YAZARLAR

Bizim de kafamız karışık Woody!

“New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, Woody Allen’ın önceleri defalarca yaptığı bu kente dair güzellemelerden birisi. Yönetmen ne vakit bu kente dönse, sanki ev sahibi olarak maça çıkan bir takımın özgüveniyle hareket ediyor. Kentin mimarisine, dinamiklerine, kültürüne hâkimiyeti kendisini açıkça belli ediyor.

Sinema tarihinin önemli yönetmenlerinden Woody Allen yaklaşık on yıl boyunca Barselona, Roma, Londra, Paris dolaştıktan ve bu kentleri mesken edinen filmler çektikten sonra ABD’ye geri dönmüştü. Ancak dönüşü umduğu gibi olmadı büyük ihtimalle. Uzun yıllar birlikte yaşadığı Mia Farrow ile evlat edindikleri Dylan Farrow, 2014 yılında açık bir mektup yayınlayarak üvey babası tarafından çocukken tacize uğradığını ifade etti. Bu iddia çiftin ayrıldığı 1992 yılında gündeme gelmişse de mahkeme bu tür bir işlem yapmaya gerek görmemişti. Allen’ın daha sonradan evlendiği bir başka evlatlık kızı Soon-Yi Previn ise geçen yıl suskunluğunu bozarak iddiaların gerçeği yansıtmadığını söylemişti.

Amerika’da birçok şeyle birlikte Hollywood’un yapısını değiştirecek dinamikleri harekete geçiren “me too” hareketinin gücü ünlü yönetmeni de zor durumda bırakıyor. Woody Allen, sürekli olarak iddiaların asılsız olduğunu söyleyip dursa da hem oyunculardan hem de sektörden ağır darbeler alıyor. Geçmişte birlikte çalıştığı oyuncular “pişmanlıklarını” dile getirirken, stüdyolar anlaşmalarını iptal ediyor. Ancak bütün bu hengâme içinde Woody Allen film üretmeye devam ediyor. Kendi ülkesinde vizyona giremese de Türkiye’de bu hafta itibariyle salonlarda gösterilecek olan “New York’ta Yağmurlu Bir Gün” yönetmenin şimdilik son filmi olarak karşımızda.

New York’a yakın bir üniversitede öğrenci olan Ashleigh ve Gatsby çiftinin bir hafta sonuna götürüyor bizi yönetmen. Ashliegh, Arizonalı üst sınıf aileye mensup biraz şaşkın bir genç kadın. Gatsby ise New York’ta doğup büyümüş, baskın olan annesinin kanatları altında kendi kararlarını verememiş, ne istediğini, kim olduğunu tam olarak bilemeyen genç bir adam. Ashliegh’in okul gazetesi için ünlü bir yönetmenle röportaj yapacak olmasını fırsata çeviren çiftimiz, New York’ta romantik bir hafta sonu geçirmeye karar veriyorlar. Ancak Woody Allen filmlerinin alametifarikası olduğu üzere işler beklendiği gibi gitmiyor. Genç kadın, depresyonda bir sanat filmi yönetmeniyle başlayıp, eşiyle sorunları olan ünlü bir senaristle kesişen ve yakışıklı bir şöhret ile devam eden kontrol edemediği bir sürece savrulurken Gatsby bir yandan ilişkisinin dinamiklerini tartıp, diğer yandan kaçınamayacağı bir hesaplaşma için annesinin karşısına çıkmak zorunda kalıyor.

“New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, Woody Allen’ın önceleri defalarca yaptığı bu kente dair güzellemelerden birisi. Yönetmen ne vakit bu kente dönse, sanki ev sahibi olarak maça çıkan bir takımın özgüveniyle hareket ediyor. Kentin mimarisine, dinamiklerine, kültürüne hâkimiyeti kendisini açıkça belli ediyor. Son dönemdeki en komik işlerinden birisi olduğunu da ekleyelim. “New York’ta Yağmurlu Bir Gün” sanki yönetmenin “Bu çağda 20’li yaşlarının başında New York’ta yaşayan bir genç olsaydım” sorusuna yanıt arayışı gibi. Özellikle erkek karakterleri kendisi gibi düşünüp yazan Allen, burada da Gatsby’yi benzer bir biçimde tasarlıyor.

Öte yandan Ashliegh’in içine düşürüldüğü durum da birkaç sözü hak ediyor. Genç üniversite öğrencisi hayranı olduğu yönetmenin son filmi üzerine konuşmaya gittiğinde ondan ummadığı bir ilgi görüyor, ardından bir senarist ve bir oyuncu da benzer tavırlar sergiliyor. Filmin bu bölümü Woody Allen’ın sinema dünyasında her türden erkeğin ‘genç kadınlar’ konusundaki yaklaşımına dair bakış gibi. Gerçi Allen sinemasında orta yaşlı erkek- genç kadın ilişkisi sıkça görülen bir tema. Asıl soru, filmde belirsiz ve ucu açık olarak bırakılan bu sahnelerin bir eleştiri mi, yoksa “bu durum buraların normali aslında” demeye getirilen bir yorum mu? Söz sektöre gelmişken filmde rol alan oyuncuların bazılarının kazandıkları parayı taciz mağduru kadınlara bağışladıklarını ve yönetmenle bir daha çalışmayacaklarını belirttiklerini de ifade edelim. Ki film Timothée Chalamet, Elle Fanning, Selena Gomez, Jude Law ve Diego Luna ve Liev Schreiber’in varlığıyla ayrı bir değer kazanıyor. Ezcümle, Woody Allen yine kafası karışık karakterleri atıyor New York’un ortasına ve onları bir yerden başka bir yere sürükleyip duruyor. Ama işte bizim de kafamız karışık.

Dylan Farrow mektubuna “En sevdiğiniz Woody Allen filmi hangisi?” diye başlıyordu. Bu cevabı istenen bir soru değildi kuşkusuz. “Hâlâ izlemeye devam ediyor musunuz?” sorusunun başka bir versiyonuydu belki de? Sinemada, edebiyatta büyük eserler vermiş erkeklerin aynı zamanda büyük suçların da parçası olması ihtimalinin yarattığı soru ortada hâlâ duruyor: Peki bu insanların eserleriyle ilişkimiz devam edecek mi? Yoksa onları da mı görmezden gelmeliyiz? Bu soru birkaç yıldır yoğun biçimde tartışılıyor. Kendi adıma net bir cevap bulabilmiş olmayı çok isterdim ama yok. Bu sorunun bir cevabı var mı onu da bilmiyorum. Ama bu film bir başyapıt olsaydı bile artık “en sevdiğim Woody Allen filmi” olma şansı hiç yoktu. Bunu biliyorum!

NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN

ORİJİNAL ADI: A Rainy Day in New York

YÖNETMEN: Woody Allen

OYUNCULAR: Timothée Chalamet, Elle Fanning, Selena Gomez, Jude Law, Diego Luna, Liev Schreiber

YAPIM: 2018 ABD

SÜRE: 92 dk.