
Kültegin Ögel: Aile kadın bağımlıya daha olumsuz bakıyor
Bağımlılık, her çağın baş sorunlarından biri. Kişinin hem kendisini hem de çevresindekileri oldukça zorlayan ve kimi zaman çaresiz hissettiren bir durum. Herkesin bağımlı olma nedeni bireysel öyküsünde gizli. Dolayısıyla çözümü de o öykünün içinden geçerek, o öyküyü anlamakla mümkün. Birine uyan yöntem öbürüne uymuyor, birinin bu durumla baş etme kapasitesi diğerinden farklılık gösterebiliyor.
Her sorunda olduğu gibi bağımlılıkta da o sorunu yaşayan kişileri damgalamadan var olan durumu anlamak, sonrasında kişiye uygun alternatif çözüm yolları bulabilmek oldukça elzem. Bu ay, Prof. Dr. Kültegin Ögel’le bağımlılığa, bağımlılık türlerine dair kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bağımlılığın psiko-biyolojik temeline baktığımızda kişi niçin bağımlı olur?
Bu sorunun çok fazla yanıtı var. Tek bir etkenden söz etmek mümkün değil. Örneğin ailevi sorunları olan bir kişinin, arkadaşları da uyuşturucu kullanıyorsa ve kişilik olarak da “hayır” demeyi bilmiyorsa o zaman bağımlılık gelişebiliyor. Genetik yükü olan bir kişi, kolaylıkla madde bulabildiği bir ortamda yaşıyor ve dürtülerini kontrol etme özelliğine sahipse o zaman bağımlılık ortaya çıkıyor. O nedenle bir çok etkeni göz önüne almalıyız.
‘TİNERCİ’LERİN YERİNİ ‘BONZAİCİ’LER ALDI’
Son yıllarda artan bonzai kullanımının nedenlerine ilişkin neler söylersiniz? Sizce bonzai yoğunluğu tiner ve balinin önüne geçti mi?
Tiner ve balinin yerine geçti diyebiliriz. Aynı kesimden doğdu. Düşük sosyo-ekonomik düzeyin uyuşturucusu olarak başladı. “Tinerci”lerin yerine “bonzaici”ler geçti. Aynı sosyokültürel temelden kaynak aldılar. Daha sonra bonzai diğer kesimlere de sıçradı. Ucuz ve etkili bir uyuşturucu olması yaygınlaşmasında önemli bir etkendi.
Bazı çevrelerde esrar daha masum bir uyuşturu olarak nitelendiriliyor. Eğer kimyasala bulaşılmazsa dert yokmuş gibi. Esrarı masumlaştırmaya yönelik çaba sizce hangi motivasyondan kaynaklanıyor?
Öncelikle şunu söyleyelim: esrar bağımlılık yapar. Esrar; dikkat, hafıza ve öğrenmeyi bozar. Demotivasyon yani tembellik sendromuna yol açar. Esrar içenlerde içmeyenlere göre şizofreni riski 7 kat fazladır. Medikal olarak kullanımı savunulsa dahi, ilaç olarak kullanımı gerçekte çok azdır. Sadece MS ve nöropati hastalığında etkili olduğu gösterilmiştir.
İnsanlar yasakları normalleştirmeye çalışırlar. Bu çok doğal bir durum ama gerçek değil. Eroinin hammaddesi afyon da doğaldır ama şiddetli bağımlılık yapar. Maalesef çok yanlış bilgi ortalıkta dolaşıyor. Esrarı destekleyenlerin de doğru dürüst bilgisi yok, esrara karşı olanların da… Herkes tek taraflı bakıyor. Biraz okumak, biraz bilgilenmek lazım. Ama bilimsel kaynaklardan. Unutmayalım, internet bilimsel değildir. Bir de tabii ki tek bir yayına inanmayın. Birçok yayını okumak lazım.
Sanıyorum her çağ kendine özgü bağımlılık türleri de yaratıyor. Bu çağınki sosyal medya bağımlılığı olabilir. Geçenlerde sosyal medya bağımlılığının kişilerde depresyon riskini artırdığına dair bir araştırma okumuştum. Siz bu konuda ne düşünürsünüz?
Sosyal medya bağımlılığı diğer tüm bağımlılıklar gibi sonunda izolasyonu getiriyor. Sanal anlamda kişi çok sosyal olsa bile gerçeklikte sosyalleşme azalıyor. Gerçeklik ve sanal dengesinin bozulduğu noktada ruhsal sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Bu izolasyonun yanında monoton bir uyarı altında olduğumuzu da söylemek gerekir. Her ikisi de depresyonun önemli nedenlerinden birisi. Ancak her sosyal medyayla çok uğraşan kişinin depresyona girdiğini de söyleyemeyiz.
Gelişen teknolojini bir sonucu olarak akıllı telefon kullanımı da yoğun bir bağımlık örneği. Akıllı telefonlarla hangi ruhsal ya da fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyoruz ki sabah uyanır uyanmaz ilk iş telefonlarımıza sarılıyoruz?
Çocukluk çağında insanların bir geçiş nesnesi olur. Örneğin peluş ayısı, kalemi, oyuncağı vb. Bu nesneler çocuğa güven, mutluluk, huzur verir. Yetişkin çağımızın nesnesi olarak görüyorum ben telefonları. Bir kere onunla yalnızlığımız azalıyor. Boş zamanlarımız değerlendiriliyor. Düşünmemizi ve oradan gelebilecek acıları azaltıyor. Haz almamızı sağlıyor. En güzeli de kontrolün elimizde olması. Yani tamamen bizim sözümüzü dinliyor. Daha ne olsun…
Teknolojinin kendisi bir canavara dönüşmedi belki ama insanoğlu onu canavara dönüştürdü. Kendi içindeki canavarı, ona yansıttı. Tüm dürtülerini teknolojiye teslim etti. Teknolojide aldı onu götürdü. Daha doğrusu insanlar teknolojinin kendilerini götürmesini istediler. Ama tabii ki kendi istedikleri yöne değil, teknolojinin istediği yöne doğru.
Teknoloji bir enjektördür. Enjektörün içinde nasıl bir ilaç vereceğiniz size kalmıştır. O enjektörden ilaç da verebilirsiniz, zehir de! Sorun teknoloji değildir. Kaçılması gereken teknoloji değildir. İnsanın bizatihi kendisidir. İnsan kendini tanıdıkça, iplerini koy vermez, iplerini başkasına terk etmez. Ama tabii ki isterse!

Kültegin Ögel
Herhangi bir bağımlılık türünün tedavisinde ilk adım nedir?
Değişmeyi istemek çok önemlidir. Değişmek içinse değişime hazır olmak gerekir. Değişime hazır olmak içinse değişimin bizim için önemli ve başarılabilir olması gerekir. Değişim bizim için ne kadar önemliyse, değişime o kadar hazır oluruz. Değişimi başarabileceğimiz konusunda kendimize güveniyorsak, o zaman değişimi başlatabiliriz.
‘BAĞIMLILIKTA DANIŞMANIN HİÇBİR ZARARI YOKTUR’
Örneğin alkol bağımlısı olan bir kişiyi tedavisine nasıl yönlendiririz?
Bağımlılar genelde bağımlı olduklarının farkında değildir ya da bağımlı olmadıklarına inanırlar. Aileler birlikte yaşadıkları bağımlıyı tedaviye yönlendirme konusunda bilgi edinmelidir. Aile üyeleri alkolik bir kişinin tedavi olma isteğini artırabilir. Bunu kimi zaman bazı ödüller ile kimi zaman ise baskı ile sağlayabilir. Alkol bağımlıları tedaviye gelmek istemeyebilir. Alkolizmde kişinin kendi durumunu inkar etmesi sık karşılaşılan bir unsurdur. Ancak onların tedaviye başvurmasını sağlamak için birçok yöntem vardır.
Onu tedavi için cesaretlendirin. Eğer bir tedavi kurumuna gitmek istemiyorsa, en azından danışmanlık için başvurmasına yardımcı olabilirsiniz. Bu durumu ona “bir gidip öğrenelim. Ne yapmak gerekiyor. Ona göre karar verelim. Danışmanın hiçbir zararı yoktur” biçiminde açıklayabilirsiniz. O gelmek istemese bile o kişinin yakınının bir danışmanlık hizmeti alması önemlidir. Böylece onun tedaviye başvurmasını sağlanabilir. Bağımlının aile üyelerinin veya yakınlarının bilgilenmesi ve tutumunda değişiklik yapması bazen tek başına etkili olabilmektedir.
Onunla ayıkken konuşun. Asla alkol etkisi altındayken konuşmayın. Alkolizm tedavisi zorla olmaz. Kişi kendisi istemedikçe ona zorla kullandığı alkolü bıraktırma şansı yoktur. Bu nedenle kişinin alkolü bırakma yönünde motive olması gerekir. Sık sık mesajlarınızı yineleyin. Onun tarafından söylenen olumlu düşünceleri onun ardından siz de onun sözleri ile yineleyin. Böylece onun olumlu tarafları pekiştirilebilir.
Bağımlılık türlerinde kadınlar ve erkekler arasında ne gibi farklılıklara rastlıyorsunuz? Ve bu farklılıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Temelde ve çözümde büyük farklılıklar yok. Ancak kadınların metabolizması, onların daha kolay bağımlı olmasına neden oluyor. İnternet bağımlılığında erkeklerde oyun bağımlılığını, kadınlarda ise daha çok telefon ve sosyal medyayı görüyoruz. Ancak kadın bağımlı olmak daha zor. Toplum stigmatize ediyor. Aile, kadın bağımlıya daha olumsuz bakıyor. Bu sebeple kadınlar tedaviye başvurma konusunda daha çekingen kalabiliyor. Aileleri kadınlardan daha çok utanıyor. Onlar da kendilerini gizlemek zorunda kalıyorlar. Eşlerin tahammülü çok az oluyor. Çocuk nedeniyle de başka birçok zorluk yaşayabiliyorlar.
Prof. Dr. Kültegin Ögel kimdir?
Prof. Dr. Kültegin Ögel, 1964 Ankara doğumlu. İlk ve orta öğretimini TED Ankara Kolejinde, üniversite eğitimini ise Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde yaptı. 1992 yılında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde psikiyatri uzmanı oldu. İki yıl Sağmalcılar cezaevinde psikiyatrist olarak çalıştıktan sonra, 1995 yılından itibaren Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi AMATEM Kliniğinde çalışmaya başladı. 2000 yılında ise ergen madde bağımlılarının tedavi edildiği ÇEMATEM Kliniğinin sorumluluğuna atandı. Yeniden Sağlık ve Eğitim Derneği’nin kurucusudur. Bugüne kadar yaptığı çalışmalar nedeniyle 6 ödül kazanmıştır. Bir çocuk babası olan Ögel’in yurt içi ve dışı birçok makalesi yanında madde kullanımı ve bağımlılıkla ilgili yazdığı 8, depresyonla ilgili 2 adet yayımlanmış kitabı vardır. Boğaziçi Üniversitesi, Okan Üniversitesi ve Acıbadem Üniversitesinde ders vermiş, Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanlığını yürütmüştür. Avrupa Birliği, WHO ve UNICEF’in yürüttüğü birçok projede ekip liderliği yapmıştır. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olup, Moodist Hastanesi Bağımlılık Tedavi Merkezi Direktörüdür.
Klinik Psikolog/Psikoterapist. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Kurucusu olduğu Polente Psikoloji’de yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Biraz değişmez miydiniz?
Değişime izin vermek, izin verebildiğinde bunun içinde olmak, ona tahammül edebilmek, öncesi de, sonrası da 32 kısım tekmili birden çok zor… Zihnimle değil, kalbimle söylüyorum; yazının tüm olanaksızlığıyla haykırıyorum ki çok zor. Değişimin getirdiği tüm o yalnızlaştırıcı dönemeçlerden geçmek, yerini bulamamak, yerleşememek… Kaybolmuş gibi hissetmek… Ama biliyorsun geçecek.
Joker: Kahkahanın ardındaki delilik
Arthur’un birçok kelime ve duygunun önüne geçen ve annesi tarafından ona giydirilen kahkahası, onun bireysel ve toplumsal anlamda “başka” bir dil edinemediğini gösteriyor, böylelikle simgesel düzende var olamadığını da… O kahkaha dilinde şiddet ve yıkıcılık da harmanlanmaya başlıyor.
Arzu kovalamaca oyunu
Kişilerden biri ayrılmak istiyor gibi gözüküyor ancak bu ayrılma fikri sözüm ona diğer kişide ve hatta ayrılanın kendisinde bile arzuyu yeniden canlandırıyor(!) -gibi gözükse de-, aslında ölü bir ilişkiyi oradan oraya taşıma eylemi içerisinde deviniliyor. İlişkinin öldüğü kabul edilirse yas tutulması gerekecek, türlü duygular gündeme gelecek, epey ruhsal masraf çıkacak, bu sebeple arzuyu sürekli dürtükleme hali bu.
Yüce: Kadın cinayetlerinde 'tek tık' rehaveti yaşanıyor
Dr. Yüce ile erkek şiddetinden kadının şiddet karşısındaki destek mekanizmalarına, erkekliğin kitabından toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yol açtığı sorunlara dair konuştuk. Yüce şiddet videoları ile ilgili toplumda “tek tıkla” paylaşarak “üzerine düşeni yapmış olma” rehavetinin altını çizdi.
Toksik erkekler hasarlı kadınlar
Su Kürü, kız kardeşlerdeki kadınsılığın anne tarafından nasıl ipotek altında tutulduğuna ve anneyle ayrışamamış olmanın tam anlamıyla kadın olmayı nasıl engellediğine dair çarpıcı bir kurgu sunuyor. Kadınları hasarlı yapan şeylerin başında kendi içlerindeki toksik taraflar olduğunu da anlıyoruz. Bu toksikliği yaratanın ise iç dünyada hüküm süren eril ve dişil yanların inkârı sonucu doğan çatışma olduğunu ve bir uzlaşı sağlanamazsa da toksiklenmeye devam edileceğini…
Bir gecede nasıl yaşlandık?
İnsan nasıl yaşarsa biraz da öyle yaşlanıyor. Yaşlanmaktan fobik derecesinde korkmak, yaşlı halimizi tasavvur edememek, bu gerçekle yüzleşememek, sanırım önce bugünümüze bakıp, bugünle çalışmayı ve bugündeki arızaları onarmayı gerektiriyor.
Bayramda aile saadeti
Kutsiyet atfettiğimiz kurumların iktidarını sorgulanmaz kılıyor, böylece o baskıcı zihniyetin değirmenine su taşıyoruz. Toplumun bir alt çekirdeği olan ailenin kendi bütünlüğünü muhafaza etmesi, iktidarların da bütünlüğünü ve kişilerin erk sahibi yapılar karşısındaki itaatini sağlayacaktır.
Depresyonun ipiyle kuyuya inilir mi?
Depresyon bir deri değiştirme dönemi gibi gelir bana. Canlılar deri değiştirdiklerinde hassas, sancılı, kırılgan bir süreçten geçerler. Deri değiştirmek, için dışı itmesidir. Kabına sığamamak, içten dışa doğru büyümek, yenilenmek…
Prof. Yankı Yazgan: Adaletsizlik toksik stres yapar
Prof. Yazgan: Adaletsizlik en çok temel güven duygusunu sarsıyor. Haksızlık hissini doğuruyor. Haksızlık algısıyla birlikte genellikle gelen duygu öfke. Öfke de genellikle savunma niteliğinde olan saldırgan dürtüleri tetikliyor. Çünkü saldırıya uğramışlık duygusunu veren, sınırlarınızın aşıldığı, elinizdekinin alındığı bir durum yaratıyor. Bu nedenle toksik etkileri olan bir stres.
Vasatın uzman hali
Evet bilgi çağındayız, bilgiye çarçabuk ulaşabiliyoruz. Öğrenme dürtümüzü tatmin etmek için dünya bir tıkla adeta önümüze seriliyor. Öğrenmek tamam da niçin hemen öğretmek istiyoruz? Niçin bir şeylerin uzmanı, hocası olmaya bu kadar düşkün hale geldik?
Deniz Altınay: Akıl unutur beden hatırlar
Uzman Psikolojik Danışman ve Psikodramatist Deniz Altınay: Psikodrama Grup Psikoterapisi Sistemi’nin önemli önermelerinden bir tanesi “akıl unutur beden hatırlar” cümlesi ile vücut bulur. Mizacımızın üstüne kurulmakta olan “kişilik yapımız” yaşamın ilk yıllarından çok fazla etkilenerek oluşur. Bu dönem sözün hiç olmadığı ya da çok az olduğu dönemdir. Anne ile bebeğin ilk spontan eylemi olan doğum ile birlikte bebek kişilik yapısını kazanmaya başlar. Bu bir öğrenme sürecidir ve dikkat edildiği üzere bu dönemde söz yoktur.
Ağaçların bil dediği
Ağaç çürümüş meyvelerini, kurumuş yapraklarını dalında tutmaz, usulca bırakır onları toprağına. İnsan ise ısrarla kendisini ağırlaştırır o çürüklerle, ömrünü tüketir kurumuş yaşantılarla…
Yoksa siz hâlâ yaşam koçu olmadınız mı?
Nasıl ki böbreğimiz ağrıdığında köşedeki züccaciyeden yardım almayıp o işin uzmanına gidip muayene oluyorsak, ruh sağlığımızı da psikoloji ve psikoterapi eğitimlerini tamamlamış işin uzmanlarına teslim etmemiz gerekir.
Hastalıklarımız bize ne söyler?
Bedenin en büyük bellek olduğunu düşünüyorum. Biz farkında olsak da olmasak da bedenimiz tatsız olan tüm deneyimlerin tanıklığını yapmaktadır. Birine karşı hissettiğimiz düşmanca duygular, dile getirmekte zorlandığımız rahatsız edici hisler, fanteziler, arzular, bizde kaygı yaratan bazı durumlar kimi zaman söze dökül(e)mez ve bedende dile gelir.
Bir varmış bir yokmuş: İnsanın aradalık hali
Prof. Dr. M. Bilgin Saydam ve Klinik Psikolog Hakan Kızıltan'ın üç senedir düzenledikleri aylık psikomitoloji seminerleri İthaki Yayınları tarafından "Psikomitoloji: İnsanı Öykülerinde Aramak" adıyla kitaplaştırıldı. Saydam ve Kızıltan mitlerin kişinin kendini ve dünyayı anlamlandırma çabasındaki yerini anlattı.
Sevilebilme Sanatı
Kişi sevilmeye niçin izin vermez? Aslında kendisine iyi gelme ihtimali olan şeyleri elinin tersiyle niye iter? Sevilebilmek bazı kişiler için büyük bir korku kaynağı çünkü beraberinde yakınlaşmayı getiriyor.
Psikiyatr Gülcan Özer: Öyle hızlı koşuyoruz ki ruhumuz geride kalıyor!
İlişki terapisti Dr. Gülcan Özer: Hayat artık bilgisayar oyunlarının hızıyla akmakta, dünya oldu bir köy, her şey bir tuşun ucunda. Doğduğumuz yer ile sınırlı değiliz, hayallerimiz mahallemizi çoktan geçti, şahane… Ve fakat öyle hızlı koşuyoruz ki ruhumuz geride kalıyor. Ez cümle insan canlısı bu, yerde gökte, tuşun ucunda illa ki gönül yarenini arıyor.
Prof. Öget Öktem Tanör: Aşk bazen bitmez, evrilir!
Türkiye'nin ilk nöropsikoloğu Öget Öktem Tanör: Zihin Teorisi (Theory of Mind) adı verilen bilişsel işlevimizin alt yapısını oluşturan beyin bölgelerimiz/beyin şebekelerimiz aşık olunan kişi söz konusu olunca çalışmaz duruma geliyor. Başkalarının zihinsel durumunu, onun düşüncelerini, niyetlerini sezmemizi, anlamamızı sağlayan bu bilişsel işlev âşık olduğumuz kişiye karşı çalışmadığı için, onun kusurlarını göremez duruma düşüyoruz, yani "aşkın gözü kördür".
Psikologlar da ağlar
Uzmanın da yaralısı, o yaraya temas edeni ve kendi yarası üzerine çalışanı makbuldür. Aksi halde değil başkasının yarasına pansuman yapabilmek, yaranın üzerine tuz basmaktan öteye gidilemez.
Sırtımızda taşıdığımız babalar
İç dünyamızda da tam olarak öldüremediğimiz, öldüğünü bilsek bile gömemediğimiz, gömdüysek bile nerede olduğunu kestiremediğimiz yaşantılar, kişiler, duygular var. Tıpkı dış dünyada olduğu gibi. Bu bazen çocukluk evrenimizden bir parça, bazen bir mekân, bazen bir kişi olabiliyor. Ama sanırım en çok da anne babamızdan getirdiklerimiz, damıttıklarımız, hazımsızlıklarımız…
Dr. Murat Dokur: İlişki emek istemez, iki sağlıklı birey yeter!
Bu ay çift ve aile terapisi alanında Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından Dr. Murat Dokur’la ilişkilerde klişeler ve kalıp yargılar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. İlişkilerin bireysel ve toplumsal izdüşümlerini felsefe, psikoloji, fizik ekseninde irdeleyip, ilişki paternlerimize, ayrılık meselesine, ilişki ve ilişkisizlik hallerimize değindik.
Bir ilişkiyi kaç kişi yaşarız?
Çift ilişkilerine baktığımızda da hiçbir zaman iki kişi değilizdir aslında. Bir ilişkiyi dört kişi yaşarız. Çünkü erkeğin animası hiçbir zaman kadının animası olmayacak, kadının animusu da hiçbir zaman erkeğin animusu olmayacaktır. Tüm bu arketipler her ilişkide yeniden yaratılıp birbirleriyle yeniden karşılaşacaklardır.
Uzman Klinik Psikolog Emre Konuk: Travma illa çöken binanın altında kalınca olmaz
Uzman Klinik Psikolog Emre Konuk: Travmatik yaşantı yalnızca çöken binanın altında kalmak değildir. İhmal, terk, aşağılanma, önemsenmeme, dışlanma da travmatik yaşantıdır. EMDR terapisi bunların tümüyle uğraşır, çünkü EMDR anılarla çalışır ve travmatik anıları normal anılara dönüştürecek çok sayıda teknik kullanır.
Bizim büyük polemik düşkünlüğümüz
Birtakım köşe yazarlarına, magazin figürlerine baktığımızda polemiğin özellikle bizim ülkemizde oldukça prim yaptığını görüyoruz. Çok okunuyor, çok izleniyor, çok konuşuluyor. Peki bu “çokluk” bize gerçekten yeni kapılar açıyor mu? Hadi yenisini boş verin kapı açıyor mu?
Vamık Volkan: Her yasta öfke var
Her yas tutmada, öfkelenme var; çünkü önemli birini kaybettiğiniz zaman içinizde bir yara açılır ve yara açıldığı için ölen kişiye, kaybettiğiniz kişiye kızarsınız. Niye durup durduk yerde ölüp de bütün hayatımı değiştiriyorsun, bana kötü hisler veriyorsun diye kızıyorsunuz.
Kadınların dilindeki erillik
Bir dili eril yapan şey, iktidarın dili olmasıdır. Hükmedici, işgalci, buyurgan, aşağılayıcı ve kapalı bir dil olmasıdır. Kadın ya da erkek kullanmış fark etmez.
Yaslar ve yasaklar
Kişilerin her acıdan ve kayıptan sonra birbirlerinden haber alma, olayı doğru bir şekilde öğrenme, acıyı paylaşma ve öfkelenme/üzülme hakları vardır. Bunun sonucunda da kendi düşünce ve duygularının sorumluluğunu alma yetkileri de… Çünkü insan olmak bunları gerektirir.
Kimselerin vakti yok susmaya
Evet biliyorum, kimselerin vakti yok ne dinlemeye, ne susmaya. Dolayısıyla “ince şeyleri anlamaya” da… Bu yüzden ayarlarımız iyice bozuluyor. Politik, psikolojik, sosyolojik tüm ayarlarımız. Arızalanıyoruz git gide. Bu arıza, hem içsel hem de dışsal gürültü olarak kendisini gösteriyor.
Rüyaları ayarlama enstitüsü: İskender Savaşır’ın ardından
Bir gün yaptığı rüya çalışmalarından bahsediyordu. Ona “rüyaları ayarlama enstitüsü kursanız ya” demiştim. İskender’ce bir kahkaha patlatmıştı. Halbuki ben çok ciddiydim. Yapsa, o yapardı. Şimdi belki gittiği yerde yapar. Duracak değil ya, İskender hoca bu!
Yavuz Erten: Dünya uzunları yakmış gözümüzü alıyor!
Çevremizdeki dünyanın etkisi bazen o kadar somutlaştırıcı, o kadar körleştirici oluyor ki kendi öznel huzursuzluklarımızı, çatışmalarımızı bile duyamıyoruz ya da onları çevremizdeki dünyanın o abartılı sesleri ve görüntülerine bağlayıp, sebepleri ve çözümleri orada arıyoruz. Bir benzetme yapmak gerekirse, çevremizdeki dünya kara yolunda gece seyahat ederken, karşıdan gelen uzun farlarını yakmış bir araba gibi gözümüzü alıyor.
Kadınlar 'Kaybedenler Kulübü’nde ne buluyor?
Ben diyeyim aile sistem özellikleri siz deyin kültürel kodlarımız veya kadın/erkek rollerinin bu coğrafya içerisindeki dağılımı vs. kadınlarda yoğun bir şekilde karşı tarafı iyileştirme arzusu doğuruyor. “Onu adam edeceğim”, “benimle başka olacak”, “aslında onun aradığı benim!”, “onu değiştireceğim.” Sonra ne mi oluyor?
Güç bizde olduğunda nerede duracağız?
Bazı dillerde bilinçle vicdan aynı kelimedir. Ahlakın otomatik, kuralcı, genelleştirici yapısı karşısında vicdan belli bir farkındalığa dayanır. Eski bir yazımda "Ahlak bir vicdan tembelliğidir" demiştim. Vicdanın koşulu olarak da bilinçten söz edebiliriz. Bilinçsiz bir varlığın vicdanından da söz edilemez ne de olsa...
'Kaybedenler Kulübü' neyi kaybetti?
Kendimize olan yabancılaşmamızı, temassızlığımızı başka insanlara yansıtarak bundan kurtulamayız. Ruhsallığımızı içkiye, birtakım dumanlı mamullere, “çok kadın-hiç kadın” türevi sloganlara hapsederek de bu işin içinden çıkamayız.
'Eksik bir şey mi var?'*
İnsanın mecburen prematüre doğmuş bir varlık olması ve uzun bir dönem boyunca ötekilerin bakımına muhtaç olması, diğer yandan da bakım veren o ötekinin (annenin) arzusunu (davranışlarını, yapıp ettiklerini vb.) bir türlü anlamlandıramaması, bunun bir muamma olarak kalması; birbirine bağlanan bu iki mutlak çaresizlik, eksiklik ve arzunun fonu, kaidesi belki de.
'Hamarat tembellik': Uğraş uğraş nereye kadar?
Su ancak kendi doğallığında akarsa yolunu buluyor. Hazır cemreler de düşmüşken, bahar temizliği niyetine birazcık hamarat tembelliğe izin versek de varoluşsal bağışıklığımızı güçlendirsek diyorum.
'Cebimdeki Yabancı' ve bilmeme hakkı
Seans odasında çiftlerin telefon üzerinden tartıştıklarına epeyce tanık olmuşumdur; “masaya telefonunu yüzüstü koyuyor”, “telefonu sürekli sessizde”, “benim telefonumda şifre yok ama o şifre koymuş” vs… Bir de cep telefonu karıştırma hadisesi var. Bu kimimize göre dünyanın en gereksiz ve “ayıp” eylemiyken, kimimiz için ise önlenemez bir merak duygusuyla karşı tarafı kontrol etmenin en elzem yöntemi.
Travmalar, adlar, köprüler
Bulaşıcı bir hastalık gibi, travmanın da bulaşıcı özelliği var mı? İnsan anlatılmayanı bilebilir mi? Dile dökülmeyenin izini taşıyabilir mi? Nereden geldiğini anlayamadığımız, elimize ayağımıza dolanan çoğu hâllerimizin kökeni çok derinlerdeki, hatta bize bile ait olmayan ikinci el bir travmaya dayanabilir mi?
Eski yıla girmek
Tarih unutmaz. Ne kişisel ne toplumsal… Karşımıza çıkarır teker teker… Tutamadığımız yaslarımızı, kişisel ya da toplumsal olarak çözülmesi gerekenleri, fazlalıkları, eksiklikleri elimize ayağımıza dolar. Hesabını sorar. Sonra bir bakmışız gelen yıl, giden yılı aratıyor. Yeni dediğimiz yıl, bir önceki yıla benzeyebiliyor. Ben kendi adıma yeni yıla girmeyi değil, eski yıldan çıkmayı deneyeceğim bu sene.
Aldatmak da ilişkiye dahil (mi)?
Kişi ilişki dışı ilişkiyi neden tercih eder? Yeni bir heyecan arayışı, aşık olma arzusu, özgür hissetmek, “yasak” olana duyulan çekim, geçmişte bastırdıklarını ya da yaşayamadıklarını yaşama ihtiyacı, birincil ilişkide kendisini iyi hissetmeme hali, varoluşsal sıkıntıları, ölüm kaygısını giderme çabası, can sıkıntısı, yenilik arayışı… Bunlar aklıma ilk gelenler. Peki ilişki dışı ilişkiye maruz kalan kişi(ler) neler hisseder?
Gülümseyiiin, çekmiyorum!
Bir ağaçla, kediyle, insanla, gün batımıyla, lezzetli bir yemekle bakışmakta ve o bakışla kalabilmekte gitgide zorlanıyoruz. Derhal onun fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşıp gördüğümüz şeye direkt bakmaktansa Instagram'daki filtrelerden bakmayı tercih eden kişiler haline geliyoruz. Hayata bakışımızı Instagram filtreleriyle bulandırmayıp, no filter’ı hayatımızda deneyimlesek nasıl olur? Sadece bizim bileceğimiz anılar biriktirsek mesela…
Ya hiç karşılaşmasaydık?
Karşılaşma dediğimiz şey, karşı karşıya olmayı içeriyor, bir ölçüde yüzleşmeyi, biraz kendini açmayı, biraz karşı tarafın açılmasını… Karşılaşmalar ilişkileri doğuruyor. Herhangi bir nesneyle kurulan anlamlı ilişki, o nesneyle birlikte soluk alıp vermeyi gerektiriyor.
Tek başına kalamamak nasıl yalnızlaştırır?
Günümüzdeki ilişkilere baktığımızda kişilerin tek başına kalabilme becerileri gelişmediğinden, duygusal tarafı zayıf, bağ değil bağlantı kurulan, çiftleşilen ama çift olunamayan, çabuk tüketilen, çürütülen ilişkiler kurulduğunu görüyoruz. Bir “takılma kültürü”dür alıp başını gidiyor. Takılma kültürünün yarattığı yozlaşma, derinlikli ilişki kültürünü yok ediyor ne yazık ki. Niye yazık peki?