YAZARLAR

Kazı alanı olarak galeri: Anı(t)sal Tahribat

Hasan Pehlevan’ın PG Art Gallery’deki Anı(t)sal Tahribat sergisi insanlığın kültürel mirasını bir kazı alanı olarak önümüze koyuyor.

Kapitalizm ve mekan ilişkisi üzerine çalışan David Harvey sermayenin üretimle realizasyon arasındaki dolaşımında yer alan karşılıklı bağlantıya dikkat çeker. "Kent alanındaki mücadeleler değer üretimi ve realizasyonu için en az işyerindeki mücadeleler kadar önemlidir” diye ekler. Harvey birçok teoride katı bir şekilde birbirinden ayrı tutulan bu iki sınıf mücadelesi formunu çelişkili bir birlik olarak yorumlar. Dolayısıyla hangi semtte yaşadığımız, ne kadar kira ya da mortgage ödediğimiz ve bunlara yönelik mücadeleler sınıf mücadelelerin bir parçasına dönüşür.

İstanbul gibi ülkenin sermayesinin en yoğun olarak dolaşıma girdiği bir kentte de mekan politikaları mücadelenin en büyük parçasına dönüşür. Gezi Parkı eylemlerinden Gazi Mahallesi'ne, Fikirtepe’den Sur’a kentin sahipliğine yönelik mücadeleleri burada öne çıkan örneklerden sayabiliriz.

Hasan Pehlevan da uzun süredir kent mücadeleleri, kent yıkımları ve tahribatlar üzerine çalışıyor. 2017 yılında Kasa Galeri’de Deniz Aktaş ve İhsan Oturmak’la beraber açtığı İmkansız Uzam sergisinde ve PG Art Gallery’Deki Formicarum sergisinde kentsel yıkımların kültürle ilişkisini ve kentsel yıkımların kültürel yıkımlara dönüştüğünü ortaya koymuştu.

.

Pehlevan da Harvey’in üzerinde durduğu siyaset ve mekan ilişkisine değiniyor, siyasetin her zaman mekana ihtiyaç duyduğunu vurguluyor. Pehlevan, PG Art Gallery’de devam eden Anı(t)sal Tahribat sergisi yıkılan ya da yıkılmasına göz yumulan tarihi mekanlarını izini sürüyor. Göbeklitepe, Hasankeyf, Çatalhöyük, Sur gibi birçok mekan üzerine çalışan sanatçı hafızayı canlandırmak değil, hafıza mekanlarını göz önüne sermeye çalıştığını belirtiyor. 12 bin yıllık kültür mirası olan Hasankeyf’in 40 yıl içinde dönüşmesini, yıkılması nasıl anlatılabilir? Pehlevan bu sorularla yola çıkıyor.

Bu nedenle Pehlevan sergi mekanını iç mimar Enis Karavil’le birlikte bir kazı alanı olarak kurguluyor. Bu noktada sözü sanatçıya bırakıyorum: “Kazı alanı çok uzun süredir üzerinde durduğum bir konu. Farklı şehirlerdeki kazı alanlarını gezerek kaydını tutum. Bu kayıtlar doğal bir kazı alanın tahrip edilmesi üzerineydi. Doğalını ve anlamını kaybetmiş yapay bir duruma doğru ilerlediğini gördüm. Sergide ise kendi kazı alanımı oluşturdum. Yapay bir kazı alanı hiç var olmamış ve benim (insan) eliyle yaptığım bir kurgu. Kazı alanı düşünürken de Enis ile bu süreci ilerletmeye karar verdik. Bir mimarın ve sanatçının günümüz kodlarıyla bir kazı alanı nasıl oluşur sorusuyla başlayan bir inşaat süreci.”

.

Galeri zemininde yer alan kumlar ve tahtalar, galeri duvarlarından kazınıp çıkarılmış izlenimi veren formlar ve sütunlar üzerindeki deliklerden bakılınca görülen küçük yapılar… Pehlevan’ın sergisi ilk başta kamunun ziyaretine açılmış bir arkeolojik kazı alanı izlenimi veriyor. Ziyaretçilerin yürüyebileceği tahta yollar ve alanda yaratılan atmosfer yıkımın bir temsiline dönüşüyor. Ancak sanatçı aynı zamanda kendi üretimini de bu anıtsal belleğin içine yerleştiriyor. Pehlevan’ın formları, çizgileri ve renkleri insanlığın kültürel mirasının bir uzantısı haline geliyor.