YAZARLAR

Bir afiyet, bir nasip işi: Uyku

Bu sadece bana ait bir şey olsa, bu dertten tek başıma mustarip olsam bu yazıyı yazmayacaktım. Ama kısık sesle bir şey iddia etmek isterim; benim yaş grubumda, arkadaş çevremde neredeyse herkesin sorunu bu. Kimse uzun uyuyamıyor, kimse mantıklı saatlerde uyanamıyor, kimse kesintisiz dalamıyor, kimse ferah rüya görmüyor.

Yıllar evvel, memleketin güneyinde bir kentteyiz. Her şey ayağımızın elimizin altında adeta, hiçbir şey zor değil. Küçük şeyler zor; hangimiz ekmek alacağız şimdi o kadar yol gidip? Komşular o kadar iyiler, o kadar yardımseverler ki inanamıyor insan, hadisenin altında bir bit yeniği, bir alicengiz oyunu, bir ifrit arıyor. Ama değil, gerçekten iyiler, gerçekten yedikleri yemeği paylaşmayınca içleri rahat etmeyen insanlar bunlar. İşte o ev, dört apartmanın ortaklaşa baktığı bir bahçeyi görüyordu. Ve o bahçede duyduğum bir türkü kırıntısı, bir türkünün belki de yanlış hatırladığım bir kısmı yıllarca yaşadı benimle. Orijinaline, derleyenine, icracısına hiç bakmadım: “Dedim yiğit uykun afiyet olsun”. Evet, uyku bence de afiyet işi.

Yıllar oldu demeliyim bunun için de, Twitter derler o mecrayı kullanırken iki şeyi çok sık yazardım. Biri, hayatta belki en çok etkilendiğim söz dizilerinden biri olan o cümle. “La feta illâ Ali, la seyfe illâ Zülfikâr”. İkincisi de uykusuz gecelerin bir yerinde sık sık söylediğim “Uyku nasip işi” cümlesi. Birinden mi duydum, duyduklarımı birbirine mi çarptırdım, kendim mi söyledim ve kendime tekrar ettim bilmiyorum. Yıllardır söylüyorum bunu da. Evet, uyku nasip işi.

İşin psikolojik, psikiyatrik boyutlarına dair bilimsel çok şey yazıldı. Bizzat tıbbın konusu olduğu da malum. “Insomnia” artık bir gerçek ve bu gerçeğe dair epey metin yazıldı, filmler çekildi, oyunlar oynandı. “Kaliteli uyku” denen şeyin saatleri, güneşin batışı ve doğuşu arasında icra edilmesi gerektiği, uyarıcıların işlevi, rüya zamanı… bütün bunlarla alakalı devasa bir literatür var. Derdim, literatüre bakıp bir toplam yapmak değil. Bunlara değinmeden geçmek istemedim. Çünkü, uyku hem afiyet hem nasip işi.

Feyyaz Yiğit’in bir şarkısı var, içimden sık başvurduğum: “Sekiz dokuz senedir kendimi iyi hissetmiyorum” isminde. Bence Feyyaz Yiğit’in şarkıcılığı, bizzat kendinin de etkisiyle, biraz arka planda kalmış harikalıklar barındırıyor. Bu şarkı da “şakacı” bir şarkı ama aslında bestesi de, sözleri de oldukça iyi bir şarkı: “Sekiz dokuz senedir kendimi iyi hissetmiyorum/ Sıkıntılarım iyice arttığında yakın bir arkadaşımı aradım/ Dedim ki ‘Bana bak kendimi sekiz dokuz senedir iyi hissetmiyorum.’/ Bir kızdı parladı, olduğu yerden sıçradı tahmin ediyorum/ Dedi ki ‘Çabuk kalk, buraya gel.’/ Dedim ‘Tabii ki gelirim fakat çabucak gelemem. Çünkü biliyorsun, sekiz dokuz senedir kendimi iyi hissetmiyorum.’” Bazen “Nasılsın?” sorusuna da bu cevabı veriyorum içimden. Nasılsın? Sekiz dokuz senedir kendimi iyi hissetmiyorum. Uyuyabildin mi? Sekiz dokuz senedir delik deşik uyuyorum. Demiştim, gene diyeyim. Uyku hem afiyet hem nasip işi.

Düşünüyorum ama bir çırpıda bulmak güç. En son ne zaman kafamı yastığa koyar koymaz uyudum ve en son ne zaman kesintisiz, diş gıcırtısız, ferah rüyalı ve uyanmaksız bir uyku uyudum. Sonuna soru işareti koymanın lüzumu yok bu retorik cümlenin. Bulması güç. Neler neler denemedim ki: Uyku hormonunu tahrik eden bitkisel bir hap, telefondan yağmur sesi açmak, gün battıktan sonra çay kahve içmemek, yastığa lavanta yağı dökmek, vitaminler, kaynatılan bitkiler ve hatta muska da. Bu sadece bana ait bir şey olsa, bu dertten tek başıma mustarip olsam bu yazıyı yazmayacaktım. Ama kısık sesle bir şey iddia etmek isterim; benim yaş grubumda, arkadaş çevremde neredeyse herkesin sorunu bu. Kimse uzun uyuyamıyor, kimse mantıklı saatlerde uyanamıyor, kimse kesintisiz dalamıyor, kimse ferah rüya görmüyor. Bu çağın görünmez, üzerine pek söz alınmamış bence en önemli dertlerinden biri uyku problemidir. Geçenlerde telefonda bir arkadaşım Bir Zamanlar Amerika’da filminden alıntı yaptı. Onun anlattığından iktibas ediyorum ben de. Uzun yıllar “burada” olmayan adam gelir ve insanlar sorarlar, “Bunca yıl ne yaptın?” O da “Geceleri erken yattım,” der ve konu kapanır. Aslında adam “hiçbir şey” yapmamıştır.

Biliyorum, Baudelaire’in şu dediğini de iyi biliyorum. “Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi/ Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran/ Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.” (Sabahattin Eyüboğlu tercümesi) Çoğu zaman “gece”dir bir şeylerin ortaya çıkmasına sebep olan. Uykusu haram olanlar masanın başına oturur genelde. Velakin, insan deliksiz, kesintisiz, ferah rüyalı, diş gıcırtısız uyku da özlüyor. İnsanız. Uyku bize de afiyet ve nasip olsun istiyoruz. Çok mu?

“Kurban” kelimesinin “kurbiyet” kökünü biraz daha hissettiğimiz, anladığımız ve güzel uykulara yattığımız bir bayram dilerim.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.