YAZARLAR

Akademinin ilk dersi: Padişahım çok yaşa!

Her açılış töreni, aslında bir icazet törenidir. Adli yıl bakımından açılış töreni, ilkelerin tekrarlanması hukuksal sorunların gündeme getirilerek gerekli önlemlerin yasa koyuculara hatırlatılması gibi anlamlar taşır. Açılış hukuk ve adalete ilişkin değerlerin törensel biçimde tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Akademik açılış için de öyle.

Cumhurbaşkanı tarafından bizzat atanmış rektörlerin boy gösterdiği akademik açılış, adli yıl açılışındaki hareketliliğe benzemeyen bir sessizlikle gerçekleştirildi. Rektörler hallerinden memnundu. Fakültede öğrenciliğimden tanıdıklarımdan biri memnuniyeti yüzünden açıkça okunacak fotoğraflar paylaştı örneğin, açılış programını da onun paylaşımlarından gördüm. Müzikli, videolu, YÖK Başkanı’nın küçük puntolu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı’nın büyük puntolu konuşmaları… Siyasi tarih, Osmanlı diplomasi tarihi gibi dersleri hoş bir tonda okutan eski hocam yeni vakıf üniversitesi rektörünün mutlu pozlarını görünce kürsü hocamın sözleri tokat gibi yeniden çarptı yüzüme: Türkiye’de darbe olur, kimi hocalar kapının önüne konur, kimileri de lacivertleri çekip makam bekler.

Adli yıl açılışı ile akademik yıl açılışı arasında yaptığım karşılaştırmanın belli bir zemini var. İki meslek grubunun da temel niteliği cübbeli olmaları. Bu cübbeler, son zamanlarda çokça hatırlatıldığı gibi önlerinde iliklenecek düğme bulunmayan cübbeler. Anlamı basit, hakimlik mesleğinin temelinde olan hukuk ve adaletten başka hiçbir güce yaslanmamak, ondan talimat almamak; akademik mesleğin temelinde olan bilimsel araç ve yöntemlerle geliştirilmiş bilginin rehberliğinden, özgürce oluşturulmuş fikirlerin gücünden başka bir güç ile organik ilişki kurmamak. Anayasamızda yer alan hakimlik güvencelerinin ve akademik özgürlüğe, kurumsal özerkliğe ilişkin hükümlerin de kaynağında bu ilkeler var.

Somut güç ilişkileri bağlamında değerlendirdiğimizde bütün rektörlerin, birkaçı dışında yüksek hakimlerin Saray’da boy göstermesinin Türkiye’nin siyasi rejimi bakımından bir anlamı var elbette. Türkiye’nin yeni siyasal rejiminin merkezinde Saray var. Saray adının sembolik ve maddi bir anlamı var. Devlet teşkilatı, klasik Osmanlı hanedan düzeninde bir ilerleme olarak gördüğümüz danışma meclislerine yer verecek biçimde düzenlenmiş. Danışma ve politika kurulları var. Örneğin Orhan Gencebay’ın, Hülya Koçyiğit’in, Yiğit Bulut’un, Mehmet Uçum’un falan yer aldığı çeşitli kurullar bunlar. Saray yönetimi bunlara danışıyor. Parlamento’nun yasa yapma dahil bütün güçleri elinden alınacak biçimde kararların da burada alındığı biliniyor.

Kürsümüzde anlatılan derslerde, parlamentarizm ve başkanlık sistemi arasında ayrım yaparken öğrencilere bırakılan en kalıcı bilgilerden biri yabancı bir ülkede bildiğiniz isimlerden ve kurumlardan ülkenin sistemini çıkarabileceğinizdi. Örneğin Birleşik Krallık’ta başbakanı ve muhalefet liderini–tabii bir de parlamenter geleneğin ürünü olan Kraliçe’yi-; Fransa’da cumhurbaşkanını ve parlamento muhalefetini; Almanya’da başbakanı ve kimi eyaletlerin hangi partide olduğunu, Birleşik Devletler’de başkanı ve kongrenin eğilimini ve eyaletlerin seçim sonuçlarını bilirsiniz. Bu da bir ülkede yasama-yürütme dengesinin, merkez ve yerel ilişkisinin yani hükümet sisteminin ve güç dengelerinin nasıl kurulduğunu size gösterir. Türkiye’ye bu gözle bakan birinin aklı tamamen karışacak, güçler dengesinin nasıl kurulduğunu anlamak için başka bir yöntem deneyecek ve tabii ki onu da bulamayacaktır. Çünkü olmayan bir şeyi başka bir yerde, başka bir yöntemle aramak sonuç vermez. Şöyle bir düşünün, Türkiyeli olmayan biri ülkeye baktığında ilk Erdoğan’ı tanır. Sonra muhtemeldir ki cezaevinde rehin tutulan 2014’te Cumhurbaşkanı adayı olmuş Selahattin Demirtaş’ı. Ardından pasaportlarına el konmuş yurt dışına çıkma yasağı bulunan akademisyenlerin makalelerini, cezaevinde olan ya da işsiz kaldıkları için bloglarında ve nefes almayı sağlayan medya mecralarında mesleğini sürdürmeye çalışan gazetecilerin haberlerini okur. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin yenilendiğini Ekrem İmamoğlu’nun ikinci seçimi de kazandığını öğrenir. Seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atandığını, bu ihtimalin hep gündemde olduğunu öğrenir. Saray'a odaklanmayı denediğinde herhangi bir demokraside bulunması gereken kamusal tartışmalardan ziyade reverans ve ihale düzenekleriyle işleyen karar alma süreçlerini. Kısacası, Türkiyeli olmayan bir araştırmacı demokratik rejimler içinde Türkiye siyasi rejimini konumlandırmaya ilişkin araştırma sorusuna ilişkin temel bir hata yaptığını fark edip soruyu değiştirecektir.

Anayasal sistem bakımından olanı akademik alana taşırsak da benzer bir bakış sağlayacaktır. Her açılış töreni, aslında bir icazet törenidir. Adli yıl bakımından açılış töreni, ilkelerin tekrarlanması hukuksal sorunların gündeme getirilerek gerekli önlemlerin yasa koyuculara hatırlatılması gibi anlamlar taşır. Açılış hukuk ve adalete ilişkin değerlerin törensel biçimde tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Akademik açılış için de öyle. Bu nedenle örneğin geleneksel açılış dersleri, alanında önemsenen, bilimsel tecrübesi ve katkısı yüksek akademisyenler tarafından verilir. Öğrenciler ve daha genç akademisyenler için ilkeler törensel biçimde tekrarlanır. Bu ilkeler ise basittir. Akademi, kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlüğe ilişkin güvenceler sağlanmadan var olamaz. Bu basit ilke ortadan kalktığında tören ise yine bir törendir. Ortaçağ'ın serflik düzeninin kurucu sözleşmeleri biat törenleri ya da Osmanlı İmparatorluğu’nda padişaha ‘biat’ın belirtildiği ve bunun karşılığında biat edenlerin ödüllendirildiği törensel sözleşmeler gibi.

Türkiye’de Saray’da yapılan törenler rejim için çok önemli sembolik anlamlar taşımakta ve bu bilerek, olanı konsolide etmek için siyasetin sembolik düzeni içinden işletilmektedir. Sonuç alıcıdır, bu törenlere katılan rektörlerin emriyle örneğin üniversitelerde faaliyet gösteren öğrenci toplulukları dünya görüşlerine göre ayrılmakta, mesela Mülkiye’de dahi sosyalist düşünce topluluğu kapatılabilmektedir. Yeni öğrencisi olduğum DTCF’de fikri bir tartışma yapmak için okulun bir duvarına astığınız mühürsüz afişin cezası altı ay uzaklaştırma olabilmektedir. Mührün ise hangi fikirler için vurulabilir olduğunu tahmin etmek zor değil.

2012’de Recep Tayyip Erdoğan henüz başbakan iken Rektör Erkan İbiş’in daveti ile Ankara Üniversitesi’nde katıldığı, birçok öğrencinin darp edildiği ve soruşturmalara maruz kaldığı günden beri, bu cülus törenine karşı akademiyi savunmak Eğitim Sen tarafından her yıl düzenlenen, akademik ilkelerin hatırlatıldığı, tekrarlandığı ve savunulduğu açılış dersi, bu yıl da ekim ayında yapılacak. Akademik yılın açılışı için biraz daha bekleyeceğiz.

Bir kavrama atıfla, belki de Türkiye’de ikili bir akademi var. İyi ki de bunu sürdürenler hâlâ var.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.