YAZARLAR

Akıllı eşya ile yeni hayat / 2

Akıllı telefona ve ağa bağlı hayat için kimse bizi azıcık dahi zorlamadı. Aksine, koşa koşa, büyük heves ve keyifle girdik sanal âlem yollarına.

Tesla’nın elektrikli arabalarına fazladan şarj imkânı verip alabilmesi örneği ortaya koyuyor ki, “bilgisayarlı” hale gelecek veya bizzat bilgisayar özelliği kazanacak eşya ve araç-gerecin üreticisi-satıcısı ile bu araç-gereç arasındaki ilişki, sözkonusu aygıt kullanıcının mülkiyetine geçtikten sonra da sürecek. Ve bu, üreticinin bütün gücüyle sahipliğini sürdürebildiği satılmış mal üzerinde yeni sahibi olan kullanıcının en ufak yetkisinin bulunmadığı durumlara varabilecek. Sözkonusu yazıda ABD’nin ünlü traktör üreticisi John Deere ile ilgili bir örnek de yeralıyor. Firma, traktörlerin ufak tefek arızalarını çiftçilerin kendilerinin gidermelerini yazılım yoluyla önlüyor. Şirket adına birileri, müşterilerine aslında traktörü satmadıklarını, sadece yazılımı lisansladıklarını bile iddia etmiş.

Böyle bir âlemde, The Economist’e göre, mülkiyet, sahiplik, veri, gözetim-gözetleme, rekabet ve güvenlik gibi kavramlar hakkında “sonuca bağlanmamış tartışmalar”, sanal âlemden gerçek hayata taşacak. Kapitalizmi hayatın olağan hali sayıp veri aldığı için dergide böyle denmiyor, ama bildiğimiz tarzıyla kapitalizm yolun sonuna yaklaşıyor ve yeni kavramlara, yeni örgütlenme tarzına ihtiyacı olacak.

Bu gidişatın kapitalizm için yaratacağı sorun ve tartışmalar işin yalnız bir yanı. Öbür yanında, -ille arabalar, traktörler almamız gerekmiyor,- hepimizin, bir şekilde gözetim-denetim altında, bağımlı yaşayacağı bir hayatın temelleri yükseliyor. Evde yaşayanların işten geliş saatine ve dışarıdaki hava sıcaklığına göre uygun gördüğü anda devreye giren kombi, içine konanların üzerindeki çiplerle haberleşerek kullanacağı suyu, deterjanı, çalışacağı süreyi ayarlayan bulaşık makinesi, gün boyu kanaldan kanala geçerek kayıtlar yapmakla kalmayan, evsahiplerinin keyfine zevkine göre birşeyler arayıp bulabilen televizyon, hünerlerinden yukarıda bahsettiğimiz kapı zili gibi, hep, bizi biryerlerdeki birtakım komuta merkezlerine bağlayacak. Çünkü yaptıkları bütün işlemleri kaydedecek ve muhtemelen biryerlere iletecekler. En azından, “lüzumlu hallerde” iletebilecekler.

EV SİZİ İSTEMEYEBİLİR!

Kişisel verilerimizin kolaylıkla edinilmesi ve derlenmesi, sonra da bize birşeyler satmak veya birşeyler yaptırmak veya yaptırmamak için kullanılması, hayatımızın şartlarının biryerlerden belirlenmesine zemin hazırlıyor. Bedenimizin işlevlerini ölçüp biçen ve bir şekilde ağa bağlı olan her türlü tıbbî cihaz, kendini üretenlere -ve muhtemelen sonraki dönemde bizden büyük bedel isteyecek veya bizi reddedecek sigortacılara; hastalığımız yüzünden bizi işe almayacak insan kaynakları yetkililerine- bu bilgileri aktarabilecek, aktarabiliyor. Akıllı koltuklar, yataklar, oturup kalkmamıza, yatmamıza, uyumamıza dair veri toplayıp iletebiliyor. Bunlardan ne çıkacakmış, demeyin; yanlış kaynamış kemiğiniz yüzünden sağ yanınıza yatamadığınızı bilmek, size eziyet etmek isteyen birinin pekâlâ işine yarayabilir; üç yıl evvel bırakana kadar yirmi beş sene sigara içtiğinizi bilmek müstakbel evsahibinizi olumlu kararından caydırabilir. Ona bunu bizzat kiralanacak ev, derlediği bilgilere dayanarak bildirmiş olabilir.

Binaların, ağa bağlı çiplerle donatılmasına -muhtemelen bizim öngöremeyeceğimiz ölçüde- başlandığı biliniyor. Oturduğunuz binanın ne çok veri toplayıp iletebileceğini düşünebiliyor musunuz? Çipli giysilerin, şimdiden bilgisayarlanmış çamaşır makinelerine “kendilerine nasıl muamele etmeleri gerektiğini” anlatmaları, kimilerimizin pek hoşuna gidecek bir “pratik” buluş. (Parkelerin üzerine hunharca yapıştırılan “marley”ler de meşruiyet kaynağı olarak bu sıfattan yararlanmışlardı: “pratik”tiler!) Tıpkı içeride uyuyan bebeğin altını kirlettiğini anababaya bildiren akıllı bebek bezleri ya da marketten alınmış yiyeceğin pakedindeki barkodu okuyup, onu kaç derecede kaç dakikada pişirmesi gerektiğini bulan fırın gibi.

AKILLI BEBEK BEZİ İHBAR EDEBİLİR!

Lâkin aynı giysiler sadece çamaşır makineleriyle iletişim kurmakla yetinmeyecekler. Hangi yiyeceklerin ne zaman alınıp ne zaman yendiğine dair fırın kayıtları aracılığıyla edinilecek bilgi o evdeki gündelik yaşam çizelgesini çıkarmaya, evsahipleri hakkındaki “biyografik portre”yi tamamlamaya yardımcı olacak. Anababanın bebeğin bezini değiştirmeye hemen mi koştuğu yoksa dizinin bitmesini mi bekledikleri, ilk bakışta uzun boylu anlam taşıyan bir veri gibi gözükmeyebilir. Ya bambaşka sebeple bebeğin başına iş gelir de ihmalle suçlanıp yargılanacak olurlarsa? Kaydedilmiş ihmalkârlıkları, yargıcın gözündeki konumlarını etkilemez mi? Verilerimizin iletilmesi ve istiflenmesinden, dijital oldukları için kolayca tasnif edilebilmesinden endişelenmeliyiz. Çünkü sonuç olarak bunları bizim sahip olmadığımız güç ve imkânlara sahip birilerinin kullanacağını biliyoruz. Ve ne amaçla kullanacaklarını henüz bilmiyoruz. Kısmen kendileri de tam bilmiyorlar.

İki küçük düstur bu konuda düşünürken -veya, olması gerektiği gibi, kaygılanırken- bize yol gösterebilir: İlki, “bilgi iktidardır”; ikincisi, “sahnede göründüyse silah muhakkak patlar”.

BOL YEM

Dünyanın bütün istihbarat servisleri biraraya gelse o kadar sürede asla toplayamayacakları ölçekte bilgiyi “komik kedi videoları karşılığında” bile isteye sunduğumuzu söyleyen Yuval Harari’nin (Sapiens, Homo Deus, 21. Yüzyıl için 21 Ders) uyarısını hatırlatmak isterim. “Eşyanın global ağı” gibi isimlerle tarif edilen yeni internet aşamasında da şüphesiz insanların çoğunu cezbedip, her şeylerini şuursuzca ortaya dökmelerini sağlayacak bol bol yem olacaktır.

Sorun yalnız mutlak iktidarlarca sürekli gözetim altında tutulabilecek oluşumuz değil. Yani bu kadar dışsal değil. Olan biten her şey ve yaşayan her canlı, hattâ yaşamayan ama yaşıyormuş gibi sürekli veri üreten aygıtlar, araç-gereç, eşya hakkında mütemadiyen ölçülebilir, biriktirilebilir, hesaplanabilir, ayarlanabilir, düzenlenebilir verilerin toplandığı ve işleyişin bunlar üzerine kurulduğu bir dünyada, “hayat” dendiğinde anlaşılacak şey bugünküyle aynı mı olacak? “Kendi” “bireysel” hayatımız..?

Teknolojinin gide gide, görülmemiş bir zulüm düzeninin inşasına yaramasını istemiyorsak mücadele etmemiz gerekiyor. Akıllı telefonun onsuz edilmez hale geldiği ve insan davranışına ve ilişkilerine dair çok şeyi değiştirdiği, topluca her an aktif bir ağa bağlı olmaksızın yaşayamaz hale geldiğimiz süreçte anladık ki, bu mücadelenin öncelikli sahası gönüller ve zihinler dünyası olacak; yani maneviyat. Akıllı telefona ve ağa bağlı hayat için kimse bizi azıcık dahi zorlamadı. Aksine, koşa koşa, büyük heves ve keyifle girdik sanal âlem yollarına.

Adalet, özgürlük ve insan haysiyeti kavramları etrafında yeni bir gelecek hayali yaratabilmemiz ve bunu yeni totaliter kapitalizmin sunacaklarından daha câzip kılabilmemiz gerekiyor. Yoksa bu şişirilmiş kof “bireylik” halleriyle, örgütlenme fikrinden, ama daha çok duygusundan bu dehşetli kaçış güdüsüyle, çevremizi kuşatacak akıllı cihazlar ve bunlar aracılığıyla tâbi kılınacağımız ağlarla başa çıkabilmemiz mümkün değil.

- BİTTİ -