; ama rektörün dediği olurdu. Bu çelişki içinde yapacağı şey açıktı: Kaçmak.
Beyefendinin adı: Türkiye Erdoğan mıdır?
Siyaset bilimi derslerinde öğretilen hükümet ve devletin ayrı şeyler olduğu, ‘Yeni Türkiye’de geçerli değildir. ‘Yeni Türkiye’ Erdoğan’dır. Peki Erdoğan devlet midir? Türkiye’de partinin devletleşmesi, devletin kişiselleşmesi olarak tarif ettiğim süreci özetleyen hukuka değil, beyefendiye sadakat ilkesinin sonucu, siyaset biliminin bir kavramı olan modern devletin ilgasıdır.
AKP’nin 'bir başka' seçim hazırlığı
AKP, demokratik biçimde seçimin güvenliğini sağlama uğraşındaki grupların varlığından rahatsızlığını açıkça dile getirmişti. Meclise sunulan değişiklik teklifi ile partilerin sandık sayısının iki katı kadar müşahidi önceden sunacağı ve onlar için fotoğraflı müşahit kartları hazırlanacağı belirtilmiş. Uygulamada bunun ilgili kamusal inisiyatiflerin aleyhine işletileceğinin düşünüldüğü açık. Özcesi, olağanüstü bir seçimin hazırlıkları yapılıyor.
8 Haziran sabahını AKP unutmadı
7 Haziran seçimlerinin ardından yaşananlar, Türkiye’de biçimsel demokrasinin temel koşulunu, yani iktidarın el değiştirme koşulunu oluşturan prosedürleri ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla artık prosedürel bir politika, yani iktidarı seçimler yoluyla ele geçirmek için prosedürel demokratik mücadele araçlarını kullanmanın olanakları yoktur. Politikanın zemini yasallık ve prosedürler düzeyinden meşruluk düzeyine taşınmıştır. Bu düzeyde ise politik araçların bizzat kendisi politikanın konusudur.
AKP tükendi, peki onu kim yenecek?
AKP’nin iktidarını sürdüreceğini -bütün zor araçlarını kullanmak zorunda kalsa da- vaat etmesinden başka hiçbir meşruluk iddiası kalmamıştır. Fakat bu, karşısına meşruluk alanında politika yapan bir siyasal özne çıkana kadar hâlâ –diktatörce- de olsa bir meşruluk iddiasıdır. AKP yenilmiştir, krizin bizzat kendisi olarak yenilmiştir, fakat karşısında onu yenecek bir meşruluk iddiasının taşıyıcısı olan siyasal özne yoktur.
'Elbette oğlum, sana güveneceğim'
Bir anayasa neden, nasıl yapılır? Türkiye’de bir anayasal düzen var mıdır, anayasal düzen nasıl güvenceler sunar, bunlar nasıl inşa edilir, elbette yeniden, anayasal düzen ne demektir?
Maltepe’den Edirne’ye cumhuriyetçi bir yol
Bugün Türkiye’de cumhuriyetçilerin gözü kulağı, cezaevindeki “cumhuriyet düşmanları”ndan gelecek seslerde. Ahmet Şık’ın savunmasında, Demirtaş’ın mektuplarında. Düzeni değiştirecek fakirleri cezaevinden sivil siyasete çağıran mesajlarda. Kısaca, bu düzen içinde “cumhuriyetçi olmak istiyorsanız, biraz daha cesaret”; çok uzun değil, Maltepe’den Edirne’ye varan yol kadar…
Kendinden utanan parti: CHP
CHP’nin yönetim kadrosundan tabanına, parti içindeki kliklerin her birinde hakim olan duygu utanmadır. CHP tabanını oluşturan halk kesimleri, parti önderliğinden utanırlar. CHP’li olmayan çevrelerine partilerinin konumlarını açıklayamazlar. Ağırlıklı olarak parti idaresine göre solda olan taban liderini televizyonda her izlediğinde “olmadı” duygusuna kapılır. Parti yönetiminin her kritik kararı, tabanda “bunu nasıl açıklayacağız?” duygusu yaratır.
Pazarlık devleti
AKP lideri cumhurbaşkanının “milattan önce” yaptığı, partinin pazarlık karakterinin devletin karakterine sirayet ettiğini gösteren en kritik ve birinci elden açıklama “ne istediniz de vermedik?” ifadesi idi. 2000’li yılların ortalarından itibaren hâkimlik-savcılık sınavlarında süren liste pazarlıklarını, kaymakamlık sınavlarında yaşanan cemaat kontenjanı kavgalarını, beyaz gömlek ve kırmızı kravatlarla önce cemaat liderlerini, sonra milletvekilleri ve mümkünse bakanları gezerek torpil arayan adayları Mülkiye’deki bütün öğrenciler bilirdi.
Kürdistan’da plebisiti ilk kim savundu?
İsmet Paşa’nın Lozan’da Musul konusu görüşülürken dile getirdiği tezler ile Britanya temsilcisi Lord Curzon’un geliştirdiği tezler karşılaştırıldığında Türk ulusalcılarının Curzon ile neredeyse aynı şeyleri söylemeleri şaşırtıcı mıdır?
Sol, yumruk atan emekçiyi mi, yumruk yiyen toprak ağasını mı destekleyecek?
Emperyalistler, egemenlik haklarını ellerinden aldıkları ulusları sömürüyor ve ezilen uluslar kendi kaderlerini tayin haklarını kullanıyor. 1945 sonrası Amerikan hegemonyası altındaki dünyada, sömürgelerin tasfiyesinde kullanılan bu terminoloji, bugün için tersine dönmüş durumda.
'Kadere bak kadere bak, kimler kimlerle birlikte!'
Seçimlerin arifesinde sadece ittifaklar değil ayrışmalar da belirleyici olacak. Solun bir kısmının sorunu sadece HDP'yle yan yana gelmemesi değil.
SİHA yanılır mı ya da bir ölüm kaç kişiliktir?
Bugünün hikaye anlatıcısı AKP oldu artık. AKP anlatısında karanlığın dışındaki her şeyi geride bırakıyor.
Neden Yemen değil?
2017’de yayımlanan Küresel İnsani Yardım Raporu ışığında çok kısa bir tur yapalım. Tunus’ta emeğinin haysiyet mücadelesini veren bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla ateşlenmiş Arap Baharı’nın Libya ve Mısır’daki serüvenindeki Türkiye’nin tavrı, ‘insaniliğin’ anlaşılması için iyi örnekler oluşturur. Libya’da “beton kapital” bağlamında çok işi olan hükümet elbette kolay karar veremedi, insani müdahale konusunda biraz geç kaldı. Mısır’da hamiliğini yaptığı Müslüman Kardeşler'i ölümüne destekledi, Mısır’daki İslamcı direnişin sembolü hâlâ AKP’nin sembolüdür.
Yeni bir devlet kurulur CHP onun içinde yerini alamaz!
CHP, yanılmaktadır: Yeni bir devlet kurulduğunda CHP onun içinde yerini alamayacaktır. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiğinde nasıl yanılmışsa, 7 Haziran seçimleri sonrasındaki istikşafi görüşmelerde nasıl yanılmışsa, anayasaya aykırı anayasa değişikliğine oy verirken nasıl yanılmışsa öyle yanılmaktadır. Adalet Yürüyüşü’nden Adalet Kurultayı’na eşik durumunu kavradığı her siyasal pozisyonda kaybettiği mevzi, meşruiyet savaşının kaybı demektir. Meşruiyet mücadelesinin keskinleşmiş aracı ise artık sudan şaraba her şeyi politikleştirmektir.
Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam*
Her geçen gün felaket getirmeye meyyal bir dünya konjonktürünün içinde bütün bir halkın kaderinin tehlikeye atılmaması için, Erdoğan ile karşı karşıya gelmemeyi telkin eden manipülatif anketleri bir kenara bırakıp gerçeklik ile bağı kopmuş sorumsuz tek adam rejimine karşı gerçekliği gerçek bir sesle haykırmaktan başka yol yoktur. Edip Cansever’i hatırlayalım. “Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam.” Hatta şiirin son dizesini da katalım: “Elleri tetikte bütün gazetelerin”.
Cumhuriyet, savaş, barış ve devletin sırrı
Bugün cumhuriyeti savunmak, hak ve özgürlüklerimizi güvenceye alacak, barışı ülke içinde ve dışında tesis edecek yeni bir toplumsal sözleşmeyi savunmak, asıl olarak keyfi yönetimin araladığı felaket penceresini kapatma mücadelesidir. İktidarı sınırlayan bir anayasa ile tüm yurttaşlara sağlanacak olan güvenceler bir yaşam tarzı sorunu değil, bizzat yaşam, varlık sorunu haline gelmiştir.
Darbeyle mi, devrimle mi, savaşla mı?
Baştan söyleyeyim, Erdoğan’ın kurucusu olduğu bir yeni devletten bahseden tarihçi olmayacaktır, fakat yeni devlet iddiası başka bir anlamda tehlikeli, kısa vadede yıkıcı, ciddi bir iddia, bir ihtirastır. Bu ihtirasın estirdiği rüzgar, İslamcılığı dayatan bir toplum düzeni ve “benim milletim”den dayanağını alan egemenlik kurgusu bağlamında Erdoğan’ın milliyetçi-mukaddesatçı ilk gençlik heveslerindeki sığlığı adım adım önümüze getirmektedir. Yeni devlet ihtirası, zaten var olanın ifşasıdır.
AKP, iktidarı devreder mi?
7 Haziran ve 16 Nisan tecrübesi adil seçimle iktidar değişimi olasılığını zayıflatmıştır. Türkiye halkının seçimlere dair gerçek gündemi de budur.
Yekta Saraç’a mektup
İlk olarak soruşturmacımı “saygı”yla anmak isterim. O kendisine verdiğim savunma sırasında kendi söylediklerinden gözümdeki itibarının derecesini anlayacaktır. OHAL’in akademik faydalarından biri, bilim insanlarını uzmanlaştırması. Bilimsel faaliyet ile idari görevin gerektirdiklerinin meslek üyesi olmak bakımından birbirinden tamamen ayrı durduğunu anlamanızda kolaylık sağlıyor OHAL. Sayın Saraç, bu, OHAL’in üniversite için ne kadar faydalı olduğunu anlatmak için yurt dışına sunacağınız iyi bir argüman. İstediğiniz akademisyen tipini yaratmak mı sorun, çözüm OHAL.
Cumhuriyeti savunmak*
Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşunu o büyük cumhuriyetçi fikirle, herkesin olan üzerinde herkes tarafından karar verilmesi fikriyle; sınıfsal, etnik, dinsel ve cinsel ayrıcalıkların kaldırılmasıyla birleştirmek bugünün keskinleşen cumhuriyet mücadelesini başarılı kılmanın tek yoludur. Adalet herkes içindir, herkesin sınırları genişledikçe cumhuriyetçi fikir kendi tanımındaki sınıra doğru genişler. Cumhuriyet kimsenin ayrıcalığı olmadığı bir düzenin mücadele zeminidir.
AKP sonrası Türkiye’yi düşünmek
Bu durumda en yanlış düşünce, “AKP OHAL’i kaldırmayacak, 16 Nisan plebisitinde yaptığı gibi her gayrimeşru yolu kullanarak seçim kaybetmeyecek, iktidarı bırakmayacak” cümlesiyle özetlenebilir. Böyle düşünmek AKP’nin zihinlerde kurduğu çemberin kırılmasının önündeki en büyük engeldir. Çemberi kırabilecek gerçek eylem, halkın özgürlük, adalet ve eşitlik arzusunu siyasallaştırabilmekten geçer.
Siyasete cesaret et!
CHP yönetimi siyasal bir karar aldı ve on beş yıllık AKP iktidarını ilk defa bir siyasal açmazla karşılaştırdı. Siyasal yelpazenin her kesiminden büyük kitlelerin yaşadığı adaletsizliği, bir dava haline getirme yolunda adım attı.
Kokuşma
Adalet Yürüyüşü’ne karşı iktidar partisi taraftarlarınca yapılan en önemli siyasal jest CHP Genel Başkanı ve Adalet Yürüyüşü katılımcılarının kalacakları mekâna dökülen gübredir. Bu, kokuşmanın sembolüdür. Kendini anayasanın üzerinde gören reislerine yaklaşabilmek için her şeyi yapabilecek olan çıkar sevdalılarının her türlü saçmalığı yapabileceğini göstermektedir bu kokuşma.
Lütuf
Kişiler ancak Allah’ın lütfu ile kurtuluşa erişebilirler. Bu nedenle hükümdarları tiran da olsa dünyevi hayatta onlara boyun eğmelidirler. Çünkü iktidar hükümdara Allah tarafından lütfedilmiştir. Ve dünyevi hayatta onlar ne lütfettiyse ona boyun eğilmelidir. İşte tam bu nedenle adalet yürüyüşlerinin de OHAL’in de süresi yoktur; mesele cumhuriyet ile lütfedilmiş saltanat arasında bir siyasal mücadele meselesidir.
Erdoğan’ın imkânsız aşkı: Kültürel hegemonya
Külliye’de 2000 kişilik bir opera binası yaptırdığını söyleyen Erdoğan, bir süredir kültürel alanda geri kaldıklarını ısrarla ifade ediyor. Barış imzacılarını atmasına rağmen, yerli ve milli bir üniversite kültürünü neden yaratamıyor? Neden hâlâ ellerinde palalarla provokasyon yapanları milli değerlerin temsilcisi olarak sunuyor rektörler? Neden üçüncü sınıf savaş dizilerine, saray saltanat övgülerine kaldı bütün televizyon kanalları? Buna rağmen neden olmuyor?
Katar krizi 'bizi' nasıl etkiler?
Türkiye’nin bir yarısı Katar’ın arkasında duruyor, bir yarısı da heyecanla olacakları izliyor. Ülkemiz nüfusunun konu hakkında en az benim kadar yetersiz bilgi sahibi olduğunu da tahmin edebiliyorum. Peki bu önemli meselede ulusal çıkarımızı kim belirleyecek?
Hiç kimse olmak ve devletin yüzü
Kurtulmuş’un ve Soylu’nun AKP’ye iltihakı gücün merkezileştirilmesi stratejisinin bir parçasıdır. Mehmet Ağar’ın siyasi geleneğinden gelen ve onun devlet yüzünü ikame eden Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan özgeçmişine baktığınızda yüzeyden başka bir şey göremezsiniz.
Çünkü OHAL ‘Erdoğan’dır!
OHAL olarak ilan edilen şey bir tedbir değil, bizzat Erdoğan’dır, çünkü onun tek seçeneğidir. Fakat bizlerin, bu ülkede eşit ve özgür biçimde; hak ettiğimiz barış koşullarında yaşama arzusu taşıyan bizlerin değil.
Cumhuriyetin ‘vatan hainleri’ kimlerdir?
Türkiye üniversitelerinin ‘vatansever’ akademisyenleri, ‘vatansever’ rektörleri, devleti barışa çağıran bir bildiriyi imzalayan akademisyenleri vatan haini ilan ettiler.
Hak, hukuk, kamu ve devlet
Bugün Türkiye’de yaşam hakkı dahil, devletin anayasasında yazan hiçbir hakkın uygulanmaması değildir tehlike. Bu hakları güvence altına alacak kurumların ve kurumsallığın ortadan kalkmasıdır.
Mülkiye imamını rahat bırakın!
Efendiler, Mülkiye imamını rahat bırakın. O sizin yerleştirdiğiniz imamlara benzemez. Badem bıyıkları yoktur. Sinsi sinsi iş çevirip kayırmacılık yapmaz, kimseyi fişlemez, arkasına aldığı cemaat ve devlet gücüyle insanların yıllarca çalışarak kazandıkları hakları hırsızlıkla gasp etmez.
Yüzyılımızın siyasal mücadele ekseni: Siyasal temsil ve özyönetim
Temsil klasik demokrasi karşıtı bir fikirdir. Klasik demokrasinin temelinde yöneten ve yönetilenin özdeşliği yatar. Temsilin temelinde ise seçkinlik. Seçim ile seçkin olma arasındaki bağı buradan kavramak gerekir. Yani biri diğerine göre seçilmeye değer olduğu, yönetmeye uygun olduğu için seçilir.
Bu kötülükle nasıl baş edeceğiz?
Siyasal iktidarın açık açık beyan ettiği hukuka uymama tutumu, kendi meşruiyetini ortadan kaldıracak noktaya varmıştır. Ana muhalefet partisi lideri dahil, milyonlarca insan hukuksuz, hukukçu olsun olmasın herkesin görebileceği açıklıkta gayrimeşru bir kararı tanımama eğilimdedir.
Hınç: AKP’nin anayasa serüveni
7 Haziran’ın ardından hınç, artık tek başına her şeye sahip olamama ihtimalinin yarattığı korkuyla birleşti. Barış süreci sonlandı. Şehirler askeri bölge ilan edildi ve acımasız bir savaş başladı. Hıncını ve kudretini 1 Kasım’da büyüten yeni Türkiye’nin yeni rejimi, 15 Temmuz’u Allah’ın lütfu olarak kullandı ve OHAL düzeni içinde geriye kalan hukuk devleti parçalarını da yok etti.
Şu milli irade meselesi
4 Nisan tarihli gazetelerde “Adana’da Camiden Erdoğan’ın mitingi için anons yapılacak” başlıklı haberleri okuduğumda ‘milli irade’ kavramının AKP için nasıl değerlendirildiğini yeniden idrak ettim. 15 Temmuz’da, evimizin hemen üzerinden savaş uçakları süzülürken bir yandan Kocatepe Camiinden okunan salaların yarattığı etkiye benzer bir etki idi bu.
Beklemenin beklentisiz ülkesi ve 16 Nisan
16 Nisan’da Colombre ile yüzleşeceğiz. Buzzati’nin kahramanı Stefano, yaşlı ve pek mutsuz bir halde, kendisini bir ömür boyunca takip eden –bu nedenle en sadık dostu olarak görmüştü düşmanını- ve ondan korkusundan ömrünü heba ettiği yaratığa ihanet etmemek için mücadeleyi göze alarak karşısına çıkmıştı Colombre'nin. Stefano kadar bahtsız değiliz bizler.