YAZARLAR

Bir kubbe bir minare

Cami geleneği bozuyorlar diye eleştirilen, gelenekle ilgileri yok diye başka türlü reddedilen camileri günümüz ekonomi-politiği içinden değerlendirmeliyiz. Aksi takdirde her söylenen eksik kalacaktır.

Türkiye’de cami mimarisi hakkında en çok konuşulan, bir türlü üzerinde uzlaşılamayan, toplumu yapay siyasi ve kültürel konumlar almaya zorlayan tek yapı türüdür. Bir tarafta caminin modern ve yenilikçi bir çerçevede ele alınmasını savunanlar, başka bir tarafta İslami/milliyetçi sosla ideolojik bir nesne olarak geleneksel camileri kopyalayan siyasi erk, diğer tarafta tüm bu tartışmalardan habersiz apartman tepelerine cami konduranlar.

Daha önce yazdığım “Kubbeye Tersine Çevirmek” başlıklı yazımda, “illa kubbe ve minare” ısrarının toplumsal hafıza ve bilinçdışımızda nerelere kadar uzandığını, modern camilerimize değinmeden ele almıştım. Bu yazıda ise cami mimarisinin bir gelenek değil modernite meselesi olarak ele alacak, konunun okumasını modern camilere ve serbest piyasa ekonomisinde caminin yerine dayanarak yapacağım.

Evet, mimarlarımızın altına imza attığı ama geleneksel bulunmadığı için önemsenmeyen, beğenilmediği için başka bir ülkede yapılan, yıkılması planlanan ya da doğrudan işverenin siparişi olan butik camilerimiz var. Bu camiler içerde görmezden gelinirlerken, uluslararası mimarlık camiasında hepsinin dünyaca ünlüler ve prestijli ödüllere sahipler.

Mesela diğer bir örnek Ankara Kocatepe Cami. Zamanında yarışmayla seçilen Vedat Dalokay’ın camisinden vazgeçildi ve yerine görmeye alışık olduğumuz camileri tekrarlayan bugünkü yapı inşa edildi. Daha sonra Dalokay’ın camisinin benzeri Faysal Cami İslamabad’da yapıldı. Ekleyeyim hemen uluslararası ödüller alan bu cami dünyaca bilinmekte.

Ankara Kocatepe ve İslamabad Faysal Camileri

Emre Arolat’ın Sancaklar Cami (2011) ise mimarlık alanının dışına çıktı, yerel basının dikkatini çekti ve çok eleştirildi. İslam kültür ve geleneğinden çok Paganizm, Hıristiyanlık, Masonluk, Yezidilik ve Modernizm gibi yabancı inanç ve kültürlerden esinlenmiş ögeler barındıran ‘yeni nesil cami’ olarak lanetlendi hatta FETÖ ile bile bağlantılı olduğu bile söylendi.

Sancaklar Cami

İçlerinden sadece Sancaklar Cami’ni gördüm. Bir gün öğrencilerimi bir otobüse doldurup gittik. Dua eden öğrencilerime “Cami diye mi dua ettiniz yoksa içinizden mi geldi?” diye sordum, içlerindenmiş. Antidepresan kullandığını bildiğim bir öğrencim “Huzur buldum” dedi. Bizi getiren şoför ise “Nasıl buldun?” soruma, cevabının sonuna “Yine de Allah’ın evidir hocam” ekleyerek bitirdi. Benim beğeni ve eleştirilerimin bu yazı çerçevesinde önemi yok, Sancaklar'ı ve diğerlerini başka bir çerçeveye oturtarak inceleyeceğim.

MODERN CAMİLERİN REDDİYESİ

Modern camiler ya din ve cami gibi arkaik / içselleştirilmiş anlamlar taşıyan ve bunu belirgin imgelerle (kubbe, minare gibi) gösterirken çeşitli metaforlar kullanan, mevcut imgeleri yeniden ve çağdaş biçimlerde üreten, soyutlayan ve sonuçta abartılı biçimlere ulaşan (Faysal Cami gibi) ya da konuyu ve dolayısıyla biçimleri azaltan, arındıran, ibadet etme eyleminin özüne inmeye çalışan ve bunu minimalist bir dille (Sancaklar Cami gibi) ifade edenler olarak basitçe ikiye ayrılıyorlar.

Modern camilerin reddiyesinin altında tüm özgünlüklerine ve belki tek tek beğeni almalarına rağmen toplamlarının toplum tarafından bir anlam ifade etmemesi.  Her biri farklı bir dile sahip. Cami ve minareleri soyutlayarak, bunu ne kadar başarılı yapsalar da,  aynı zamanda biçimlerini bozuyorlar, tanışıklığı yok ediyorlar. Oysa dinin insanları birleştirme, yan yana getirme, toplumu bütünleştirme iddiası her yerde ilk bakışta tanıdık imgeleri gerektiriyor. Bu modern bir icat olan geleneğin, modernlik karşısında korkusuyla ilgili bir durum.

MODERN BİR İCAT OLARAK GELENEK

Modernlik öncesinin dünyasında yaşayan kendisini geleneksel olarak tarif etmez, toplum tarafından hazır verili kurallar ile yaşar giderdi. Hayatın olağan akışı bu şekilde idi. Yaşamını karşılaştırabileceği başka bir gerçeklik yoktu. Modernlik ise varlığını gelenek karşıtlığı üzerine kurmuş, geleneği icat etmiştir. Bugün geleneksel olarak adlandırdığımız her şey aslında modernliğin aşındırıcı gücüne karşı bir reflekstir.

Hal böyle olunca özgünlük değersiz bulunuyor ve geleneği çağrıştıran her şey ise anlamlı olarak kabul görüyor. Modernlik ile gelenek çatışmasının en temel sorunu bu. Bunu anlamadan reddiyeyi kavramsallaştırmak mümkün değil.

MİMARLIK DİL GİBİ TOPLUMA İÇKİNDİR

Osmanlı cami mimarisi bir geleneğin ürünüdür. Dil gibi toplumuna içkindir, onun ayrılmaz bir parçasıdır, arada dolayım yoktur. Yüzyıllar boyunca yavaş yavaş, damıtılarak evrilmiştir. Grameri (sentaks) ve semantik yapısı (anlam ilişkileri) geleneğin dünyasında evrilerek ortaya çıkmıştır. Bütünü var eden biçimlerin bir araya gelişleri, birbirlerine eklemlenme şekilleri, oranları hatta bütünün kent ile kurduğu ilişki üzerindeki uzlaşı tamdır.  Başka türlüsünün yapılabileceği düşünülemez. Dönemin mimarları ya da yapı ustaları içine doğdukları dünyayı, en fazla küçük eklemeler ile yeniden üreten aktarıcılarıydılar. Bugün bu sayede izi sürülebilen 624 yıllık bütüncül ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu döneme ait 200 yıllık cami geleneğinden bahsedebiliyoruz.

Modern dünyada böylesine bir dil birliğinin olmadığı ortada. Elimizde referans alabileceğimiz sabit bir gerçek yok. Gerçek, üretilen, tüketilen ve bir süre sonra yerini başka gerçeklere bırakan nitelikte. Bu nedenle ya referansını değişken gerçeklikten olan bireysel dilinizi yaratmanız gerekiyor ya da ismi olan ama koşulları artık olmayan bir geleneğe referans vererek taklit ve biraz yavan eserler ortaya koyuyorsunuz. Yani bütün yollar beyhude, boşa çaba.. Eskinin toplum nezdinde kabul görmüş bütüncül dilini bugün yakalamak artık mümkün değil.

Bu nedenle Edirne’deki Selimiye Cami’nin neredeyse birebir kopyası olan Ataşehir Selimiye Cami, gökdelenlerin arasında yalnız ve biraz tedirgin durmakta. Büyük Çamlıca Cami ise Osmanlı cami geleneğinden bir kopuş. Klasik cami geleneğinin biçim ve oranları yerine tuhaf ve anlaşılmaz göndermelerle biçimleniyor. Caminin ana kubbesi 72 metre (İstanbul’da yaşayan 72 millet) yüksekliğinde, kubbesi 34 metre (İstanbul’un plaka numarası), altı minaresinden dördü 107,1 metre (1071 Malazgirt Zaferi). Bir açıdan gayet çağdaş ve modernler. Bugünün gelenek ile modernlik çatışmasının ürünüler. İdeolojik birer nesneler. Şimdiye aitler.

.

Aynı şekilde anonim apartman camileri de çağdaş ve modern olarak değerlendirmeli. Hepsi modernliğin geleneği deforme etmesinin ürünüler. Nasıl en kadim mekan olan ev (Ev nasıl bir nesnedir? yazımı buraya bırakıyorum) bugün piyasa koşulları içinde üç oda bir salona indirgenmiş ise cami de en az ”bir kubbe bir minare”  söyleminin içine sıkışmıştır.

Kadim geleneğin boşluğunda bir icat olarak geleneğin camilerinin bir apartmanın tepesine kondurulmasında hiçbir sakınca yoktur. Kubbe ve minare fetişleşir. Ve nesneler fetişlektikçe aralarındaki bağlar çözülür, bağlamları dışı her yere dağılabilirler. Minarenin kubbeden kopması ve bir köprünün ihtişamlı ayakları olabilmesi ya da basit bir çeşmenin iki yanında güdükleşmesinin sorun olmaması bundandır.

.

CAMİNİN EKONOMİ POLİTİĞİ

Geleneğin karşıtı olan modern camiler ya da ideolojik aygıtlara dönüşen tekrar camilere bakarak bugünü anlamlandırmak zor. Doğru adres yine toplumun ürettiği camiler.

Kapitalizm sonrası neo-liberal politikaların hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Hele Türkiye 1980 sonrası kendisini bu yeni piyasa ekonomisine çok savunmasız bıraktı. Emek gücünün değersizleşmesi, gelir dağılımında sürekli artan eşitsizlik toplumu el yordamı ile yeni çareler üretmeye zorluyor.

Sınıf bilinci yerine dinin tarif ettiği dayanışma ve yardımlaşma kültürünün yaygınlaşmasına şaşmamalı. Bu kültürün merkezinde, insanları birleştiren bir mekan olarak camiler bulunuyor. Hızla ve anlık çözümlerle üretilen camiler toplumsal dayanışmanın araçları oldular. Kubbe ve minare ile birer işaret olmaları yeterli. Önemli olan hızlı ve anlık çözümlerle maliyetlerinin düşük olması.

Günümüz camileri esnek birikim modeline (post-fordizm) uygun olarak kişiye ve yere özel olarak üretilmekteler. Düşük maliyetli katalog camiler inşaat sektörüne yeni bir kapı açıyorlar. Üstelik özel kirlenmez halılar, cep telefonu engelleyiciler, yeni aydınlatmalar vb. ile  yeni bir sektör de ortaya çıktı. Artık camilere bu donatıları satan firmalar için fuarlar bile düzenleniyor.

Cami geleneği bozuyorlar diye eleştirilen, gelenekle ilgileri yok diye başka türlü reddedilen camileri günümüz ekonomi-politiği içinden değerlendirmeliyiz. Aksi takdirde her söylenen eksik kalacaktır.

SON SÖZ

Burada kısaca üç alt başlık altında değerlendirdiğim konuların her biri aslında ayrı birer yazı konusu. Çok daha derinleştirilmeleri gerekli. Farkındaysanız bir çözüm önermiyorum, derdim mevcut eleştirileri derinleştirebilmek. Eleştiriler derinleşsin ve zenginleşsin ki, cami kültürümüz de zenginleşsin. Yoksa bir yandan neo-liberalizmin parlak yüzeyli, ışıltılı gökdelenlerini dikerken bir yandan vasat altı camilere mahkum kalmaya devam edeceğiz.


Hakkı Yırtıcı Kimdir?

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu olan Hakkı Yırtıcı, yüksek lisans ve doktora eğitimini de aynı üniversitede tamamladı. Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi isimli kitabı, 2005 yılında Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basıldı. İktidar, mekan, dil ve psikanaliz alanlarına yoğunlaşan Yırtıcı; iktidar ve mekanın yeniden üretimi, modernleşme ve gündelik hayat pratikleri, sinema ve mekan analizi ve kent modernleşme tarihi üzerine dersler vermektedir.