YAZARLAR

Barışa doğru, adım adım…

Barış, bütün zamanların en büyük temennisi. Savaşlar ortaya çıktığından beri böyle bu; insanlık tarihi kadar eski yani. Birileri savaş kararı alıyor, kalanlar barış bekliyor. Her şey, iktidardakilerin iki dudağının arasında…

Çocukluk kabuslarımdan biri, bir şarkı. Bir aslan ailesinin hikâyesini anlatıyor. Aile dediğime bakmayın, baba ile çocuktan ibaret. Korkutucu olan aslan değil, bizzat hikâyenin kendisi. Şarkı normal başlıyor: “Bir küçücük aslancık varmış / Çöllerde koşar oynarmış / Babası onu çok severmiş / ‘Sen benim canımsın’ dermiş.” Sonrasında ne oluyor, anlamıyoruz ama aslan babanın harbe gideceği tutuyor: “Aslan baba harbe gidince / Küçüğün rahatı bitmiş / Aslan baba harpte vurulmuş / Küçüğü çölden kovulmuş” Çocukken anlam veremezdim, şimdi de anlamıyorum. Babanın askerde vurulmasının ardından küçük neden çölden kovuluyor? Üstelik şarkının kimi versiyonları “Bu öykünün sonu pek hoştur / Söylemem boştur” diye bitiyor. Anlamadığım bir başka şey, öykünün sonunun neden “hoş” olduğu. Baba savaşa gidiyor, vuruluyor ve çocuk yaşadığı yerden kovuluyor. Hoşluk bunun neresinde?

Çocuklara savaşın kötülüğünü anlatıyor desem, olmuyor. Ortada bir öğüt yok. Belki, şarkıyı öğretip söylettikten sonra bir sorgulama faslı başlıyordur ama bunu da hatırlamıyorum hiç… Bir de avcıların anne ceylanı yavrusunun önünde öldürüşünü anlatan bir çocuk şarkısı var ama ona hiç girmeyeyim, travmaları ortaya çıkartmayayım. Bu bile yetiyor.

Şarkının öğüdü şu muhtemelen: Savaş kötü bir şey. Peki ya barış? Bir yanda kötü, diğer yanda iyi varken neden kötüyü seçiyoruz? Barış, bütün zamanların en büyük temennisi. Savaşlar ortaya çıktığından beri böyle bu; insanlık tarihi kadar eski yani. Birileri savaş kararı alıyor, kalanlar barış bekliyor. Her şey, iktidardakilerin iki dudağının arasında… Halkını, insanlığını düşünmeyen hırslılar savaşırken olan masum insanlara oluyor.

Fazla romantik bir giriş oldu, farkındayım ama hâl böyle. Bu, şarkılara da girmiş. Savaştan söz eden çok şarkı var. Neyse ki barıştan söz eden şarkı da çok. Savaştan söz edenlerin çoğu (başta mehter repertuvarı, savaşı iyi bir şey olarak anlatan ve insanları kışkırtan kimi marş ve ilahileri saymazsak) savaşın kötülüklerini anlatan şarkılar. Akla gelenleri art arda sıralasam, başka şeyden söz edemeden yazı biter. İyisi mi, birkaç örnek üzerinden ilerleyeyim…

İlki, bir Barış Manço şarkısı: 1989 yılında yayımlanan “Darısı Başınıza” başlıklı albümün ilk yüzünü kapatan “Günaydın Çocuklar”. Adından da anlaşılacağı üzere çocuklara sesleniyor, onlara dünyayı güzelleştiren renkleri anlatıyor ve bu renkleri yok etmek isteyenlerden söz ediyor. Nakaratı şöyle: “Oyun ister bazen büyükler / Tabancalar, kılıçlar, tüfekler / Zevk meselesi bu, karışılmaz // Tartışılmaz zevkler ve renkler / Sizin olsun bütün bu zevkler / Bırakın renkleri çocuklara” Sonrasında söz, “uzakta bir ülke”ye geliyor: “Uzakta bir ülkede / İnsanlar anlaşmış / Tam silahları bırakırken // İçlerinden ikisi / Hemen karşı çıkmış / Sonuçta onlar kazanmış // İkisinin de önünde birer düğme varmış / Biri yeşil, diğeri kırmızı / ‘Bir, iki, üç’ demişler / Basıvermişler // Ve sonunda dünya / Kapkaranlık olmuş / Tam istedikleri gibi…” Savaşın acımasızlığını bütün çıplaklığıyla ve en yalın şekilde anlatan şarkılardan biri bu. Aslan ailesinin yapamadığını, Barış Manço yapıyor.

Bir rivayete göre, adı Barış olan çocukların isim babası Barış Manço. Abisi Savaş, kardeşinin Türkiye’de Barış adını taşıyan ilk insan olduğunu söylüyor. Aynı ailede bir Savaş bir Barış olmasının getirdiği tuhaf tezat durumunu sorgulamayı bırakalım, Barış Manço (bir dönem söylediği kahramanlık türkülerini görmezden gelirsek) hep insanlara iyiyi, güzeli anlattı. İyi ki.

Barış, sadece savaşın karşı anlamlısı değil: Her tür çatışmanın bitişi, barış olarak adlandırılıyor. Müslüm Gürses’in “Barışmamız İmkânsız”ı bir aşk şarkısı. Sertab Erener’in yorumladığı “Gel Barışalım Artık” da öyle. Örnekler artırılabilir ama o bahse girmeyeyim, ilk anlamı üzerinden ilerleyeyim. Bu bahiste karşımıza çıkan çok şarkı var. Bulutsuzluk Özlemi’nin ilk albümünde yer alan “Kimse Barıştan Söz Etmiyor”, ‘80’li yılların karanlık ortamında insanları aydınlatan şarkılardan biri olarak tarihe geçti. O dönem Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Mozaik gibi topluluklar barıştan söz ediyordu. Barışla ilgili etkinliklere izin verilmeyen bir dönem bu. Barış Derneği’nin kapatıldığı, yöneticilerinin yargılandığı bir dönem aynı zamanda. Böylesi bir zamanda içinde adlı adınca barış kelimesini geçiren, ona övgü düzen şarkıları yapanları kutlamak, ellerinden öpmek gerekiyor. Barışın, barış isteğinin yargılanmasındaki tuhaflıktan yine söz etmiyorum. En az aslanlı şarkı kadar anlamadığım bir şey bu.

Bulutsuzluk Özlemi, kurulduğu günden beri susmayan topluluklardan. Tıpkı Grup Yorum gibi. Biri rock hattından ilerliyor, diğeri kendine özgü bir türü çoktan yarattı. Bugün başlarında pek çok dert var, üyeleri aranıyor, konserlerine izin verilmiyor ama Grup Yorum, bir şekilde yoluna devam ediyor.

Grup Yorum külliyatı, biraz da memleket tarihi. Burada karşımıza çıkan enteresan şarkılardan biri, “Eylül”. Cezaevine yapılan müdahaleleri anlatıyor. Şarkıyı söyleyenlerden biri, Bulutsuzluk Özlemi’in sesi Nejat Yavaşoğulları. Sanatçı, topluluğun 25'inci yıl konserine de katılmış, Gülten Akın şiirinden bestelenmiş “Büyü”yü seslendirmişti. Güzel güç birliklerinden biri bu. Neyse ki müzisyenler doğru zamanlarda yan yana gelip ses çıkarmayı biliyorlar. Bunu yapabildikleri sürece hayat çok daha güzel olacak. Barış hâlâ hayal belki ama onların sesine ses verdiğimiz sürece bu hayale doğru yürüyüşümüz sonlanmayacak. Mehter adımıyla, iki ileri bir geri yürüsek de, bu yürüyüş hâlâ en güzel yürüyüş. Hele ki bugün biraz daha anlamlı.

Barışa bu aralar çok ihtiyacımız var. Böylesi bir ortamda, Dünya Barış Günü’nü kutlamak ne derece doğru bilinmez ama ben kutlayayım. 1 Eylül, her yıl umutlarımızı yeniden tazelediğimiz tarih, yeni bir başlangıç. Kim bilir, belki bu kez olur?


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.