YAZARLAR

Bir 2023 fantezisi...

Hamsi kavağa çıksa, yarın anamuhalefet iktidara gelse, HDP iktidar ortağı olsa; ne Kıbrıs, ne Irak ne artık Suriye’den, TSK’nin değil tamamen, belirli bölgelerden dahi, en azından aşamalı biçimde çekilmesi yahut oralardaki askeri ayakizini bir ölçüde küçültmesi teklif dahi edilmesi mümkün olamayacak politikalardan, öyle mi?

Klasik müzikte “fantezi” özgür biçimde bestelenen ve çoğunlukla doğaçlamayı andıran yaklaşımla girizgâh babında bestelenen parçaları tanımlıyor-muş*. Ben de bayram tatili bağlamında bu defalık köşemi bir fanteziye ayırmak istedim. Kemerleri bağladıysanız, birlikte uçuşa geçelim. (Beğenmeyen başlığı, “aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş” diye düzeltebilir de.)

Uzay gemimizin seyir defterinde yıldız tarihi 2023 yahut 2053 olmadı 2071. Şeytanın bacağını ite dürte de olsa sonunda kıran CHP iktidar koltuğunun tek kolçağına sıkıca yapışmıştır. Arada “tadilat değil yeni anayasa olmadan olmaz” stratejisi de tuttuğu için, oldukça parlamenter zayıflatılmış yarı-başkanlık gibi bir rejime dönülmüştür. İYİP’in sandalye sayısı, CHP’ye TBMM’de rahat çoğunluk ve hükümet etme olanağı vermediği için, gözler isteksizce ama zoraki HDP’ye çevrilir.

Kurulacak hükümette CHP, belki haklı olarak, ekonomi, eğitim ve adalet dosyalarını bırakmak istememektedir. İYİP, milli savunma ve içişleri yönetimine adeta doğal yoldan taliptir. Sağlık ve çalışma-sosyal güvenlik henüz ortada çekişme konusu olarak kalmış gibidir. Dolayısıyla, HDP’ye hem etliye, sütlüye bulaşmayacak, hem ülkeyi yeniden yüz dönülecek AB’ye “şirin gösterecek” dışişleri ile kültür ve spor dosyaları önerilir.

Yeni anayasanın çoğulcu, katılımcı ve yerinden yönetime ilişkin bölümleri belirli düzeyde partiyi tatmin olmuş olsa da, “tece” yönetimine ortak olmak konusunda HDP’de sert bir iç tartışma yaşanır. İlginç biçimde, görmüş geçirmiş Kürt siyasetçilerden çok, sol-sosyalist bileşenlerden güçlü itirazlar yükselir. Bir son dakika idari/hukuki ayakoyunuyla Demirtaş cezaevinden çıkmış ancak seçime girememiştir. O, ağırlığını hükümet ortağı olmaktan yana koyar, sorun böylece aşılır.

Yalnızca sorun Dışişleri Bakanı’nın MGK (ve YAŞ) toplantılarına katılıyor olmasıdır. Hükümet ortağı partilerin genel başkanlarının, başbakan yardımcısı olmaları kararlaştırılır. CHP bu yolla, müesses nizam karşısında meşruiyet ve muhalefet zeminini genişletir. Ayrıca, malum mahfillerin, Suriye, Irak, Kıbrıs gibi “kanlı” dosyaların MGK dışında daha daraltılmış bir tür “savaş kabinesi” içinde ele alınması direnişi de böylece aşılmış gözükür.

Yeni dönemin ilk MGK toplantısında, Genelkurmay Başkanı’nın sunumu yerleşik teamülün dışında kimi katılımcıların söze girmesiyle biraz gerginleşen bir ortamda yarım kalır. CHP’li başbakan toplantıya ara verir, iki başbakan yardımcısıyla birlikte Genelkurmay Başkanı’nı çalışma odasına davet eder. Çay, kahve, maden suyu ikramının ardından sunum orada devam eder. Ancak, CHP’li başbakan ve İYİP’li başbakan yardımcısının tarafı olduğu, Genelkurmay Başkanı’nın ise henüz bilemediği bir uzlaşı vardır.

HDP’yi hükümete katılmaya razı etmek adına varılan söz konusu uzlaşı uyarınca, TSK’nin Suriye’nin tamamından anayasal çözüme yönelik belirli siyasal koşullar yerine geldiğinde orta vadede, Afrin’den ise ilk yüz günlük icraat taahhütleri kapsamında tek yanlı çekileceği kamuoyuna duyurulacaktır. Esasen, koalisyon ortağı üç genel başkan MGK’de belirecek olası gerilimi öngördükleri cihetle, uzlaşı zemininde meselenin yürütülmesi konusunda CHP’li başbakanı, deyim yerindeyse, vekil tayin etmişlerdir.

Genelkurmay Başkanı’nın haritalar eşliğindeki bir saate yakın süren ancak doğru bellenmiş kimi varsayımların ötesinde dişe dokunur somut ayrıntıları paylaşmak konusunda oldukça tutumlu davranan Suriye sunumunu sonuna dek kesmeden izleyen başbakan, diğerlerinin söz alma girişimlerini de sağ elini kaldırarak kesmiştir. Sunumun ardından odaya sessizlik egemen olur. CHP’li başbakan önce HDP’li sonra İYİP’li yardımcılarına bakar, hafifçe öksürüp boğazını temizler, koltuğunda sırtını dikleştirir, iki elinin işaret parmaklarını birleştirir.

Gözlerini Genelkurmay Başkanı’nın gözlerine değil ama kravatının düğümüne dikerek “Sayın Genelkurmay Başkanım, en fazla üç ay içinde tamamlanacak biçimde ordumuzun Afrin’den tümüyle çekilmesi planlarının bir hafta içinde hazırlanarak başbakanlığa sunulmasını rica ederim” der. Dilerseniz filmin gösterimini burada durdurup, salonun ışıklarını yakalım ve birlikte tartışalım: Sizce bu filmin devamı nasıl gelişir?

Öyle ya, anlattığım öyküde, tüm demokrat kesimlerin yakındığı yahut yakınır gibi yaptığı “vesayet” rejimini önceki AKP hükümetleri uzun mücadelelerle çoktan bitirmiştir. Yetmez, yeni anayasa içeride çoğulcu, katılımcı, yerinden yönetimci idare reformlarının kapısını da aralamıştır. İşbaşına gelmiş koalisyon hükümetinin dış haydi dış demeyelim de, yakın çevre politikalarında da ulusal güvenliği kendince sağlamak adına uygun gördüğü adımları atmasına olanak tanınması gerekir.

“Ya bırak, olmaz…” dediğinizi duyar gibiyim. Neden? Hamsi kavağa çıksa, yarın anamuhalefet iktidara gelse, HDP iktidar ortağı olsa; ne Kıbrıs, ne Irak ne artık Suriye’den, TSK’nin değil tamamen, belirli bölgelerden dahi, en azından aşamalı biçimde çekilmesi yahut oralardaki askeri ayakizini bir ölçüde küçültmesi teklif dahi edilmesi mümkün olamayacak politikalardan, öyle mi? E, o zaman, göğüs şişirip, ciddi çehreler takınarak, neredeyse kendi kuvvet komutanını küçümseyip, hor görüp, kenara ittiğini göstermek istercesine, bastırılamayan eziklik, yetersizlik kompleksini, bir türlü sonu gelmeyen çakma mağduriyetini dışarı vurarak verilen o yapmacık pozlar ne için?

Yineleyelim: Ulusal güvenliğin sağlanması her devletin başat görevlerindendir. Ancak, ulusal güvenliğin sağlanması yalnızca askeri yöntemlerle yerine getirilebilecek bir görev değildir. Ulusal güvenlik önceliklerinin belirlenmesi de askerin yahut kamuya hesap vermeyen bir liderin yahut hükümetin kapalı kapı arkasındaki ayrıcalığı olamaz. Ulusal güvenlik öncelikleri ve ittifaklar da, zamana ve yerine göre değişebilir. Buna karşılık, Türkiye gibi köklü devlet geleneği olan bir bölgesel gücün dış politikası ve ittifakları rüzgârgülü gibi gün günden değişmez.

Son olarak, taktik veya taktikler toplamı, strateji demek değildir. Kurnazlık ile aklın aynı şey olmadığı gibi. Tarih yapan liderlik vizyon gerektirir, hinlik değil. Hinlik günü kurtarır, vizyon geleceği. Ulus ortak anlatı üzerinde yüz yıldır uzlaşamadıysa, gelecek tasarımında ortaklaşması olanaksızdır. Popülizm nasıl çiğ bir ırkçılığın üzerindeki yarı saydam örtü ise, apolitiklik de düşünmeyi reddetmek, sorunlara çözüm bulmak yerine, durmaksızın çözümleri ertelemek demektir. Hiçbirine ikna olmadıysanız şu kadarı ilginizi çekebilir: Barış savaştan, diplomasi askerlikten düşük maliyetlidir.

*Engin (!) klasik müzik bilgim düzenli biçimde TRT 3 Radyo dinlememe dayanıyor :)


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.