YAZARLAR

Güvenli bölge uzlaşısı üzerine

Uzlaşının Suriyelilerin ülkelerine dönüşüne dair son maddesi en müphem olanı. Bunlar hangi Suriyeliler? Fırat’ın Doğusu’ndan ayrılmış 800 bin kadar sığınmacı mı? Ankara, orada nüfus değişikliği, zorunlu iskân siyaseti mi güdecek? Sızan başka bilgilere göre, ABD her hal ve kârda, TSK’yi Kobane ve Kamışlı’dan dışarıda tutacak.

Fırat’ın Doğusu konusunda elimizde üç maddelik bir uzlaşı metni var. Bu defa, Türkiye ve ABD taraflarının açıklama metinleri harfiyen birbirleriyle uyumlu. Uzlaşıya göre, Türkiye’nin güvenlik kaygıları giderilecek, güvenli bölge tesisinin ABD ile birlikte eşgüdümü ve yönetimi için bir “ortak harekât merkezi” (OHM) kurulacak ve Türkiye’deki Suriyelilerin ülkelerine geri dönmeleri için ek önlemler alınacak.

Böylece ABD sınıra ordu büyüklüğünde yığınak yapan Türkiye’yi Fırat’ın Doğusu’na tek yanlı askeri harekâttan caydırmış oldu, zaman kazandı. Türkiye de ABD’yi Fırat’ın Doğusu’nda “güvenli bölge” kurmaya razı etti. Yani ABD Fırat’ın Doğusu’nda Türkiye sınırı boyunca uzanan şeritte, kendi desteğinde SDG eliyle sahip olduğu egemenliği paylaşmaya ikna oldu. Nasıl, ne büyüklükte, hangi zaman diliminde soruları ise yanıtsız.

Türkiye uzmanı Aaron Stein’in aktardığına göre, ABD beş km. derinliğinde SDG tümsek ve hendeklerinden arındırılmış bir şerit oluşturularak, buranın üçüncü tarafça denetlenmesini önermiş. ABD önerisine göre bunun altında dokuz km. derinliğinde bir şeritte daha, yani toplam 14 km. derinlikte SDG ağır silahları olmayacak.

Devamla, bu 14 km. şeridin üzerinde “uçuşa yasak bölge” ilan edilecek, bu bölge havadan Türk ve ABD kuvvetlerinin silahsız uçak ve İHA’larınca denetlenecek. Denetim, OHM’den izlenecek. Söz konusu 14 km.ye ek, 18 km.lik bir dilimde yine havadan gözetim yapılacak. Özsavunma dışında silah kullanmayacak olan TSK ve SDG fiilen bir ateşkes ilan etmiş olacak. Bunlar hep Stein’in ABD önerisine dair aktardıkları.

Türkiye tarafında vurgular hep eyleme yönelik: Cumhurbaşkanı Erdoğan, uzlaşıyla ortaklaşa adım atıldığının altını çizdi. MSB Akar, YPG’nin elindeki ağır silâhların toplanması ve bölge dışına çıkarılması ile tünel, tahkimat ve mevzilerin tahrip edilmesine dikkat çekti. DİB Çavuşoğlu, Münbiç Yol Haritası benzeri bir oyalamaya izin verilmeyeceğine atıfta bulundu.

ABD tarafından çıkan sesler ise farklı. DİB Pompeo, tam totoloji yaptı, güvenli bölge kurulmasının barış ve güvenlik için bir adım olduğunu belirtti. Suriye ÖT BE Jeffrey “Kuzey ve Doğu Yönetimi” (KDY?) gibi bir terimi dolaşıma sokarak, bilinçli veya bilinçsiz “IKB Yönetimi” çağrışımı yapmış oldu. Jeffrey, bu KDY’nin kabul etmeyeceği hiçbir şeyi dayatmayacaklarını taahhüt etti.

Guardian’dan Martin Chulov’un konuştuğu bir eski ABD yetkilisi ise anlaşmanın temel olarak konuşmayı sürdürme uzlaşısı olduğunu vurguluyor. Söz konusu yetkili, Trump’ın Suriye’de askeri varlığı sürdürme taahhüdü olmadığını anımsatıyor ve bu denli az sayıda (<1000) personelle ABD’nin “güvenli bölge” tesisine katkı sunmasının söz konusu olamayacağını dile getirerek, anlaşmayı bir tür niyet beyanı olarak niteliyor.

Şam, kendi koşullarında haklı ve cılız bir tepkiyle egemenlik ihlâli itirazında bulundu. İlginç belki, Kılıçdaroğlu’nun Suriye konferansı toplama önerisine dahi tepki veren SDG görebildiğim kadarıyla sessiz. Ortadoğu Uzmanı Nicholas Heras ise Ankara’daki güvenli bölge görüşmelerinin cereyan tarzının eşanlı olarak ABD tarafınca SDG ile paylaşıldığını iddia etti.

Uzlaşının Suriyelilerin ülkelerine dönüşüne dair son maddesi en müphem olanı. Bunlar hangi Suriyeliler? Fırat’ın Doğusu’ndan ayrılmış 800 bin kadar sığınmacı mı? Ankara, orada nüfus değişikliği, zorunlu iskân siyaseti mi güdecek? Sızan başka bilgilere göre, ABD her hal ve kârda, TSK’yi Kobane ve Kamışlı’dan dışarıda tutacak. Tersten okursak, Tel Abyad/GreSpi vb. ara ceplere mi Arap nüfus kaydırılacak? Öyleyse, Tel Abyad’ın dahi 2011’den bu yana değişen nüfusu yeniden mi dönüştürülmeye çalışılacak? Pekiyi, ülkemizdeki Suriyeliler bu işe ne diyor, rızaları var mı?

Güvenli bölge uzlaşısı ABD ve Türkiye makamlarınca duyurulurken, Ankara bir üçüncü “muhatap” olarak Öcalan’ı da devreye soktu. Avukatlarınca paylaşılan açıklamada Öcalan “Kürtlere yer açmaya çalıştığını, bu çerçevede Kürtlerin başkaca bir devlete ihtiyacı olmadığını; ancak ‘Kürtlerin bir hukuku olacak mıdır?’ diye de sorduğunu” belirtiyor.

Ayrıca deneyimli gazeteci Murat Yetkin, Öcalan’ın açıklamasının “hükümet doğu ve güneydoğuda 430 kadar mülkî yetkiliyi değiştirip kayyumlara verilen yetkileri artırıyorken ve HDP’li belediyelere yeniden kayyum atanmaya başlanacağı konuşuluyorken” yapılmış olduğu boyutuna değiniyor.

Erbil’deki Osman Köse suikastının öncesinde KCK Yürütme Kurulu üyesi Diyar Garib’in öldürülmesiyle başlayan, anlık istihbarata dayalı nokta atış operasyonlar sürüyor. Bugüne dek örneğine rastlanmayan bu hedeflerini tam isabetle vuran hamleler, KDP (Parestin) ve/veya ABD (CIA) ile etkin istihbarat paylaşımı olmadan yapılabilir mi? Pençe Harekatı, Hakurk yöresinde kalıcılaşmaya evrilirken, Bağdat’ ile “3+3” formatında temasların Şengal ve Mahmur’da sonuç almaya yönelik olduğunu da BE Yıldız  açıkladı.

Türkiye’nin Fırat’ın Doğusu için asgari hedefi, Cerablus’tan Derik’e yaklaşık 460 km. boyunca uzanan Suriye hattına kabaca 15 km. derinlikte koşut biçimde uzanan M4 karayolunda denetimi SDG’den almak. Erbil ve Bağdat üzerinde tatlı-sert baskı kurarak biricik nefes borusu konumundaki Semelka kapısının yönetimine en azından ortak olmak. Böylece hem sınır boyunca yerleşim birimlerinin yüzlerini zoraki Şam’a doğru döndürmek, hem Kandil bağlantısını kesmek.

Değindiğim “nokta atışlar” da herhalde yine Kandil’in yalıtılmasına yönelik. Osman Köse suikastını düzenleyen zanlılar arasında Sıtkı Kerimhan Bradosti’nin bulunması ve Diyar Garib’in görevleri arasında lojistik desteğin olması iddiaları da bu resmi tamamlar nitelikte.

ABD’nin Fırat’ın Doğusu’ndaki askeri varlığının sürekliliği ve büyüklüğü sorgulanır olduğu müddetçe komşu Türkiye’nin kol bükme potansiyeli yerinde duracak. Gerek son YAŞ kararlarıyla terfi alamayan ve erken emekliye sevk edilen isimler, gerek ABD ile varılan uzlaşının “KDY’yi” dolaylı yoldan resmi muhatap kıldığı yorumu, ulusalcı, Avrasyacı vs. malum mahfilleri diyelim, çileden çıkardı. İlginç biçimde, adeta aynı pozisyonun aynası gibi, kimi Kürt siyasi hareketi mensupları da TSK’nin henüz Suriye’ye girmemiş olmasından bir haklı çıkma, zafer kazanma, direnişte başarı öyküsü devşirdi.

Oysa görünen o ki cumhuriyetimizin geçmişe dönük anlatı ve geleceğe yönelik ortak tasarım konularında, ekseninde Kürt meselesi olan temel burulması yerli yerinde duruyor. Öcalan da son mesajında bu burulmanın gevşetilmesinde etkin rol oynama talebinde bulunuyor. İki taraftan da katı tutum sahiplerine göre çözüm, çözülmek demek. Halbuki çözümsüzlük er ya da geç yıkım getirecek.

Verili tarihsel bağlamda, özellikle ana muhalefetten beklenen, ulusal güvenliğin münhasıran askeri yöntemlerle, güvenlikçi politikalarla mı sağlanması gerektiği yönünde sorgulayıcı olması, inisiyatif alması, somut seçenek sunması, özetle yaratıcı davranması. CHP PM üyesi Prof. Dr. Taşkın’ın Artı TV’deki son “Dünya Ve Biz” programımda ve Genel Başkan Yardımcısı BE Çeviköz’ün basın toplantısındaki ifadeleri umut verici. Bunların ardından gelen Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin düzenleyeceği Suriye konferansına dair ifadeleri ise maalesef, değerli Ümit Kıvanç’ın tümüyle katıldığım tanımlamasıyla, “iç bunaltıcı, yürek tüketici bir ezber tekrarı.”

Siyasal çözümler ne tarihsel ne demografik anlamda mükemmel olabiliyor. Siyasal çözüm, ortak zeminde, asgari müşterekte buluşmak demek. Bunun yolu diplomasiden, müzakereden geçiyor. Ortadoğu’da diplomaside sonuç almak, zoru yani askeri gücü pazarlığın ardına koyarak mümkün oluyor çoğu zaman. Bununla birlikte, yine Ortadoğu’da pazarlık kisvesi altında müzakerenin karşı tarafını topyekun imha veya boyun eğdirme de saklı niyet olabiliyor.

Sonuç alıcı müzakerelerde demir tavında dövülüyor. Müzakerelerin sonuçsuz kalmasına neden olarak da “kaplanın sırtına binmek”, “maksimalist talepler” gibi yaklaşımlar gösteriliyor. Geçmiş başarı örneklerinin bize anlattığı bir başka ders ise, kalıcı barışa muharip taraflar arasında değil, vizyoner ve meşru kamuoyu desteğine sahip siyasi liderlerce ulaşıldığı.

Bilvesile herkese iyi bayramlar dilerim.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.