YAZARLAR

Saray'dan zuhur eden adalet

Hukukun üstünlüğünün yerine, herkese hakkı olanın verileceği, herkesin haddini bileceği bir adalet stratejisinin açılışını yaptık, stratejinin temelinde hadlerin çizecek ve kendisine had çizilemeyecek olan bir egemenin olduğu açık ve bu stratejide hukuk devletine elbette yer yok.

Adli yıl açılışı Yargıtay’ın daveti ile Saray’da gerçekleşti. Türkiye genelinde 52 baro adli yıl açılışının Saray’da yapılmasının yargı bağımsızlığını zedeleyeceği gerekçesiyle davete icabet etmedi. Elbette açılışta adaleti hukuktan üstün tuttuğunu belirten Erdoğan baro yönetimlerini tehdit ederek baro seçimlerine müdahale edeceğinin sinyalini de vermiş oldu. Böylece partisinin adında da yer alan adalet sağlanmış olacak. Evet Erdoğan’ın önceliğinin hukuk değil, partisinin adının başında yer alan adalet olduğu asıl vurgusuydu. Adalet, her şeyin yerli yerinde olması demek, intikam anlamında da çoğu zaman iş görür ya da Erdoğan’ın pratiği ile tanımlarsak herkesin haddini bilmesi. Haddi çizen kendisi olduğu için de elbette egemen olan kendisinden, herkese haddini bildirme yetkisini kendinde gören AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’ndan başka herkesin haddini bilmesi. Zira kendisinin haddi ancak zat-ı âlilerinin yüksek çıkarları tarafından belirleniyor, hukukun söylemsel düzeninin yerini adaletin söylemsel düzeninin almasının arka planında Saray stratejisi olduğu açık.

12 EYLÜL DARBECİLERİ YARGILANMIYOR, O DAVA DÜŞTÜ

Adli yıl açılışındaki konuşmaları izlediğimizde bu stratejinin Yargıtay Başkanı, Türkiye Barolar Birliği Başkanı ile AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarındaki yansımalarını görmek mümkün. Yargıtay Genel Başkanı’nın konuşmasının siyasi odağında kuvvetler ayrılığının Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi ile anlamını bulduğu vardı. Başkan yeni hükümet sistemi yoluyla yargının gücünün arttığını vurguladı. 12 Eylül Anayasası’nın birçok maddesinin değiştirildiği ve anayasayı topluma dayatanların yargılandığı bir dönemde yeni ve bütüncül bir anayasa beklentisinden bahsetti –Davanın düştüğünü, dolayısıyla yargılananların rütbeleri dahil tüm haklarının şahıslarında ve ailelerinde kaldığını, davanın darbenin tüm uygulayıcılarına genişletilmesi talebinin reddedildiği, Evren’in devlet mezarlığına gömüldüğü, Hulusi Akar’ın Genel Kurmay Başkanı’na vekaleten törene katıldığını unutmuş olmalı.-

Cirit, Avrupa Birliği İlerleme Raporu'nda Türkiye yargısına ilişkin eleştirileri de esefle kınadı, bunu bir müdahale olarak gördü. Fakat örneğin içinde konuşmasını gerçekleştirdiği Saray'ın bağımsız Türkiye yargısının kararlarına rağmen birinci derece sit alanı üzerine kurulduğundan bahsetmedi. Yargı kararlarını tanımadan yürütmenin yargı kararına aleyhine işlemlere devam etmesinden bahsetmedi. Cumhurbaşkanı ya da bakanların yargıyı harekete geçmeye çağırmasından, başbakanların kendini bir davanın savcısı olarak tanımlamasından, anayasayı tanımadığını ilan eden içişleri bakanlarından bahsetmedi. Danıştay’ın verdiği, Saray’ın yapımına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı’nı iptal eden karardan da bahsetmedi ama o Saray'da Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi sayesinde yargının nasıl da bağımsızlaştığını övdü. Allah Cumhurbaşkanının lütfunu eksiltmesin. Bir de söylemeden geçmemek lazım Yargı Etiği bildirgesi lütfen Avrupa Birliği tarafından ciddiye alınsın, Yargıtayımız hem de BM ile o kadar çalışıp bildirge çıkardı, az bir şey değil. Yargıçlarımız karar vermeye bile çekinse de kararların tarihleri hep bir şeylere denk gelse her siyasi davada Cumhurbaşkanının görüşlerini açıklamaları beklense de mecellenin 1792'nci maddesi ile başlayan bir etik bildirgemiz var.

BİREYSEL BAŞVURU USULÜ: USULÎ BİR TARTIŞMA MI?

Başkan Cirit bunların yanında Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin hukuk teorisi bakımından değil ama konjonktür bakımından ilginç birkaç cümle kurdu: “Bireysel başvuru ile temel insan hak ve özgürlüklerinin olay bazında belirlenmesi, ihlal edilen hakkın onarılması ve gerekli önlemlerin alınması için Anayasa Mahkemesi'ne verilen yetki, mahkeme kararlarına yönelik bir temyiz mekanizması değildir. Günümüzde toplumsal barışın korunması ve kişilerin hukuksal güvenliklerinin sağlanması da yargılamanın temel amaçları arasındadır. ‘Kesin hüküm’ müessesesi, bireysel başvuru karşısında önemini ve güncelliğini yitirmiş ya da modası geçmiş bir kavram değildir.”

YARGI REFORMU REJİM İÇİN Mİ, YURTTAŞ İÇİN Mİ?

'Görelim rejim neyler?', 'Yargı reformunu nasıl eyler?' soruları bakımından Cirit’in değil, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın konuşması daha önemliydi. Her zamanki hamaseti ve içindeki “saflığı” dışına vuran mimikleri ile ilgi çeken Feyzioğlu’nun yargı reformu ile ilgili söyledikleri sağ olsun beklentilerimizi boşa çıkarmadı: “Sayın Cumhurbaşkanım … 82 milyon vatandaşımızın kucaklaşacağı zemin, güven veren ve erişilebilir yargıdır. Milli birlik ve beraberlik, sadece ve sadece güvenilir bir yargı varsa mümkün olabilir. Her vatandaşımızın kendini Türk milletinin asli ferdi olarak bilmesi, hissetmesi ve bu hissi evlatlarına geçirmesi, güvenilir bir adalet hizmetiyle mümkün olacaktır. Bir anne ve baba, ülkesinin yargısına güven duyarsa, evlatlarının geleceğine güven duyar. Bu güven duygusu, millet olma bilincinin en etkili unsurudur.” Yargı reformunun, daha önce olan bütün değişiklikler gibi rejimin konjonktürel sorunlarını çözmeye ilişkin bir girişim olacağı müjdesini Feyzioğlu’nun hamaset mimik bütünlüğünden kavramış olduk.

Elbette ki Erdoğan’ın konuşmasıyla “adalet dairesi”ni tamamladı. Saray’da dini inancına göre adaletin ne olduğunu şöyle açıkladı: “İnancımıza göre insanın hayrı ve şerri, doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü seçme iradesine sahip bir varlık sıfatıyla diğer canlılardan ayrılması, adaletin de esasını oluşturur. Çünkü zulüm ve haksızlık ile adaletsizlik eş anlamlıdır. Şayet insan adalet yerine zulüm yolunu seçiyorsa, bunu kendi iradesiyle yapıyor demektir. Dolayısıyla, bu iradeyi kontrol altında tutacak zihni ve fiili bir düzene ihtiyaç vardır.” Evet yine hukuk değil adaletin ön plana alındığı esaslı bir söylemsel stratejiyi görmek burada mümkün. Elbette Saray’da AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın evinde yapılan adli yıl açılışında esaslı konuşmayı da Yargıtay Başkanı ya da Türkiye Barolar Birliği Başkanı’ndan beklemeyecektik.

Hukukun üstünlüğünün yerine, herkese hakkı olanın verileceği, herkesin haddini bileceği bir adalet stratejisinin açılışını yaptık, stratejinin temelinde hadlerin çizecek ve kendisine had çizilemeyecek olan bir egemenin olduğu açık ve bu stratejide hukuk devletine elbette yer yok.

Yargı reformunu heyecanla bekliyoruz efendim, sanırım açılış bunu yapmamızı istedi.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.