YAZARLAR

Üç beş ezber, bir de Kürtler...

AKP adına söz alan neredeyse herkesin giderek çıtası düşen ve çirkinleşen ezber bir söyleme ses verdiğini de belirtmek gerek. Sanırım kaçınılmaz bir şey bu. Zira bunca iftira, çarpıtma ve kasıtlı olarak yanlış bilgilendirme nezih bir dil ve retorikte tutunamaz. 

HDP’li üç büyükşehir belediye başkanlığının gasp edilişinin bugün dördüncü günü. Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanları görevden alındı ve yerlerine kayyım atandı. Başkanlar hakkındaki henüz sonuçlanmamış ve asgari bir adalet kaygısı çerçevesinde yargıya konu olduğunda takipsizlik ya da beraat kararlarıyla sonuçlanmaları muhtemel soruşturmalar bu görevden almaların gerekçesi olarak sunuldu. “Tertemiz” oylarımızı korumak maalesef Süleymanların eline kaldı...

Haber Türk’teki Türkiye’nin Nabzı adlı programda denk geldiğim Süleyman Soylu kayyım atamalarını şu sözlerle savunuyordu. “Belediyeler PKK’nın en önemli lojistik merkezidir. Diyorlar ki dağa git, adam öldür kardeşini belediyede işe alacağım. Daha kaç terörist dağa gidecek? Daha kaç 14 yaşındaki kıza tecavüz edilecek? Daha kaç şehit gelecek?” Bakan, kayyım atanan belediyelerden başlıyor, hoop uyuşturucu ticaretine, tecavüzlere, silah kaçakçılığına ve yolsuzluklara geçiyordu. Diğer şehirlerdeki birçok insanın kendilerini aradığını ve “Ne olur bizim oralara da aynı şeyi yapın” dediğini de sözlerine ekliyordu.

Düşünün ki dikkate değer biçimde yüksek oy oranlarıyla seçim kazanmış başkanlar üç buçuk ay önce mazbatalarını almış ve hepimizin tanık olduğu büyük sevinç gösterileri arasında görev başına geçmiş. Gelin görün ki her ne olduysa olmuş, onlara oy verenler bu kısa sürede bakanlığı ya da artık nereyi uygun görmüşlerse orayı yana yakıla arıyor ve “Ne olur kayyım atayın” diye yalvarıyormuş! Yavuz Doughnut’lar filan da benzer şeyler saçmalıyor ama onları bir yana bırakın. Buna inanmamızı bekleyen kişi maalesef bir bakan. “Maalesef Süleyman.” Bu kadar mesnetsiz, bu kadar asılsız, bu kadar trol ağızlı bir konuşma...  Muhteşem Süleyman değil tabii, ne yapsın elinden bu  kadarı geliyor.

İnsanın dinlerken gerçekten yüreği sıkışıyor. Programda yer alan gazeteciler Deniz Zeyrek de dahil, bozmuyor tabii. Hiçbir cevabın üzerine gidemiyor. Bir soruya alamadığı yanıttan dakikasında vazgeçiyor. “AKP’nin sizden önceki İçişleri Bakanları Efkan Ala, Muammer Güler niye kayyım atamıyordu, onlar terörle mücadele konusuna sizin kadar duyarlı değil miydi” minvalinde manalı bir soru sorar gibi yapan Nagehan Alçı’ya Bakan Bey “Bu biraz tahrik edici bir soru gibi geliyor” diyerek manasız bir cevap veriyor ve bu “tahrik” açıklaması nedense başta Bakanın kendisi tarafından çok komik bulunarak kahkahalar arasında soruyu da cevabı da unutturuyor.

DBP-HDP’li 105 belediyenin 95’ine kayyım atandığı Kasım 2016 sonrası dönemde o belediyelerde İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişleri günler ve aylar boyunca incelemeler yapmıştı. O incelemelerde yukarıda aktardığım türden mesnetsiz suçlamaları doğrulayan bir tek somut olay açığa çıkarılmış olsaydı maazallah 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde 7/24 sadece o olayın belgelerine maruz kalırdık. Oldu mu öyle bir şey?

Ama söz konusu HDP ve Kürtlerse, söz konusu toplumsal muhalefetse, AKP müfteriliği bakımından bilgi, belge ve kanıt gerekliliği sadece bir teferruattır. Kim soracak? Tümüyle bir ezber dünyası işte. Bir de ezbere dönüşsün diye uydurulmuş olaylar, kalorifer suyu kadar “saf iftiralar” var. Bunlardan birini Süleyman Soylu diline pelesenk etmiş, Google’da bir tarayın göreceksiniz. 2016 yılından bu yana döne döne anlatmaya doymuyor. O kadar tuhaf, o kadar basit bir hikaye, niye bu denli sardırmış bu hikayeye inanılır gibi değil. Neymiş efendim Ahmet Türk, “Ahmet yak şu sigaramı” diyerek odasına dalıveren 17 veya 18 yaşlarındaki bir PKK’lının önünde eğiliyor ve sigarasını yakıyormuş. Bu PKK’lının kim olduğunu Ahmet Türk’e soracakmışız. Soylu’nun yaşına yakın bir süreden bu yana haysiyetle, bilgelikle ve asaletle siyaset alanında yer alan, 1973 yılından bu yana aralıklarla altı dönem TBMM çatısı altında milletvekili olarak görev yapmış olan Ahmet Türk’ün herhangi bir yaştaki herhangi bir kişinin önünde eğilip büküleceğine inanmamızı istiyor...

Bir bakanın 73 yaşındaki itibarlı bir siyaset insanı hakkındaki bu asılsız olayı anlatıp durması için akli melekelerini yitirmiş olması gerekmiyor. Hayır. Daha evvel de defaatle söylediğim gibi kendisini dinlediğini ve inandığını düşündüğü kitlenin hiçbir akli melekesinin bulunmadığını düşünmesi ve onları bu derece aşağılaması gerekiyor.

Bu satırları yazmadan evvel başka bir mecradaki bir haber programında da Diyarbakır BB’nin seçilmiş başkanı Adnan Selçuk Mızraklı’ya denk gelip izlemiştim. Kayyım atamalarını değerlendiriyordu. Şahsen de tanıdığım değerli bir tıp adamı olan Mızraklı politik olarak yine çok iyi, ikna edici ve etkileyici bir değerlendirme yapmıştı. Sonra işte Haber Türk’teki programda Soylu’yu izledim. Bir HDP’li belediye başkanı ile bir AKP’li bakan arasındaki nitelik, entelektüel donanım ve retorik farkı ibretlik bir farktı...

Esas olarak AKP adına söz alan neredeyse herkesin giderek çıtası düşen ve çirkinleşen ezber bir söyleme ses verdiğini de bu noktada belirtmek gerek. Sanırım kaçınılmaz bir şey bu. Bunca yanlış bilgi, çarpıtma ve dezenformasyon nezih bir dil ve retorikte tutunamaz. Birkaç gün önce adli yıl açılışını protesto edenlere Akit yazarının söylediği çirkin sözleri hatırlayın. Türkiye’nin sayısı kırkı aşan barosunun üyelerine söylediği sözler işte burada. Bu seviye yoksunu, çirkin dili telin eden bir AKP’li gördünüz mü hiç? Sonuçta bir siyasi çizgi kendi adına söz alanların seviyesiyle de kaçınılmaz olarak nitelenir.

Bu dilin çirkinliği ayrı ve önemli bir şey ama bir de her kesimden insanı Kürtler söz konusu olduğunda adeta esir alan ve muhakemesine ket vuran bir ezbercilik var. O da apayrı bir dert. Bir iki örnek vermeye çalışayım.

7 Haziran 2015 seçimlerinin ertesi günü hayatımın neredeyse en neşeli sabahlarından birine uyanmış, sevinçten içim içime sığmaz bir biçimde güzelce hazırlanmış ve fakülteye gitmek üzere evden çıkmıştım. Dersim vardı. Sokağımıza en yakın duraktan da taksi çağırmıştım. Daha evvelce de defalarca rastladığım tanıdık şoförlerden biri gelmişti. Günaydın faslından sonra hemen lafa girerek, “Bizim duraktaki Kürtler bugün işe gelmedi hocam!” demişti. “Hayırdır” diyerek yüzüme bir soru işareti formu vermiştim. “Sevinçten bayram yapıyorlar, bugünü tatil ilan ettiler herhalde” diye cevaplamıştı. “Bizim durakta Kürt şoför çok mu ki” diye bir soru yönelterek bu konu üzerine bir yorum yapmaktan kaçınmıştım. “Var var, hiç yoksa en az beş altı Kürt vardır” demişti. Sonra da belki bir beş dakika kadar süren bir sessizlik olmuştu. “Bakma Hocam HDP’nin Güneydoğu’da oyları silmiş süpürmüş görünmesine. Bunlar sandığı seçim salonunun ortasına koyuyor, başına da silahlı iki adamı dikiyor, öyle bildiğin açık açık kullanıyor herkes oyunu. Gözü yiyen varsa mührü HDP’ye basmasın. Diyarbakır, Mardin... Oralarda seçim meçim yok hep böyle.”

Sakince dinlemeye çalışmış ama sakince konuşmayı beceremeyeceğimi bildiğimden ses etmemiştim. Şoför bu söylediği şeye kesinkes inanıyordu. “Peki Ankara’da Kürt şoförlerin HDP barajı geçti diye sevinçten bayram ettiğini düşünüyorsan, Kürt nüfusun yoğun olduğu illerde HDP’ye giden milyonlarca oyun kafalara dayanmış silahlar sayesinde alındığına niye inanıyorsun” diye soracak olsam, kendi mantığındaki bu azametli yarılmayla azıcık yüzleşir, ezberlerinde küçücük bir kırılma olur muydu bilmiyorum...

Bu ezberi her yerde görebilirsiniz. CHP seçmeni emekli bir öğretmen 24 Haziran seçimleri sonrasında, “Kürtler destekleyip oy vermese AKP kesinlikle kaybederdi” gibi bir şeyler söylemişti bana. Memleket genelinin AKP turuncusuna boyandığı haritayı ve bu haritanın doğu ve güneydoğu kısmında HDP’nin kazandığı kocaman mor bölgeyi göstermiştim. “Hangi Kürt oyları?” diye sormuştum. Yüzünden bir anlık bir şaşkınlık geçse de bu şaşkınlık hızla sabun üzerinden kayar gibi gözden yitmişti. Aynı cümleyi 31 Mart’ta da, 23 Haziran’da da tereddütsüz tekrar etmiş olduğundan pek şüphem yok. Çünkü “Kürtler” diye bir ezberi var. Yüzde 60, 70 değil. Yüzde 100 AKP karşıtı olması ve HDP’ye oy vermesi beklenen homojen bir blok tahayyül ediyor. Kırk farklı siyasete bölünmüş “Türkler”den farklı olmak zorundaki bir “kesim”. Kendisi de dahil muazzam bir nüfusun HDP’yi yok sayıyor olmasının da bu bağlamda bir önemi olmuyor.

Kısacası çok kişi ezber cenneti Türkiye’den konuşmanın keyfini sürüyor... Kürtler söz konusu oldu mu, birbirinden apayrı dünyalara ve sosyal konumlara sahip isimler yalan yanlış bilgiyi dolaşıma sokmakta bir an bile tereddüt göstermiyor. Oysa tereddüt etraflıca düşünebilmek ve ezbercilikten korunmak için önemli bir imkandır..

Biraz “tereddüt” lütfen...


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.