YAZARLAR

Hangi barış süreci?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürt meselesinin kendince halliyle, yine kendi “beka” yani siyaseten varkalma, iktidarını koruma mücadelesini veriyor. Sayın Kılıçdaroğlu da, tıkaç yahut el freni rolü oynamayıp, sorunu yapısal reformla çözerek, iktidarı yine Kürt seçmenin desteğiyle Erdoğan’dan almanın peşinde. Eşit mücadele zemini oldukça, bu güç çekişmesi ülkemiz için yararlı.

Bir yanda görülmedik bir pervasızlık, hukuksuzluk, keyfilik ve Şark usulü bezirgânlık var. Beri yanda, deneyimli izcilerin kırık bir daldan, taştaki belli belirsiz bir yosundan anlam çıkarması gibi havayı kokladığımızda, gözlerimizi kısıp ufuk çizgisine doğru baktığımızda, eğilip kulağımızı yere koyduğumuzda yeni bir müzakere sürecinin başlamış olduğuna dair belirtiler de yok değil.

Öyleyse ana muhalefete düşen, ana muhalefetten artık Millet İttifakı’nı yani CHP-İYİP ikilisini anlıyoruz herhalde, buna köstek değil destek olmak. Neden? Hiç yoktan, İstanbul’da 31 Mart’tan 23 Haziran’a on altı binden, sekiz yüz küsur bine getirdiği farka bakarak, “madeni buldum” demeli de ondan. “Maden”, HDP ile işbirliği… “Tuu, vay ahlaksız biz de seni tutarlı bir barış taraftarı sanıyorduk” demeyiniz lütfen, hariciyeci usulü “pozitiften” anlatmaya çabalıyorum.

Sayın Kılıçdaroğlu doğruları söylüyor: Birincisi “çözüm”, aslında demek istediği sanırım, “bütüncül devlet reformu müzakereleri” için adresin TBMM olduğunu vurguluyor. İkincisi, Sayın Selahattin Demirtaş’ın, Sayın Sırrı Süreyya Önder’in ve bu yolla onların adlarında simgeleşen diğerlerinin neden cezaevinde tutulduklarını sorguluyor. Daha önce de yazdığım gibi “…günahlarımızı temize çekmeye kalkarsak ciltlerce ansiklopedi dolduracağı kuşkusuz.”

Demek ki, defterde temiz bir sayfa açıyorsak, açacaksak hep birlikte, sararmış yapraklardaki eski hesapları kurcalama vakti değil şimdiki. Eldeki, “CHP-İYİP + dışarıdan HDP”, iyi-kötü olabilecek en geniş ve en etkin “demokrasi cephesi.” Üstelik, gerek Edirne Cezaevi’ndeki hücresinden Sayın Selahattin Demirtaş, gerek HDP’nin eşbaşkan ve sözcüleri “yeni anayasa” tartışmasını başlatmayı zorlamayı ve bu çabaya destek olacaklarını açıkladılar da zaten.

Yoksa, yüzümüzü düşüreceksek, malzeme çok: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kürt meselesi var demek bana hakarettir” açıklaması. Midyat Belediyesi’nden Melek Tavus figürünün çıkarılması. Cizre’de sokağa çıkma yasakları sırasında yaralanan ve AİHM’in tedbir kararıyla hastaneye kaldırılan Helin Öncü’ye verilen ağırlaştırılmış müebbet cezası. Pençe Harekatı’nın ucu açık sürmesi ve Sincar’a uzanacağının belirtilmesi. SDG Komutanı Ferhat Abdi Şahin’in BM temsilcisiyle Cenevre’de imzaladığı anlaşmaya verilen resmi tepki. Listeyi uzatabilirsiniz. Bütün bu olup bitene, “Demokrasi Cephesi” diye tanımladığım toplamın bütüncül, tutarlı, kapsayıcı ve yapıcı bir karşı görüş ortaya koyamadığı da belli.

Ancak, sayfanın ortasına dikine çektiğimiz çizginin sağ yanına yazacaklarımız da yok değil: ABD Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey’nin anayasa yazım komitesi konusundaki ilerlemeyle Cenevre sürecinin canlanacağı ve Fırat’ın doğusunda ABD’nin güç azaltmasıyla oluşacak boşluğun Avrupalı müttefiklerce doldurulacağı açıklaması. IKB Başkanı Neçirvan Barzani’nin ziyareti ve bir buçuk saat süren ikili görüşmesi. Cemil Bayık’a Washington Post’ta makale yazdırılmasının zamanlaması ve yazının içeriği. Abdullah Öcalan’ın mektubu ve Osman Öcalan’ın TRT Kurdi’ye çıkarılması. Sezai Temelli’nin son HDP grup konuşmasına AA’da yer verilmesi. “Yeni Anayasa” ya da benzeri bir düzenleme arayışının Saray’da da sürdüğünün anlaşılması.

Sayın Kılıçdaroğlu, bu defa, aralanan siyaset penceresini, 23 Haziran zaferinin yarattığı momentumu da olumlu değerlendirerek, hem Türkiye demokrasisi hem kendi iktidar mücadelesi açılarından doğru değerlendirebilir. Kuşkusuz, terörün tanımı, yerinden yönetim, katılımcılık, başkanlık rejiminin belki Fransa’dakine benzer biçime dönüştürülmek üzere elden geçirilmesi, yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı gibi konuların görüşüleceği yer sadece değil ama en önce TBMM olmalıdır. Bu anlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan bir bakıma haklı, mesele “Kürt meselesi” değil, “Türkiye meselesi.”

Buna karşılık, meselenin eninde sonunda yeni anayasa veya kapsamlı anayasa tadilatıyla, yasaların ayıklanıp, AB ile uyumlu duruma getirilmesi boyutunun yanı sıra bir de gazeteci İlhami “Balıkçı” Işık’ın Nupel’deki yazısında belirttiği “silahlara veda” boyutu var. O veçhede, bence akıllarda tutulması gereken iki başat unsur bulunuyor: Biri, Kandil’le yapılacak temaslar, doğası gereği gizli tutularak ve yasa gereği MİT tarafından yürütülür. İkincisi, dünyadaki tüm örneklerde olduğu gibi barış müzakerelerinde, adına ne derseniz deyin, ilk önce “ateşkes”, en sonda “silahların bırakılması ve imhası” gelir.

Ana muhalefet adına Sayın Kılıçdaroğlu, yürütülecek gizli temaslardan kendine veya belirleyeceği bir “yeminli” temsilciye düzenli bilgi sunulmasını talep edebilir. Bununla birlikte, Sayın Kılıçdaroğlu’na düşen bence temel ödev, daha önce Ceylanpınar vb. pek çok örneklerde görülen ilk barış sürecini sabotaj girişiminde, süreci hedefe koymak değil, sürece sahip çıkmak, bu yönde kendi parti ve tabanını da hazırlamak olmalı. Nasıl Ankara’dan çıkıp, İstanbul’a dek zorlu “Adalet Yürüyüşü”nü başardıysa Sayın Kılıçdaroğlu, dilerim çıkmakta olduğumuz upuzun “Barış Yürüyüşü”nü de aynı serinkanlılıkla hedefine erdirmeli.

Sonuç olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürt meselesinin kendince halliyle, yine kendi “beka” yani siyaseten varkalma, iktidarını koruma mücadelesini veriyor. Sayın Kılıçdaroğlu da, tıkaç yahut el freni rolü oynamayıp, sorunu yapısal reformla çözerek, iktidarı yine Kürt seçmenin desteğiyle Erdoğan’dan almanın peşinde. Eşit mücadele zemini oldukça, bu güç çekişmesi ülkemiz için yararlı. Barış Yürüyüşü’nün sonu kuşkusuz muhalefet için de hayırlı. Tekrarlamak isterim: “Devrimsel nitelikte dönüşüm” –artık daha aşağısının kurtaracağını sanmıyorum…


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.