YAZARLAR

Bir deprem hikayesi: 'Pısma köşesi'

Geçen hafta depremden sonra olanlara, açıklamalara, etrafınıza, kendinize bir bakın. Öyle bir bilincimiz var mı? Daha önemlisi bu konunun siyaset malzemesi yapılmaması dışında devletin bu konuda bilinci nedir?

Dikkat etmiştim, bu sene, 1999 Gölcük depreminin 20'nci yıl dönümünde deprem daha az konuşuldu. Sanki mutlak sona yaklaştıkça uzaklaştığımızı sandık. Sonra ne oldu? Yıl dönümünden beş hafta sonra, geçen perşembe İstanbul’da 5,8 ölçeğinde bir deprem yaşandı. Unutmak, hatırlamaktan daha kolaydı ama altımızdaki, ne zaman patlayacağını bilmediğimiz çalar saatin sesini tekrar duyduk.

Geçen hafta sallandığımız sırada, kim nasıl tepki verdi bilemem ama benimki tam bir aldırmazdık idi. O esnada, kanepeye uzanmış, internetten film seyrediyordum. Kanepe sallanmaya başladı. “Aha, yine oluyor” dedim ama çok aldırmadım... Zaten birkaç gün önce 4,6 sallanmışız, yine aynısı olsa gerek. Korkum sadece internetin kopması, filmin yarım kalmasıydı. Sonra kanepenin sallanması artarak devam etti, o derinlerden gelen gümbürtüyü tekrar duydum. Felç olmuşum, halen kanepedeyim. Ve nihayet sarsıntı durdu.

Demek 20 yıl önceki depremi, yine aynı evde yaşamış biri olarak tek öğrendiğim bu olmuş.

Hemen ardına yan komşu korkuyla geldi. Ne yapalım? Sekiz kat aşağı, merdivenlerden insek? Şişli’deyiz, tıkış tıkış binalar. Nereye gideceğiz? Maçka Parkı? E, orada neyi bekleyelim? Birer kahve iç, o kadar yolu geri yürü, tekrar sekiz kat çık. Onun yerine ben birer kahve hazırladım.

Komşu beni ayıltıyor, içinde bulunduğum rehavetten çıkarıyor. “Televizyonu aç.” Aklıma gelmemişti. Devletin sözcülüğünü yapan ana akım medyayı izlemeyi ya da aslında yaşadığım ülkenin devletine güvenmeyi bırakalı uzun zaman olmuş. Fazla bir şey yok. 5,8 olduğunu, bir minarenin yıkıldığını öğreniyor; caddelerde, dar sokaklarda koşturan insanları seyrediyoruz.

Kimseyi aramak aklıma gelmiyor. Yine komşu hatırlatıyor. Yok, telefonlar çökmüş. Hani sürekli “beka” diyen, her an gözü üzerimizde olan, tek çatlak sesin hemen tepesine çöken devletin bizimle olan bağı kopmuş. Demek buraya kadarmış.

Yanılmışım. Cumhurbaşkanı Erdoğan Twitter'da "15 Temmuz Şehitler Köprüsü, eski adıyla Boğaz Köprüsü’nde çatlak var" diyerek paylaşılan fotoğrafı göstererek, “Kimse bu konuyu siyasete alet etmesin” diyor. O fotoğraf yalan mı, yanlış mı bilemem, ama neyin siyaseti? Demek yaşarsak terörist, ölürsek şehit olacağız. Zaten olmayan güven artık iyice yerlerde sürünüyor.

Yine de fazladan aklıma gelen birkaç soru:

• Hükümet toplandı, iktidarın büyük yenilgisi olan İBB neden dışarıda bırakıldı? Siyaset ile ölüm arasındaki çizgiyi ne belirliyor?

• Önceden belirlenen toplanma alanlarına AMV’ler yapılmamış, kent yağmalanmamış, İstanbul’da 10 bin toplanma alanı varmış. Herhalde kente gelişi güzel dağılan boşlukları, küçük parkları, okul bahçelerini falan sayıyorlar. Oysa kentte, çevresindeki nüfus yoğunluğu dikkate alınarak, homojen olarak yayılmış boşluklar olmalı; altyapısı olan boşluklar. Kentin şebekesinden bağımsız su deposu, elektrik şebekesinden bağımsız jeneratör, konteynerler içinde ilk müdahale için kesici – delici alet edevat, çadırlar olmalı. Çünkü deprem anında değil, sonrasında kurtulanlar orada toplanacak. Bütün yol, iletişim, altyapı çökmüşken ilk müdahaleyi herkes kendisi yapacak.

• Hatırlıyorum; depremi en azından birkaç saniye öncesinden tespit eden, elektrik, doğal gaz şebekelerini kesen, yangınları, patlamaları önleyecek sistem kurulacaktı. Kuruldu mu, kurulduysa bu depremde işledi mi, kurulmadıysa neyi bekliyorsunuz?

• Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener şöyle bir açıklama yaptı: “Enerji birikiyor ve çıkacak. Bir sona doğru yaklaşıyoruz ama ne zaman olacağını bilmemiz mümkün değil. Şu saatte olacak şu gün olacak gibi konuları vatandaşlarımız gündeminden çıkarıp deprem bilincinde yaşaması gerekiyor. Git gide o sona yaklaştığımızı söyleyebilirim ama zaman vermemiz mümkün değil.”

Geçen hafta olanlara, açıklamalara, etrafınıza, kendinize bir bakın. Öyle bir bilincimiz var mı? Daha önemlisi bu konunun siyaset malzemesi yapılmaması dışında devletin bu konuda bilinci nedir?

• Dicle Üniversitesi rektörü olan ve televizyonlarda depremden korunma duası okuyan Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun uzmanlık alanı nedir? Devlet bizi böyle mi biliçlendirecek?

Sorular çoğalır, çeşitlenir…

Altı ay önce Gazete Duvar'a Türkiye’de kentleşmenin, konutun ve toprak paylaşımının hikayesini “Yıkılırsa bana bir, ona iki kat çöker” başlığı ile yazmıştım. Bu hepimizin bir ucundan tutarak yağmaladığı, herkesin kazançlı çıktığını zannettiği ve bir depremle hepimizin bedelini ödediği bir toprak parçasının tarihi idi. Lütfen okuyun.

PISMA KÖŞESİ 

Son olarak, tekrar geçen haftaki deprem ve komşuya döneyim.

Aklımıza hayat kurtaran üçgenler geldi. Evin içinde geziniyor, nereleri hayat üçgeni olabilir diye bakınıyoruz. Buzdolabının dibi? Yok ufacık, yarı aydınlık yarı karanlık, apartman boşluğuna bakan mutfak bu hali ile bile iç karartıcı.

Yatak odası, giysi dolabının dibi? Heyula gibi, üçgen falan da yaptığı yok. Zaten tavan tepeme çökecek bir de ayrıca ezilmeye gerek yok.

Pısma köşesi

En sonunda terasın dibine pısmaya karar verdik. Tepemizde tavan olmasın. Terasın ucu ile olan mesafe de fena değil, herhalde aşağı uçmayız? Ama yine de dayanamadım, pencerenin kenarına bir de düdük bıraktım, belki devlet beni duyar.


Hakkı Yırtıcı Kimdir?

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu olan Hakkı Yırtıcı, yüksek lisans ve doktora eğitimini de aynı üniversitede tamamladı. Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi isimli kitabı, 2005 yılında Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basıldı. İktidar, mekan, dil ve psikanaliz alanlarına yoğunlaşan Yırtıcı; iktidar ve mekanın yeniden üretimi, modernleşme ve gündelik hayat pratikleri, sinema ve mekan analizi ve kent modernleşme tarihi üzerine dersler vermektedir.