YAZARLAR

Pejmürde

“Kendi işini yap” çağrısında bulunuyor Soylu, İmamoğlu’na. “Çağrıda bulunmak” benim zoraki nezaketim tabii, basbayağı dayılandığını herkes görüyor. Dayılanmak, efelenmek çirkin olabilir ama suç değildir. Pekiyi, atanmış bir içişleri bakanının, hele yargısının durumu ortada olan bir ülkede, seçilmiş büyükşehir belediye başkanına babalanması, o ülkedeki rejim hakkında hangi izlenimi verir?

Sözcük Farsça kökenli. TDK şöyle veriyor bu sıfatın anlamlarını: 1.Eski püskü, yırtık: "Bütün kasaba ahalisi gibi bunun da üstü başı pejmürde idi." - Yakup Kadri Karaosmanoğlu 2.Dağınık, perişan. “Seni pejmürde ederiz.” Bu tümce ise TDK’dan değil. İçişleri Bakanı sıfatlı Süleyman Soylu’ya ait. Diyarbakır’ı ziyaret edip, kayyum tiyatrosuna karşı çıkması üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu açıktan ve doğrudan bu sözlerle  tehdit etti.

Soylu’nun resmi özgeçmişine İçişleri Bakanlığı resmi web sayfasından ulaşmak mümkün. Aslında özgeçmiş değil, “yok geçmiş” de denebilir. Benimle aynı yaşta, hatta birkaç ay daha genç nazar değmesin Sayın Bakan. Bugüne dek geldiği her makama atanarak getirilmiş. Ülkemizde seçim kanunu malum olduğu üzere, yerleştirildiği Trabzon ve İstanbul milletvekillikleri için de farklı iddiada bulunmak sanırım güç.

Soylu’nun saldırganlık telâşında belki siyasal İslâm’a sonradan iliştirilmenin izlerini görmek mümkün. Zira, resmi özgeçmişinde AKP öncesinde hangi siyasal partilerin kadrolarında görev yaptığı silik. Kasten silikleştirilmiş bir özgeçmiş önümüzdeki. O ismi belirsiz parti teşkilatlarında aldığı görevlere örnekse kimi aile büyüklerinin yol açmasıyla mı geldiği sorusuna da dolayısıyla yanıt alamıyoruz.

Dönüp, İstanbul’un nüfusunu esas alarak bir düz hesap karşılaştırma yapalım. Rusya dahil (ama nedense) Türkiye hariç 48 Avrupa ülkesinin listesine bakarsak, onuncu sıradan aşağıdaki 37 ülkenin nüfusları İstanbul’dan az. Ekrem İmamoğlu, sekizyüzbin oy fark atarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı 23 Haziran (tekrar) seçimlerini kazandı.

Soylu, Sayın İBB Başkanı İmamoğlu’nun Diyarbakır temaslarını aynı konuşmada “şaklabanlık” olarak niteledi. TDK’ya göre “şaklaban” isminin anlamı: “Basit şakalar yaparak herkesi güldüren, şakacı kimse.” Gerçek bir demokrasi şehidi olan merhum Tahir Elçi’nin aziz hatırasını da kabristan ziyaretiyle yad etti İmamoğlu. Muhterem eşi Türkân Elçi ise “yaşarken yüreğinin büyüklüğüyle herkesi kucaklayanlar, göçüp gittikten sonra da kabirlerinin bahçe kapısı daima herkese açıktır” yorumunu paylaştı. Asalet farkı mı demeli?

“Kendi işini yap” çağrısında bulunuyor Soylu, İmamoğlu’na. “Çağrıda bulunmak” benim zoraki nezaketim tabii, basbayağı dayılandığını herkes görüyor. Dayılanmak, efelenmek çirkin olabilir ama suç değildir. Pekiyi, atanmış bir içişleri bakanının, hele yargısının durumu ortada olan bir ülkede, seçilmiş büyükşehir belediye başkanına babalanması, o ülkedeki rejim hakkında hangi izlenimi verir? Diyeceksiniz ki, zaten Diyarbakır, Van, Mardin büyükşehir belediyelerine yargı kararı olmaksızın ve kanıt gösteremediği iddialarla kayyum atayan aynı bakan. Haklısınız.

İşini yapmaya gelirsek Sayın Bakan Soylu’ya sorulabilir: Tahir Elçi cinayetini aydınlattı mı? Ceylanpınar’da şehit edilen iki emniyet memurunun katillerini buldu mu? Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken vb. isimlerin hangi suçları sabit? Anayasamızın 34. Maddesi “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” hükmünü amil. Sözkonusu maddenin kullanılmasını sağlamak mı, önlemek midir İçişleri Bakanı’nın görevi?

Bugünlük kısa keseceğim. 52 baro ve 20 Yargıtay üyesi Beştepe’deki adli yıl açılışına katılmadı. Katılan TBB Başkanı Feyzioğlu ise “vatan mevzubahis ise gerisi teferruattır” incisini yineledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı oturumda “Anayasanın hükümleri gereğince Cumhurbaşkanı sadece yürütmenin değil devletin de başıdır. Cumhurbaşkanına verilen devletin başı misyonu kuvvetler ayrılığı için bir tehdit değildir.” buyurdu. Eh, İçişleri Bakanı da durur mu?

TDK, “pejmürde” gibi keza Farsça kökenli “kel” sıfatının anlamlarını ise şöyle veriyor: 1.Saçı dökülmüş olan (kimse): "Simitçi kumraldı, saçları dökülmüştü, evet basbayağı keldi adam." - Ahmet Ümit 2.Çıplak (doğa), yaprakları dökülmüş (bitki): "Yükselip alçalıyor, kel tepelerin etrafını dönüyordu." - Sait Faik Abasıyanık 3.Gelişmemiş, cılız (bitki): Kel bir ağaç. 4.İçinde az eşya bulunan.

“Fodul” ise Arapçadan gelmiş, yerleşmiş dilimize. TDK’ya göre: “Üstünlük taslayan, kibirlenen” anlamında bir sıfat. Hani “hem kel, hem fodul” derler, oradan çağrışım yapabilir. Dileyen okurlarım ise aciz amadenizin özgeçmişine her zamanki gibi bu yazının altında erişebilir, “Gözden Irakta” başlıklı kitabımı da isteyen İletişim Yayınları’ndan edinebilir. Ha, “buradan nasıl çıkılır?” diye soracak olursanız, belki son yazımda dile getirdiğim dilekçe hakkının etkin ve kitlesel kullanımı bir başlangıç oluşturabilir.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.