YAZARLAR

Ara rejim sona ererken...

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan rejim sadece yasama yürütme ilişkilerini yeniden düzenleyen bir değişiklik değil, hatta bütün iktidarı tek kişide toplayan bir tür diktatörlükle de sınırlı değil. Eğer böyle olsa sorun sadece o kişi ile ilgili olurdu ve o kişiyle beraber her şeyin demokratik bir geçiş süreci içinde de dönüşümü de çok kolay olurdu. Fakat siyasal meseleler, girdi ve çıktılardan üretilecek sonuçlarla işlemiyor. Bu nedenle bir problem çözme usulünden her zaman bir fazlası gerekiyor.

“Her şey çok güzel olacak!” şiarı hem ortaya çıkışı hem de yaygınlaşması bakımından umut verici ve motivasyon sağlayıcıydı. Çünkü her şeyin, ama her şeyin kötü olduğuna dair yaygınlaşan bir algının yanında, kötü olan her şeyin normalimiz, gündeliğimiz haline gelmesinin milyonlarca insana yaşattığı sızı vardı memlekette. Umuda, yeni ve iyi olana arzunun üzerine yerleşti her şey çok güzel olacak şiarı. Peki ya şimdi, sıradanlaşan kötülüğü, infial yaratma potansiyelini yitirmiş usulsüzlükleri, haksızlıkları şiddetle devam eden iktidar ortaklarının ara rejimi her geçen gün kendi çukuruna gömülürken politikanın rotasını ne belirleyecek?

Öncelikle yakın geleceğin Türkiye’deki siyasal öznelerin etik-politik tutumlarının belirleyiciliğine çok açık olduğunu söyleyerek başlayalım. Bugün için asıl sorun ise ısrarcı bir etik-politik pozisyonunun henüz ortada olmaması. Türkiye’nin esaslı sorunlarına ilişkin bir politik pozisyonun herkes için inanılır ve güvenilir bir gelecek yaratacağına dair inancı besleyecek bir tutum ortaya çıkmadı. Nüfusun çok geniş bir bölümünde zaten var olan değişim ve arzusuna yaslanmakla yetinen bir politika seçim kazandırabilir ve fakat “başarı”sının bununla sınırlı kalma riski, içinden geçtiğimiz ara rejim dönemleri bakımından hem nüfusun geniş kesimleri hem de onların arzusuna dayanarak yükselen siyasal figürler bakımından büyük hayal kırıklıklarına yol açma olasılığını da düşündürmelidir. Bunu düşündüğünüzde artık önemli olan ara rejimin sınırlarının dışına çıkmak ve onun sınırlarını çizen aktörlerin kendi gündemlerini saf dışı bırakacak biçimde ülke gerçeklerine yön verecek politikaları geliştirmek ve uygulamaya geçirmek.

ŞİMDİNİN KÜÇÜK FOTOĞRAFI

Geçiş sürecinde bir ülkede düşülebilecek en ciddi hata çürümüş düzenin aktörlerinin yerine yenilerinin geçmesiyle sürecin revizyonlarla tamamlanma ihtimalidir. Bunu anlamak bakımından Türkiye’deki kanıksanmış çürümenin siyasal sosyal örneklerinden birkaçını sunmak gerek.

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan rejim sadece yasama yürütme ilişkilerini yeniden düzenleyen bir değişiklik değil, hatta bütün iktidarı tek kişide toplayan bir tür diktatörlükle de sınırlı değil. Eğer böyle olsa sorun sadece o kişi ile ilgili olurdu ve o kişiyle beraber her şeyin demokratik bir geçiş süreci içinde de dönüşümü de çok kolay olurdu. Fakat siyasal meseleler, girdi ve çıktılardan üretilecek sonuçlarla işlemiyor. Bu nedenle bir problem çözme usulünden her zaman bir fazlası gerekiyor. Buna politikanın yaratıcılıkla ilişkisi diyoruz, elbette bu yaratıcılık kurumlarla ilgili.

Ara rejim Türkiye’sinin temel özelliği bütün yetkileri ve bütçeleri ve dahi bütçe dışı gelirleri sarayda toplayarak onları da ulufe biçiminde dağıtan bir iktidar yapısı olduğu kadar bütün toplumunda bu değer-yokluğu ile örgütlenmesidir. Yani hiçbir kamusal sorumluluk taşımayan kamu yöneticileri rejimi her düzeyde kişisel ilişkilerini güce dönüştürüyorlar ve bu gücü yine kişisel ikballeri için kullanıyorlar. Bu durum elbette kamu yöneticileri ile ilgili değil, örneğin kamusal sorumluluk taşıması gereken gazeteler için de benzer bir durum söz konusu. Havuz gazetelerinin artık neredeyse propaganda etkisi bile olmayan kağıt yığınları haline gelmesini Türkiye’de ilkesizlikle işleyen bütün kurumlar için de söyleyebiliriz.

Örneğin yargı yılının açılış töreni nerede yapılır? Sorunun eski yanıtını bir kenara bırakalım. Artık Saray’da yapılıyor. Atamalarından disiplin işlerine kadar her şeyleri Saray’ın belirleyici olduğu bir kurula bağlı olan yargıçlar Saray’da toplanıyor. Tören gibi etkinlikler onay etkinlikleridir, saraya gider onayınızı alır, çalışmaya başlarsınız. Bağımsızlıkları aynı düzeyde önemli olan rektörleri düşünün. Rektörü kim seçer? Eskiyi bir kenara koyun. Artık seçim usulü tamamen kaldırılıp cumhurbaşkanı tarafından atanma usulü getirildi. Cumhurbaşkanı kendi atadığı rektörleri ayağına çağırarak akademik açılışı sarayda yapıyor. Bunlar işin “tek adam” ya da “hanedan” boyutu. Fakat bir de sistemin gerçek işleyişi, yani o rektörlerin ve yargıçların ne yaptığı sorusu var.

Saray’da akademik açılışı yapan rektörlerin, yargıçların her biri de birer tek adam haline geliveriyorlar. Yani hiçbir kamusal sorumluluğu olmayan, kimseye hesap vermeleri gerekmiyor, hukuku ya da akademik teamül ve kuralları değil kişisel ilişki ve pazarlıkları hesaplayan yöneticiler haline geliyorlar böylece. Peki örneğin o rektörün altında çalışan akademisyenler, onlar da kendi sınıflarında, dersliklerinde, peki o derslikteki öğrenciler… İşte bütün o kanıksamalar bir yanda ara rejimin ürettiklerinin sadece siyasal sistem boyutunda olmaması. Siyasal İslamcıların ekonomik ilişkileri de dış politikada kurduğu ilişkiler de sosyal yardım politikalarının özü de bu örneklerle sistematik bir bütün oluşturuyor. Yani her düzeyde kamusal sorumluluğun yerini kişisel ikbalin ve o ikbali sağlayacak “güçlü” ilişkilerin alması. Her düzeyde batılan çamurun nedeni de işte bu.

POLİTİKA ARZUSU

İşte tam da bu nedenle sorun AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün yetkileri şahsında toplaması ile sınırlı değil. Saray ilişkilerinin derebeylikler biçiminde tüm ülke sathına yayılmış olması. Gökçek’in evinden çıkan kameralar bunun en çıplak örneği. Herkesin bir düzeyde bulaştığı çamurun içinde bir infial yaratmamasını ancak böyle anlayabiliriz.

Başa döneyim, bu fotoğrafı karşısına alıp onunla hesaplaşmayan her siyasal figür yaşadığımız çürümeyi revize edip konsolide etmekten başka bir işe yaramayacak, bunu istese de istemese de. Yani Erdoğan’ın kurmaya gücü yetmediği sistem başkası tarafından kurulmuş olacak.

Her şeyin çok güzel olacağına ilişkin geniş kesimlerdeki arzunun büyütülmesi, Siyasal İslam'ın kişiselleşmiş ilişkilerini tasfiye edip sosyal devlet ilkelerinden, toplumsal barış esaslarını hayata geçirmeye, liyakati sağlamaktan kamusal sorumluluğu ortaya koymaya kadar her imkana sahip büyükşehir belediyelerindeki faaliyetlere göbekten bağlıdır. Her kurumda ve her düzeyde yer alan “küçük başkan”lardan olmayarak çürüme fotoğrafını parçalayacak politikacılara dönüşenler, yeni bir öznelliğin gelişmesinde, ülke siyasetinin geleceğinde büyük pay sahibi olacaklar.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.