YAZARLAR

Magandalığın mağduriyeti ve metodolojisi

Biri silahlı iki kişi bir arabada bir adamla hamile karısına saldırdı, sonra biri mağdur benim diye açıklama yaptı. Gördüğümüz şeyin gördüğümüz gibi olmadığını öne sürdü özetle. İktidar kaynaklarından beslenen bir düşünce tankı, yayınladığı ihbar ve karalama dolu rapora eleştirileri, “Metodoloji. Bilimsellik” diye savundu, okuduğumuz şeyin okuduğumuz gibi olmadığını söyledi özetle.

Söz, bu yazı kısa olacak. Uzatacak ne var ki?

Görüntüleri hepimiz gördük. İki adam bir arabanın başında. Saldırıyorlar. Bir kadının çığlığı duyuluyor. “Hamileyim.” Hamileye dokunulmaz, kadim kaideyle güvence arıyor. Otomobilde bir kadınla bir adam var. Dışarıdaki iki adam içeri girmeye, içeridekileri dışarı çekmeye çalışıyor. Aynayı kırıyorlar. Otomobilin üstünde tepiniyor biri.

Görüntüleri çekiliyor, umurlarında mı? Etrafta görülüyorlar, dert mi? Belinde silah var birinin.

Sonra, afişe oluyorlar. Umurlarında değildi bu, yoksa kameraların önünde yapmazlardı o işleri. Güçlüler demek ki. Korkuları yok. Yeni iletişim imkanları, adlarını, soyadlarını, kurumlarını, her şeylerini açık edince de bir “özür” metni yayınladılar. Ama ne özür: bütün yerli ve milli özürlerdeki gibi, suçlu saldırıya uğrayan. Asıl mağdur onlar. Üstelik, “firmanın sahibi” duble mağdur. Hem rahatsızlanan annesine yetişmesi geciktirilmiş, hem olayı yatıştırmaya çalışmasına rağmen, kendisi ve firması haksız linçe uğramış. Linç. İki kişi, belde silah bir hamile kadınla kocasının tepesine dikilirken, aynasını kırarken, tamponda tepinirken piknik yapıyordu. Ama “Yettiniz lan terbiyesizler, biz de sizin baklavalarınızı yersek bir daha” minvalinde laflar işitince “linç” oluyor.

YALAN GERÇEĞE HÜKÜMDAR OLUNCA

Ne oluyor burada? Bu nasıl bir cüret, nasıl bir kendine güven, nasıl bir olan bitenin kendi dedikleri gibi olduğuna dair inanç? Nasıl bir ruh hali ki herkesin gördüğünün “yanlış” olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyorlar? Sadece karakter-kişilik bozukluğuna dayalı, istenmeyen sosyal ürün mü bunlar? Öyle tipler her toplumda olur değil mi? Fakat, ya onların güvendiği şey norm haline gelmişse? Yani bizzat topluma ve toplumdaki güç dağılımına ve o dağılımı idare eden aklın ve hukukun işleyişine güveniyor olmasınlar?

Bir yerde hak sadece güç ile ölçülünce, güçlü olmak haklı olmak için yeterli görülünce, elindeki güce göre herkes hakkın nerede, kimde olduğunu kendi belirlemeye, ilan etmeye kalkmaz mı? Adaleti dağıtabilmek, hukuku işletebilmek için gerekli mantık, gücü korumak için her tür mantıksızla yer değiştirmişse, cezaevleri masumlarla doldurulmuşsa, hiçbir suçu günahı olmayan kişiler işlerinden, mesleklerinden, yaşam imkanlarından ıskat edilmişse, yalan gerçeği yönetmenin tek yöntemi haline getirilmişse, bu görüntüler normal sayılmaz mı?

GÜÇTEN DOĞAN HAK

Bir vaka da önceki günden: SETA adlı bir düşünce tankı, görüntüde Türkiye’de bulunan yabancı medya kuruluşlarının faaliyetlerine dair sözüm ona çalışmayı raporlaştırdı. Ne vardı raporda? Gazeteciliğe dair tepeden tırnağa hatalı bir kavrayış, kurum çalışanları içinde seçtiği belli sayıdaki kişinin “suçlu” ve “suçlu kişilerle temasta” gösterilmesini sağlayacak bir kafadan baldırdan uydurma ilişki ve davranış gruplamaları… Berbat bir dil. Mantıksız ve bağlantısız cümleler. Eleştirilere karşı cevap? “Biz bilimseliz. O kişileri çalıştıranlar düşünsün.” “Metodoloji diye bir şey var.”

SETA’nın eleştirilere verdiği cevaptaki tutumla baklavacı kardeşlerin kamuoyuna açıkladığı metindeki tutum aynı kumaştan: ilkinde ne kadar “bilim” varsa ikincide de o kadar “özür” var. İkisi de güçlerine güvenerek, görülenin başka türlü olduğuna herkesi inandırmak istiyor. Birincisi, gözümüzle gördüğümüz şeyin görmediğimiz gibi olduğunu ilan ediyor. İkincisi, okuduğumuz şeyin okuduğumuz şey olmadığını ilan ediyor. Çünkü ikisi için de güç haktan önce geliyor, haklı olmak için güçlü olmak yetiyor.