YAZARLAR

Savaş tamtamlarının gürültüsü

Savaş tamtamları ne zaman çalınmaya başlansa, neredeyse herkes aptal erkek çocuklarının ruh haline bürünüyor. Parlamentoda HDP dışındaki bütün partiler göğsünü gere gere savaşa tam destek veriyor. Sadece televizyona çıkartılabilecek kadar ehil kimi erkekler, savaşın neden bu kadar gerekli olduğunu anlatıyorlar.

Çocukluğu mahallelerde geçenlerin birçoğunun anılarında erkek çocuklarının aptalca giriştikleri mahalle kavgaları vardır. Birbirini tanımayan, düşmanlıklarının tek nedeni farklı mahallerde oturmak olan erkek çocukların aptalca birbirine taş atması ile sonuçlanan, dönülen mahallede, dövüş esnasında kurulan fantezilerin doymaz bir iştahla anlatılmasıyla uzatılan oyunlardır bunlar. Bu oyuna katılmayan bir çocuk hep olur; ihanetle, korkaklıkla suçlanan çocuk dışlanır, hatta oyun meydanında yaşadığı korku nedeniyle fantezileri kamçılananlar tarafından dövülür de bazen. Bütün o gümbürtünün nedeni korkudur evet, korkunun yarattığı duygu halesine girmeyen tek çocuk da kendi mahallesinde cezalandırılır, korkutulur sonrasında.

Savaş tamtamları ne zaman çalınmaya başlansa, neredeyse herkes aptal erkek çocuklarının ruh haline bürünüyor. Parlamentoda HDP dışındaki bütün partiler göğsünü gere gere savaşa tam destek veriyor. Sadece televizyona çıkartılabilecek kadar ehil, dolayısıyla da her konuda iktidarın gerçeğini aktarabilecek kimi erkekler, savaşın neden bu kadar gerekli olduğunu anlatıyorlar, haber bültenlerinin yarısı tank, savaş uçağı ve “operasyon” görüntüleri ile geçiyor. “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bugünlerde” emperyalist çıkarlara işaret eden, saray rejimin kısa vadeli çıkarlarına değinen, Türkiye’nin Türk ve Kürt yurttaşları arasında yeni düşmanlıkların körüklenme olasılıklarını gösteren, bizzat dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından “duygusal” yaklaşılan IŞİD katillerinin faaliyetlerini hatırlatan herkes lince uğruyor. Barış sözü yine yasaklanıyor. Bu söze sahip çıkan herkes korkutulmaya, dövülmeye çalışılıyor, korku halesinin tüm bir ülkeyi kaplaması gerekiyor çünkü. Çünkü bir çocuk oyunundan değil, gerçek ölümlerden, gerçek sürgünlerden, gerçek yıkımlardan, açlık ve kölelikten; tabii onun arkasında da gerçek çıkarlardan, iktidar ve paradan, lüks ve sefahatten bahsediyoruz.

ULUSAL ÇIKAR KİMİN ÇIKARI?

Dört yıllık uluslararası ilişkiler eğitimimde en çok önemsediğim iki kavram “ulusal çıkar” ve “güvenlikleştirme” kavramlarıydı. Ulusal çıkarın belirlenmesine ilişkin sorunlar üzerinde duran ve bir meselenin nasıl bir ülkenin güvenlik sorunu haline geldiğini irdeleyen yaklaşımlardı ilgimi çeken. Şöyle bir şeyden bahsediyorum ulusal çıkarın belirlenimi konusunda akıl yürütürken: düşünün ki Barış İçin Akademisyenler Bildirisi'ne imza attığım için üniversiteden atılan ve başka bir üniversitede çalışma yasağı konan ben ile örneğin Suriye savaşı başladığından beri uygun yatırım olanakları ararken ağızlarının suları akan inşaatçı kapitalistin yoksul halk sınıfları ile burjuvazinin; çatışma bölgesine yakın yerlerde oturanlar ile buralara çok daha uzak bir yerde yaşayan yurttaşların çıkarları savaşta örtüşüyor ve bu ulusal çıkarın çerçevesini Trump’ın eşsiz bilgeliği çiziyor. Hiçbir gerçek kamusal tartışma yapılmadan. Sonra da sırf ulusal çıkarımız belirlendi diye bütün ülke tek bir savaş sesine dönüştürülmeye çalışılıyor. Güvenlikleştirmede de benzer bir durum var. Bir sorun, öyle değilken bir anda askeri anlayışın konusu haline getirilir. Örneğin devletler bazen kendi kamuoylarına bunu anlatmak için iki füze atıp bizzat kendi askerlerini öldürmeyi bile tasarlayabilirler. Anaakım uluslararası ilişkiler öğretiminin birincisini –ulusal çıkarı- zaten varsayıp onun unsurlarını açıklamakla kendini sınırladığını ikincisini ise yolda görüp tanımazlıktan geldiğini fark ettiğimi hatırlıyorum.

“Türkiye’nin ulusal çıkarı nasıl belirlenir ve Suriye’nin kuzeyi hangi aşamalardan geçerek güvenlikleştirilmiştir?” sorularını sormaya daha on gün önce cesaret eden; bunun ulusal çıkar ile değil, bizzat hükümetin izlediği politikayla, ulusun değil sarayın ve emperyalist devletlerin çıkarlarıyla belirlendiğini ima eden bir konferans düzenleyen koca bir muhalefet partisinin “içi kan ağlaya ağlaya” verdiği onayın nedeni nedir o zaman? Girişilecek olan şeyin ülkenin ve bölgenin halklarının hayatında, geleceğinde yaratacağı ağır sonuçlar ortaya konmuşken, bizzat partinin konferansında uyarılar yapılmışken bunun anlamı “bundan sonra benim sözümü ciddiye almayın” demekten başka ne olabilir?

BARIŞ SÖZÜ

Bundan tam dört yıl önce bugün, 10 Ekim 2015’te Suriye’de girişilecek savaşkan eylemlerin önüne geçmek için, “Barış” için, demokratik haklarını kullanmak, ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak için bir araya gelmiş binlerce yurttaşın ortasında patlatılan IŞİD bombalarının yarattığı dehşeti, öldürülen yoldaşlarımızı, hayatlarımızda açtığı yarayı nasıl unutabiliriz? 7 Haziran 2015 sonrasında yaratılan korkuyu, 1 Kasım’da AKP tek başına iktidarını sağlayacak oyu yeniden elde edene kadar yaşadıklarımızı, ülkenin her yerine yayılan kanı ve şiddeti nasıl unutabiliriz? Dava süreçlerini, bütün ülkeyi kat ederek katliam yapabilen örgüte ilişkin delillerin toplanmamasını, hiçbir kamu görevlisinin iddianameye girmemesini, sanık ifadelerine göre katillere eline sağlık diyen polisleri, ölüler ve yaralılar meydandayken yoldaşlarını kurtarmaya çalışan kitleye gaz sıkılmasını nasıl unutabiliriz?

Barış sözü, sadece çıkarlar savaş tamtamlarını çaldırmaya başladığında çıkar sahiplerinin hedefine gelir ve anlamını kazanır. Barış hedefte olduğu için barış savunulur ve Türkiye’de bugün zor, mümkün ve muhalefet bakımından var kalmak için gerçek seçenek olan, korku halesinden sıyrılıp gördüğünü söyleyebilmektir, barış seçeneğini görmek, yaratmaya çalışmaktır.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.