YAZARLAR

Hesap vakti: Sahipleri varlıklarını çağırıyor

Borca dayalı finansman modeli sürgit değildir ve ekonomik durgunluk dönemlerinde paranın sahipleri gür bir sesle haykırır: “Hesap bayım!” İşte Türkiye için de bu hesap dönemi açılmış bulunuyor…

Eğer bir ülkede borç sorunu ortaya çıkmış ve iktidar da bu borçları yeniden yapılandırmaya girişmişse, orada hesap kesilmiş ve aşağıdan yukarıya, içeriden dışarıya servet transferi başlamış demektir. Bir zamanlar IMF’ye eleştirisiyle ve Bill Clinton’ın ekonomi danışmanlığıyla popülerlik kazanan iktisatçı Joseph Stiglitz, bu durumu gayet güzel ifade ediyordu: “Ne tuhaf bir dünya. Yoksullar, zenginleri finanse ediyor!”

Türkiye de şu sıralar benzer yola girmiş görünüyor. Siyaseten de iktisadi olarak da borçla finanse edilen bir rejimin popülizm cephanesinde yeterli barut kalmadı. 8 ayda 104 milyar lira net borçlanma ile rekor kırmış devlet Hazine’si, 78.6 milyar lira bütçe açığı, üç çeyrektir küçülen bir ekonomide saltanatı eskisi gibi nasıl sürdürebilirsin ki? Batı’da eksi faizle dahi kredi piyasası canlandırılamamışken, üst üste ‘şok’ faiz indirimleri ile AKP iktidarının muradına ermesi mümkün mü?

Dün Gazete Duvar’da Ümit Akçay, iktidarın faiz indirimleri ile amaçladığı şeyin, Batı’daki resesyon alametlerini fırsata çevirip, sermaye hareketlerini yeniden Türkiye’ye çekebilme ihtimali olduğunu yazdı. 2010-2013 konjonktürü bir daha yakalanabilir mi, şimdilik bilmiyoruz. Ama iktidar zarını ısrarla buraya atıp duruyor.

Ne var ki, borca dayalı finansman modeli sürgit değildir ve ekonomik durgunluk dönemlerinde paranın sahipleri gür bir sesle haykırır: “Hesap bayım!”

***

Uzun süre iktidar tarafından da bankacılarca da reddedilen enerjideki batık sorunu patlak verdi. Türkiye Bankalar Birliği’nin açıklamasına göre, 47 milyar dolar borcun acilen 10-12 milyar doları yapılandırılacak. Dile kolay gelen bu batığın, o sektörün toplam borcunun yüzde 25’ine ulaştığına dikkat edelim. Ayrıca daha önce yapılandırılan Bereket Enerji, Boyabat Santrali vb. ile yapılan anlaşmaları hesaba katarsak, batık kredi miktarına 7-8 milyar dolar daha eklemek gerekiyor. Benzer tablo bir yıl önce inşaatta vardı ve oradaki karanlık giderek büyüyor. Seçkin bir liste dışında inşaatın toptan kurtarılması zaten mümkün görünmüyor.

Dönelim iktidarın iftiharı Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerine… İstanbul Havalimanı, Avrasya Tüneli Projesi, Üçüncü Boğaz Köprüsü, Kuzey Marmara Otoyolu, Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu, Çanakkale-Malkara Otoyolu ve Ankara-Niğde Otoyolu vs. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın yayımladığı 2018 Yılı Genel Faaliyet Raporu’na göre buradaki borç üstlenim taahhüdü 15.4 milyar dolar. Yani hemen her yerde karşımıza çıkan malum şirketlerin aldığı kredilerin 16 milyar dolara yakınına Hazine kefil oldu. Borç Üstlenim Anlaşması uyarınca herhangi bir şekilde şirketler borcunu ödeyemezse, proje de borç da devlete kalacak. Dolayısıyla şimdilik özel şirketlerin bilançosunda görünen bu borç, esasında devletin hanesine yazılıdır. İstanbul Havalimanı’nın yıllık 1 milyar Euro kirasını iki yıldır ödemeyen yandaş şirketlerin, kredi borcunu ödeyeceğini düşünen var mıdır?

Bir bilanço çıkartırsak, tablo özetle şöyle: Türkiye’nin toplam dış borcu 453 milyar dolar. Milli gelirin yüzde 61’i. Bu en ağır krizin yaşandığı 2001 yılına denk düzeyinde. Özel sektörün toplam dış borcu ise 300 milyar dolara ulaştı. Bankaları dışarıda bırakırsak reel sektörün dış borcu 180 milyar dolara yaklaşıyor. İç borç olarak görünen ve yerli bankalar ile kamu bankalarının bilançolarındaki borçları da pek ‘yerli’ görmemek lazım. Nihayetinde o da yabancı piyasalardan alınıp dağıtılmış bir kaynak.

Durum ortada, peki iktidar ne yapıyor? Hesabın ödenmesini kolaylaştırmak amacıyla hızla tedbirler almaya başlıyor.

Geçen yıl 15 Ağustos’ta çıkan ‘Finansal Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yönetmelik’in altı maddesinde değişiklik yapıldı ve dünkü Resmi Gazete’de yayımlandı. Söz konusu değişiklikleri basitçe anlatmaya çalışalım…

Öncelikle yönetmeliğin amacı tamamen değiştirildi. İlk hali şöyleydi: “Bu yönetmeliğin amacı; Türkiye’de faaliyette bulunan bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri ve finansman şirketleri ile kredi ilişkisinde bulunan borçluların bu kuruluşlar nezdindeki kredi borçlarına ilişkin olarak, çerçeve anlaşma ve sözleşmeleri kapsamında alınacak tedbirlerle, geri ödeme yükümlülüklerini yerine getirebilmelerine ve istihdama katkıda bulunmaya devam etmelerine imkân verilmesini sağlamaktır.”

Yeni hali ise şu: “Bu yönetmeliğin amacı… finansal yeniden yapılandırmalara esas Çerçeve Anlaşmaların hazırlanmasına ve uygulamaya konulmasına ilişkin usul ve esasları belirlemektir.”

Amaç kısmındaki sadeleştirme dikkati çekici. Bunun niye ve kimin için yapıldığını bir sonraki değişiklikte daha açık görüyoruz. Yönetmeliğin alacaklı kuruluşların kimler olduğunu tanımlayan kısmına, “…borçlulara doğrudan kredi kullandırmış olan yurt dışında kurulu bankalar ve finansal kuruluşlar, Türkiye’ye doğrudan yatırım yapan çok taraflı bankalar ve kuruluşlar, alacak tahsiline yönelik olarak bu alacaklılar tarafından kurulacak özel amaçlı şirketler…” bölümü eklendi.

Değişikliklerin can alıcı olanı ise 4. maddede yapılan. Eskisinde, “kapsama alınacak borçluların, yapılandırma sonucunda borçlarını geri ödeme kabiliyeti kazanacağının tespit edilmesi şartı” bulunuyordu. Ve “borçlarını geri ödeme kabiliyeti kazanamayacağına kanaat getirilenlerin, kapsama alınmayacağı” vurgulanıyordu. Burada yapılan değişiklik de şöyle: “Yapılandırma borçlunun makul bir süre içinde borçlarını geri ödeme kabiliyeti kazanabilmesi amacıyla yapılır.”

Anlaşılan hükümet bir yandan şartları esneterek yabancıların elini güçlendirirken, diğer yandan kurtarma paketinin içine mümkün olduğu kadar fazla şirketin girmesini sağlamaya çalışıyor.

***

1929 krizinde ABD Hazinesi’nin başında bulunan Andrew Mellon, “Kriz dönemlerinde varlıklar asıl sahiplerine geri döner” demişti. 2009 krizinden sonra uluslararası likidite denizinde coşkuyla yüzerek inşaatı, enerjiyi, tüketimi coşturan AKP iktidarı şimdi bu borçların ödenmesini sağlamak, alacaklılara güvence vermek zorunda. Aksi halde faiz üzerinden attığı zar tutsa dahi, yeni finansal kaynaklara erişimi o kadar da kolay olmayabilir. Elbette arada birkaç zenginin, bazı büyük şirketlerin kurban edilmesi normal, lakin istenen güvencenin adresi devletin bizatihi kendisidir. Yani o el, vatandaşın cebine girmeye mecburdur.

Ormanları, milli parkları mı satarsın, zam mı yağdırırsın, Varlık Fonu’na aldıklarını mı özelleştirirsin, Hazine üzerinden borçlanıp, bunu da kamu bankaları vasıtasıyla şirketlere mi transfer edersin, alıcıyı ilgilendirmez. Çünkü fareli köyün kavalcısı gibi, sahipleri de varlıklarını çağırıyor…