YAZARLAR

Türkiye Paris İklim Anlaşması'na taraf olacak

Türkiye’nin iklim fonlarından yararlanması pahasına Paris İklim Anlaşması’nı savunmak büyük bir felaket. Hele iklimi değiştirme iddiası bu kadar yükselmişken taraf olması demek, ülkelere kötü örnek olması demek. Emin olun, çoğu siyasetçi sırf bu yüzden Türkiye’nin taraf olmasını istiyor.

Türkiye iklim değişikliği meselesini çok geriden takip ediyor. Öyle ki iklim anlaşmalarına en son taraf ülkelerden biri. Daha kötüsü politika anlamında hiçbir anlaşmanın özüne uymuyor. O yüzden ilk iki anlaşmaya bu kadar geç taraf oldu ve peşinden kömür, gaz, petrol ithalatını arttırmak ve bunun için asfalt ve beton dökmek üstüne kurulu bir iklimi değiştirme politikaları uyguluyor.

Paris Anlaşması’nda da benzer bir durum var ve olacak. Taraf olmayan 12 ülke kalmış. Biri de Türkiye. Paris Anlaşması için olacak durumu anlamak için önceki iki anlaşmayı anlamak gerekiyor.

BMİDÇS

1992 yılında Rio’da yapılan zirvede, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) karara bağlandı. Sözleşme 21 Mart 1994’de yürürlüğe girdi. Yıllar sonra Türkiye sözleşmeyi gündemine aldı. 16 Ekim 2003 tarihinde TBMM’de görüşüldükten sonra 21 Ekim 2003 yılında Resmi Gazete’de yayınlandı.

Bundan sonra da süreç ağırdan alınmaya devam edildi. Ancak 24 Mayıs 2004’de Türkiye resmen taraf oldu. Yani sözleşmenin karara bağlanmasından tam 12 yıl sonra BMİKÇS’ye taraf olabildi.

Peki ilk işi ne oldu? Sadece iki örnek verelim:

3 Şubat 2005’de Resmi Gazete’de bir yönetmelik çıkarıldı: Maden Kanunun Uygulama Yönetmeliği. Bu yönetmeliğe eklenen bir geçici madde ile Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne yeni yetkiler verildi. Sonrasında ülkede rödovans yoluyla kömür ve elektrik üretimi katlandı. O zamana kadar rödovans yoluyla kömür üretimi yılda sadece 447 bin ton iken 2014’de 4,3 milyon tona çıktı. Rödovans yoluyla elektrik üretimi modeli toplam 887 milyon ton kömür rezervini kapsayan, 3 bin MW kurulu güce sahip bir hacme ulaştı.

İkinci bir iş daha yaptılar. 1987’den bu yana durmuş olan kömür madeni aramaları 2005 yılında tekrar başlatıldı. Yaklaşık 8,7 milyar ton olan bilinen rezerv böylece bugün 18 milyar tona seviyesine çıkarıldı. Bu da ülkede kömür madenlerini ve haliyle diğer madenleri olağanüstü arttırdı.

Yani Türkiye önden sözleşmeye taraf oldu, ardından kömür üretimini katlayan politikaların önünü açtı. Bize ise daha fazla iklim değişikliği ve 301 işçinin canını kaybettiği Soma maden faciası kaldı.

KYOTO PROTOKOLÜ

Japonya'nın Kyoto kentinde düzenlenen 3. Taraflar Konferansı’nda (COP 3) bir araya gelen devletler 11 Aralık 1997’de dünya çapında sera gazlarının azaltılması için bağlayıcı hedefler içeren “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin Kyoto Protokolü"nü imzaladılar. Protokol Rusya’nın 18 Kasım 2004 tarihinde taraf olması ile 16 Şubat 2005 tarihinde fiilen yürürlüğe girdi.

Sözleşme, 5 Şubat 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edildi. Resmi başvurunun yapılarak taraf olması için 26 Ağustos 2009’u beklememiz gerekti. Yani Koyoto Protolü'nün karara bağlandığı zirveden tam 12 yıl sonra Türkiye taraf oldu.

Bu sefer sözleşmede yaptığını aynen uyguladı. Önden protokole taraf olan Türkiye arkasından iklimi değiştiren politikalara hız verdi. Nispet yaparcasına 2012 yılı “kömür yılı” ilan edildi. Mega ithal kömür santralleri, mega şehir hastaneleri, havaalanları ardı sıra geldi.

İktidar adeta her nabza göre şerbet verdi. Kendi programına iklim değiştiren yatırımları alırken topluma anlaşmasını bıraktı.

Şimdi ise durum hem farklı hem de çok benzer.

PARİS İKLİM ANLAŞMASI

İklim müzakerelerinde devletler o kadar ağırdan alıyorlardı ki, görüşmeler adeta ağır çekimde ilerliyordu. 1987 yılında karbondioksit yoğunluğu güvenli sınır olan milyonda 350 parçacığı geçti. Buna rağmen 1992’de çerçeve sözleşmesini, 1997’de protokolü konuşmak ne kadar büyük ayıp ise daha ayıbı Türkiye’nin ilkine 2004, ikincisine 2009’da taraf olması.

Asıl olması gereken atmosfere salınan sera gazlarını iddialı bir şekilde azaltacak, bağlayıcı, etkili ve herkesi kapsayacak yeni bir anlaşma idi. Böyle bir anlaşmanın 2009 yılında tamamlanması gerekiyordu. Devletler çıkartmadılar, engellediler. Onun yerine bağlayıcılığı pek olmayan, emisyonları azaltmayan, aksine arttıran, ciddiyeti oldukça düşük bir anlaşma, 2015 yılında Paris’te gerçekleşen 21'inci Taraflar Konferansı’nda çıktı. Evet, anlaşma başarılı olursa iklim bir tık daha yavaş değişecekti. Devletleri ortak bir zemine çekerek iyi bir başlangıç noktası olması şansı vardı. Tabii ki bir de kötü bir anlaşma bile anlaşma olmamasından iyidir diyebiliriz.

Paris İklim Anlaşması anlaşma olmamasından iyi ama çözüm olamıyor. Ülkeleri bağlamıyor, sınırlamıyor, sadece hizaya çekiyor. Bu mantıkla konuyu ertelemeye zaten yatkın iktidarların imdadına yetişti. Anlaşma öncesinde ülkelerden niyet beyanları (INDC) istendi. Ülkeler atmosfere salacakları emisyonları şişirdiler. En çok şişiren ülkelerden birisi de Türkiye idi. Anlaşmaya taraf olursa kendisini hiçbir şey bağlayamayacaktı. Kendi resmi belgelerindeki rüzgar, güneş hedeflerini bile aşağı çekti. 25 yılda iklime yaptığı kötülüğün çok daha fazlasını sonraki 15 yılda yapacağını beyana koyarak bunu “azaltım” diye sundu.

Çok basit bir örnek verecek olursak, Türkiye 1990 yılında iklimi değiştiren sera gazlarının üstüne 20 yılda 193,5 milyon ton eklemişti. Niyet beyanı ile verdiği hedefte emisyonlarını 2010 yılına göre azaltmak yerine, üstüne bir 517 milyon ton daha seragazı eklemeyi taahhüt etti. Böylece 1990’da 200 milyon ton mertebesinde olan salımlar 2030’da 929 milyon tona çıkacaktı. Yani 20 yılda ne kadar termik santrali, köprü yapmışsa, ne kadar asfalt- beton döktüyse, bunun neredeyse iki katını daha sonraki 20 yılda yapmayı politika olarak sundu.

Bu sefer önden anlaşmayı imzalayıp arkasından iklimi değiştiren projelere hız vermek yerine baştan “imzalarsam fazlası ile iklimi değiştirebileyim” diyerek önlemini aldı. Bu güvenle 2016 Nisan ayında gerçekleşen Paris Anlaşması’nın sembolik imza törenine katıldı. İmzayı atan bakanın tören dönüşü ilk durağı Sabancı’nın Adana’daki termik santralinin açılışı idi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı, Paris İklim Anlaşması'nı New York’taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda düzenlenen törende imzaladı.

.

İktidar Paris Anlaşması’nın bu yanını iyi okudu. Taraf olsa bile kendisinin kömür-petrol-gaz-asfalt-beton politikası engellenmeyecekti.

Şimdi 2004 ve 2009’daki durumun aynısı yaşanıyor. Salda Gölü’ne beton, Kaz Dağları gibi onlarca doğa parçasına altın madeni, ODTÜ Ormanı'na yurt ve daha çok kömür-petrol-gaz-asfalt-beton projesi var. Böylece 1990’da 45,9 milyon ton olan kömür üretimi 5,6 milyon ton olan kömür ithalatı 2017’de 71,7 milyon ton üretime ve 38,3 milyon ton ithalata yükselmişken 2030’da çok daha fazlasına çıkacak. Bu listeye petrolü, gazı ve bunların tüketimini arttıracak asfalt ve betonu da ekleyin.

Türkiye’nin iklim fonlarından yararlanması pahasına Paris İklim Anlaşması’nı savunmak büyük bir felaket. Hele iklimi değiştirme iddiası bu kadar yükselmişken taraf olması demek, ülkelere kötü örnek olması demek. Emin olun, çoğu siyasetçi sırf bu yüzden Türkiye’nin taraf olmasını istiyor.

Türkiye zaten baştan beri Paris Anlaşması’na taraf olmak istiyor, hazırlıklarını ona göre yapıyor. Evet taraf olacak, hem de çok yakında. Ancak iklimi değiştirmek için mi, yoksa bu değişikliği yavaşlatmak için mi taraf olacak? Onun cevabı ise bizde ve bizim doğru politikaları savunmamızda.


Önder Algedik Kimdir?

Proje yöneticisi, enerji ve iklim uzmanı. Çeşitli sektörlerde proje yöneticiliği yaptıktan sonra son yıllarda iklim değişikliği ve enerji alanında uzman olarak çalışmaktadır. İklim, Enerji, Çevre Sorunları Araştırma Derneği başkanı olup 350ankara.org iklim aktivist grubunun kurucularındandır. Raporlarına ve arşivine http://www.onderalgedik.com/ adresinden ulaşılabilir.